Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

YENİDEN SADABAT PAKTI (11)

Orta Doğu coğrafyasında bizim, bin iki yüz yıllık bir geçmişimiz var. Bu coğrafyanın halkları, bu süre içinde Türk Barışı altında yaşadılar.

Fransız tarihçisi Jean Paul Roux, Marco Polo’nun Küçük Asya’ya, Türkmenistan; Kaşgar’a, yani Çin Türkistan’ına “Büyük Türkiye” adını verdiğini, İbni Batuta’nın ise Anadolu’ya “el Türkiye” dediğini de belirtmektedir (“Türklerin Tarihi”, s. 31).

Bugün bazı densizlerin, ‘Kürdistan’ diye tanımladıkları, Güney Doğu Anadolu dahil bu topraklara yabancılar, “Türklerin Ülkesi” demekteydiler! Biz, bu toprakları Bizans’tan yani Doğu Roma İmparatorluğu’ndan aldık. Bu topraklarda ne bir Ermenistan ne de bir Kürdistan Devleti vardı!  Kimse tarihi saptırmaya kalkmasın.  Ayrıca, şunu bir kez daha belirtelim ki, biz, bu toprakları adaletle yönettik; tıpkı fethettiğimiz başka ülkeler gibi!

Emperyalist Devletlerin, işgal ettikleri ülkelerde yaptıkları haydutlukları, bazı Batılı yazarlar bile dile getirmektedirler. Bunları burada anlatmaya gerek yok. Fakat, atalarımızı da ‘emperyalist’ olmakla suçlayan gafillere şunu hatırlatmak isteriz: Amerika’yı Avrupa devletleri keşfetti. Bu kıtanın kendi yerli halkı vardı. Avrupa devletleri başta İspanya, Portekiz, Hollanda, İngiltere ve Fransa olmak üzere bu kıtada yaşayan yerli halkı katlettiler; soykırım yaptılar.

Soru: Amerika’yı Türkler keşfetmiş olsalardı, atalarımız o kıtanın yerli halkına Avrupalıların yaptığı zulmü yapar mıydı?

Hemen söyleyelim ki, Amerika’yı biz keşfetmiş olsaydık; bugün o kıtada, Türkler ve kıtanın yerli halkı barış içinde birlikte yaşıyor olurlardı. Tıpkı, emperyalizm aramıza girene kadar, Yahudiler, Ermeniler ve Rumlarla bin yıl birlikte yaşadığımız gibi!

Ermeni tarihçi Urfalı Mateos, Selçuk Sultanı Melikşah’tan şöyle bahseder: “Sultanın yüreği, Hıristiyanlara karşı şefkatle dolu idi. O, geçtiği memleketlerin halkına bir baba gözüyle bakıyordu.”

Ermenilerle biz, aynı kültürü yüz yıllarca paylaştık. Bugün, Kürt Ayrılıkçılığını teşvik ederek, PKK marifetiyle bu kadar kan dökülmesine sebep olan Emperyalist Devletler, dün de aynı şeyi Ermeni komitacılarla yapmışlardı!

Ne yazık ki, tarih unutulursa, aynı şeyler tekrar tekrar yaşanıyor!

Rumlardan da söz edelim: Rumların hayatlarındaki kolaylık, D’Ohhson’un da dikkatini çekmiş. Hatıralarında bu konuda şunları söylüyor: “Bunca yüz yıl boyunca esaret boyunduruğu altında olan Rumların, neşelerini kaybetmemiş olmaları hayret verici bir şeydir. Ancak, muzaffer milletin (Türklerin) tâbilerine karşı gösterdiği müsamaha da, daha çok hayret vericidir. Kendi inanışlarına ve dinî anlayışlarına taban tabana zıt olan şeyleri bile yasak etmezler. Rumlar, şehirlerde, kırlarda, halk arasında veya kendi aralarında her türlü oyunu oynar, yortularını en patırtılı şekilde kutlarlar. Her yıl bu maksatla Bab-ı âli’den özel izin çıkar. Bunu Rum Patriği hükümetten ister. Bu iznin, imparatorluktaki bütün Hıristiyanlara şâmil olması da eskiden beri adettir” (18. Yüzyıl Türkiye’si”,  s. 251).

Ermeni asıllı vatandaşımız Levon Panos Dabağyan’ın, “Türkiye Ermenileri Tarihi” isimli kitabındaki şu bilgiler de, Türk Hâkimiyeti öncesindeki Anadolu halklarının durumu konusunda ufuk açıcıdır: “Bizanslılar için Ermeni/Yahudi insan olarak hiçbir değer taşımazdı. Bu sebeple, her iki kavmin mensupları tiksintiyle karşılanır ve hattâ köleliğe bile lâyık görülmezlerdi. Bizanslıların akıl almaz fanatikliklerinin neticesi, on binlerce Ermeni yok edilmiş, birçoğu Ortodoks mezhebine girmeye zorlanmış, karşı çıkan Ermenilerin ağızlarına eritilmiş kurşun dökülerek katledilmişlerdi” (Soner Yalçın, “Efendi-2”,  s. 255).

Osmanlı’da, Müslüman olmayan azınlıklar, hiçbir Batılı ülkede bulunmayan bir din özgürlüğüne sahiptiler. Nitekim, Rahip Gregoire, Fransız Devrim Meclisi’nde yaptığı bir konuşmada “İbadet özgürlüğü Türkiye’de var, Fransa’da hiç yok; halk burada despotik ülkelerde yararlanılan bir haktan yoksun” demekteydi (Prof. Taner Timur,  “Türk Devrimi Ve Sonrası”  s. 253)!

Atalarımız, ırkçı ve emperyalist olmadıkları için, fethettikleri ülkeleri hep adaletle yönettiler. Bu şanlı ve gurur duyacağımız geçmiş, bugün de, bu coğrafyada kuracağımız kardeşçe ilişkiler için güçlü bir dayanaktır. Fakat, ne yazık ki, Atatürk’ten sonra devletimizin başına geçen Batı hayranları, bölge devletleri ile ilişkilerimizi güçlendireceklerine, Atatürk’ün sözleriyle, “Bizi mahvetmekte kararlı olan” Kapitalist ve Emperyalist ülkelerle ittifak ilişkileri içine girdiler! Bu ittifak, hem ülkemizin büyük bir güç kaybına sebep olmuş, hem de bölge halkları nezdindeki itibarımızı sıfırlamıştır.

Hindistan’ın kurucusu Gandi, Atatürk ve sonrası için yaptığı şu tespitinde, bunu açıkça vurgulamaktadır: “Biz, Türkiye Cumhuriyeti’ni dünyanın en güçlü devletlerini dize getiren bir büyük devlet olarak tanıdık. Türk Milleti’nin emperyalistlere karşı verdiği mücadeleden ilham da aldık. Fakat, Atatürk öldükten sonra Türkiye, küçük bir Balkan devleti derekesine düştü” (Necdet Sevinç, Yeniçağ, 22.10.2004)!

Bugün, Atatürk’e atfen, ‘Aman Orta Doğu bataklığına bulaşmayalım; bu bedevilerle mi birlikte olacağız’ diyenler, bu coğrafyadaki kaosun baş sorumluları olan Emperyalist Devletlere hizmet ettiklerini bilmelidirler. Bu yanlış kanaatte olanlar, önce, Atatürk’ün Orta Doğu hakkında neler düşündüğünü öğrenmelidirler. Büyük Atatürk, Osmanlı İmparatorluğundan doğan devletlerin bir dayanışma içine girmeleri gerektiğine inanmaktaydı. Atatürkçüyüm’ diyenler, önce Atatürk’ü iyi tanımalıdırlar. Bu ülkede ne yazık ki, Gerçek Atatürk’ün tanınmaması için her şey yapılmaktadır. Çünkü gerçek Atatürk tanınacak olsa, Türkiye’nin 11 Kasım 1938’ten itibaren uyguladığı bütün politikalar sorgulanacak; Türkiye bu bataktan Çıkış Yolu’nu bulacaktır! Bu bakımdan, Atatürk’ün 12 yıl Özel Kalem Müdürlüğü’nü ve Genel Sekreterliği’ni yapan Hasan Rıza Soyak’ın, “Atatürk’ten Hatıralar” kitabında naklettiği ve daha önce de değindiğimiz şu tespiti dikkatle okunmalıdır:

“1.İmparatorluğun siyasî bünyesi iflâs etmiş olmakla beraber, vaktiyle hüküm sürdüğü yerlerdeki müşterek ekonomik şartlar ve menfaatler mevcut olmakta devam etmektedir.

  1.   İmparatorluğun enkazı üzerinde kurulmuş bulunan bağımsız devletlerin kaderleri her bakımdan aynıdır.
  2. Buralarda yaşayan, başka ırklara mensup olan milletlerin bile mizaçları, yaşayış tarzları, âdetleri, itiyatları yekdiğerinden hemen hemen farksızdır; dilleri de birbirine karışmıştır.
  3. Yüzyıllar boyunca vatandaş olarak yan yana yaşamış olan bu milletler arasında, elbette ki, umumî ve ferdî birçok dostluk bağları vücut bulmuştur ve bazı nahoş olaylara rağmen bu bağlar henüz gevşememiştir.
  4. Coğrafî, siyasî, iktisadî sebeplerle beraber mevcudiyetlerini her türlü tecavüzlere karşı koruma ihtiyacı kendilerinin ittifak, hattâ ittihat (birlik) hâlinde yaşamalarını âmirdir. Bu, umumî dünya sulhu için de lüzumludur ve üzerinde soğukkanlılık, şuur ve samimiyetle çalışılırsa pekâla mümkündür de.

Binaenaleyh,  bu milletler, düşürüldükleri gaflet çukurundan bir an evvel kurtulmaya çalışmalı, aralarında mevcut olup, bazı emperyalist devletler tarafından mütemadiyen körüklenmekte bulunan arazî kavgaları ile diğer anlaşmazlıkları ortadan kaldırmalı, müsavi şartlarda -az zamanda konfederasyonlara doğru gidecek olan- kuvvetli- bir ‘Birlikler manzumesi’ kurmalı, bu gaye için diğer komşu milletlerle de anlaşmak çarelerini aramalıydılar. Ancak bu yoldan, hep beraber, güvenlik ve huzur içinde yaşamalarını sağlayabilirlerdi” (Hasan Rıza Soyak, “Atatürk’ten Hatıralar”, s. 500).  ./…

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678