Dış destekli ‘PKK Terörü Sorunu’nun ‘Kürt Sorunu’ olarak algılanmasının vahameti üzerinde duruyorduk. Bize, demokratikleşmek için Ulus Kimliğinden vazgeçmemizi dayatan Batılı ‘Dostlarımızın’ kendi ülkelerindeki uygulamalarından söz ediyorduk. Bu konuda, daha önce de değindiğimiz, gazeteci Nilgün Cerrahoğlu’nun İspanya hakkında verdiği şu bilgi oldukça ufuk açıcı: “İspanya, 1970’ler sonu ile 80’lerin başında Avrupa’da yaşanan en büyük yerelleşme reformunu gerçekleştirdiği için çok özgün bir örnek teşkil ediyor. Demokratikleşme namına tartışılmaz addedilen ‘Yerelcilik’ ile, ‘Özerk Devlet Modeli’ her hâlükârda tartışmaya açılmış… Bölgesel özerklik getiren demokratik 1978 anayasası yeni geçmişti. ‘Fueros’ adı verilen tarihî haklara sahip Basklarla Katalanlara ayrıcalık yapmamak için; Franko faşizminden demokratik devlete geçilirken İspanya’nın 17 bölgesine birden özerklik verilmişti.”
Bu konuda ünlü siyasetçi filozof Fernando Savater, Cerrahoğlu’na verdiği röportajda şu dramatik tespiti yapmış: “Özerklikle Milliyetçilik Yumuşamadı; bilendi! Ayrılıkçılık, bölgecilik ve Bölgesel Milliyetçilik fırsatçı bir hastalıktır. Bu hastalık zayıflayan organizmalara saldırıyor. İspanyol devleti bir ‘Özerklikler Devleti’ olmaktan çıkıp, ‘Milliyetçilikler Devleti’ hâlini aldı. Demokratikleşmenin olmazsa olmazı sayılan Yerelleşme ve Yerinden Yönetimler egoizmi beslediği, ‘eşitlik’ ve de ‘dayanışma’ duygularını zedelediği için, bugün, demokrasinin düşmanı sayılmaya başlandı.”
Evet, tecrübelerden yalnız gafiller ve kötü niyetliler ibret almaz. İspanya akıllandı, hatasından geri dönmeye çalışıyor. Bağımsızlık ilân etmeye kalkan Katalan Başbakanı soluğu yurt dışında aldı! Bizim ‘Demokratlar’ İspanya’nın hatasını tekrarlama gayreti içindeler!
Terörün sona ermesi için öneriler yapan, hayatlarında Güneydoğu’ya gitmemiş ‘uzman’ kişiler, İspanya’dan örnekler veriyorlar. Etnik siyaset yapan bir partinin kapatılmasını ‘Demokrasiye Bir Darbe’ olarak niteliyorlar. Güneydoğu’yu tanımadıkları gibi, İspanya hakkında da düzgün bir bilgiye sahip değiller. Fakat bunların ne önemi var ki, önemli olan kafaların karıştırılmasıdır; zaten onların işi de budur ve bu işi özgürce yapıyorlar!
Avrupa’da ayrılıkçı parti kurmak yasak değil. Fakat bu partinin terör örgütü ile bağı tespit edilirse gözünün yaşına bakılmıyor! Nitekim, İspanya’daki, ayrılıkçı Hery Batasuna partisinin, ETA terör örgütü ile organik bağı tespit edildiği için kapatıldığını; hattâ, bu partinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yaptığı başvurunun da, terör örgütü ile bağı olduğu gerekçesiyle reddedildiğini hatırlatalım! Bize gelince; dünya âlemin bildiği bir gerçektir ki, HDP, terör örgütü ile organik ilişki içindedir! Eş Başkan Figen Yüksekdağ, “Biz sırtımızı YPJ’ye, YPG’ye ve PYD’ye dayıyoruz! Bunu söylemekte, bunu savunmakta hiçbir sakınca görmüyoruz” diye efelenmiyor muydu? Bundan daha açık bir kanıt olur mu?
İşte, 24 Haziran seçimleri sürecinde, ‘Millet İttifakı’na dahil partiler bu zihniyetteki bir partinin genel başkanının (Selâhattin Demirtaş) özgürce propaganda yapabilmesi için serbest bırakılmasını talep ettiler!
Gidiş nereye farkında mıyız?
Etnikçiliğe bu şuûrsuz destek sürdüğü takdirde, bugün ülkenin her tarafında iç içe yaşayan Türkler ve Kürtler; yarın apartmanlarını, daha sonra da mahallelerini ayıracaklar ve sonunda ayrı ‘Kantolarda’ yaşamaya başlayacaklardır! Bu, Kuzey İrlanda’da bugün böyledir.
Bu nedenle, artık aklımızı başımıza alalım! Bu topraklarda bağımsız bir Kürt devleti hayal ötesi bir şeydir çünkü etle tırnak gibi iç içe girmişiz! Bunun olamayacağını anlamak için illâ da, yaşayarak görmek ve büyük acılar mı çekmek gerekiyor? 40 yıldır süren terör bize bir şey öğretmedi mi? Bu nasıl bir körlüktür?
PKK Terörü Sorunu’nu ‘Kürt Sorunu’ olarak tanımlamak ve ‘HDP’nin 5 milyondan fazla oy aldığını ileri sürerek, bu partinin mutlaka Meclis’te bulunması gerektiğini savunmak ancak, dünya ve ülke gerçeklerinin farkında olmayan hayâlperestlerin yapacağı bir iştir.
HDP terör örgütünün siyasî uzantısıdır ve böyle bir partiye dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde siyasî faaliyette bulunmak hakkı tanınmaz. Önce bunda anlaşalım!
Bu 5 milyon oyun, Türk Ulusal Kimliğine saygılı partilere kazanılması bir diğer önemli meselemizdir. Bu zaman içinde olacaktır. Fakat şu da çok iyi bilinmelidir ki, ‘5 milyon oy ne olacak?’ demagojisi sorunlarımızı çözmez, üstelik daha da büyütür. Çünkü, bu bakış bölücü siyasetin etkisine giren kesimlere destek anlamına gelir!
Seçimlerde bekledikleri oyu alamadıklarını belirten Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı sayın Birol Aydın, partilerinin Kürt politikasını şu çelişkili sözlerle savunmuş: “Ülkemizin millet olarak bütünlüğünü her şeyden önde görüyoruz. Bu ülkede yaşayan her kesimden insanımızın temel hak ve özgürlüklerinin teminat altına alınması gerektiğini söylüyoruz. Kürt meselesini temel hak ve özgürlükler açısından ele aldık!”
Oluşturdukları “Yeniden Büyük Türkiye Plâtformu”yla parti kurma çalışmalarını sürdüren Erbakan Vakfı’nın İstanbul Başkanı Hüseyin Terzi ise, Saadet Partisi’nin Diyarbakır’da açıkladığı Kürt Sorunu Raporu’nun Millî Görüş tabanındaki etkisi konusunda şu değerlendirmeyi yapmış: “Kürt Sorunu Raporu ilgi görmedi; aksine tepkiyle karşılandı. Bu sadece tabanla alâkalı değil; toplumla ilgili. Seçim boyunca bunları gördük. Anadilin öğrenilmesiyle ilgili kısıtlayıcı bir durum zaten söz konusu değil Türkiye’de. Bu zaten yapıldı. Türkiye’de Özerk Yönetim toplumda karşılık görecek bir şey değil. Erbakan Hoca’nın özerk yönetimle ilgili bir söylemi de yok. Siyasetçilerin bunu çok fazla dillendirmesi de sağlıklı bir durum değil. Bunu da seçim sonuçları gösteriyor.”
Sayın Hüseyin Terzi, seçim süreci boyunca hiç kimsenin bağımsız ekonomiden, millî ve yerli kalkınmadan bahsetmediğini de belirtiyor ki, bu gerçekten, Vatan Partisi dışındaki bütün partilerin en büyük eksiklikleridir. Bir tek Vatan Partisi Anti Emperyalist bir tavır içinde olmuş; Batı’nın ekonomik vesayetinin kırılabilmesi ve Cari Açıktan kurtulabilmemiz için Bölge Devletleriyle ve Avrasya ülkeleri ile daha yakın ilişkiler kurulmasını; Atatürk’ün Plânlı Karma Ekonomi Sisteminin benimsenerek, Üretim Ekonomisine geçilmesini savunmuş; PKK/HDP meselesinde de açık ve net bir tavır içinde olmuştur. Bir tek Vatan Partisi; PKK’nın siyasî uzantısı olduğu açık seçik meydanda olan HDP’nin kapatılması için Cumhuriyet Başsavcılığı’nın harekete geçmesini talep etmiştir! Vatan Partisi bu konuda yerden göğe haklıdır. Çünkü dünyanın hiçbir ülkesinde, bir terör örgütünün uzantısı olduğu bu kadar meydanda olan bir partinin siyasî faaliyette bulunması ve bu partiye hazine yardımı yapılması gibi bir garabetin yaşanması söz konusu değildir.
Yalnız, sayın Hüseyin Terzi’nin Millî Görüş’le ilgili olarak verdiği bilgiye bir itirazımı belirtmek zorundayız. Bilindiği gibi, Millî Görüşün de, Ulus Devlet’e bakışı sorunluydu. Rahmetli Erbakan’ın, Türkiyelilik Ruhu’nu ve vatandaşlık bağlarını güçlendirmekten başka bir amaç gütmeyen “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” sözüne nasıl tepki gösterdiğini unutmuş değiliz! Bunun nedenini de, eski bir gazete haberinde bulmaktayız. Yeni Yüzyıl gazetesinin 19 Aralık 1994 tarihli haberine göre, Refah Partisi o yıl, 9 ay içinde ABD’lilerle tam 15 görüşme gerçekleştirmiş! Bütün bu görüşmelerden sonra Refah Partisi’nin ABD hakkındaki görüşleri yumuşamış; Kürt politikası değişmiştir. Artık “Sen, ‘Ne Mutlu Türküm Diyene’” dersen, o da gelir ‘Ne Mutlu Kürdüm Diyene’ der demeye başlamışlardı (Aydınlık, 8 Temmuz 2018)!
Amerika, iç siyasetimizin bu kadar içindedir ve bu kadar etkilidir! Batılı ülkeler istihbaratlarının kontrolündeki sözde Düşünce Kuruluşları, Ülkemizin Daha Demokratik Bir Ülke Olması Amacıyla’ birçok yıkıcı ve bölücü faaliyeti ve bu arada PKK’nın uzantısı olan siyasî faaliyetleri ve tabiî ki, HDP’yi de desteklenmektedirler. Demokratik hak ve özgürlükler yumuşak karınları olan birçok aydınımızın da, bu 5. KOL faaliyetlerinden etkilenerek, PKK uzantısı siyasî hareketlere hoşgörü ile bakmayı ve hattâ bunları desteklemeyi ‘Demokratça Bir Tavır’ sanmaları, onları farkında olmadan ABD Emperyalizmine hizmet eder bir duruma düşürmektedir! ./…
İsmail Şefik AYDIN
YORUMLAR