Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

TRİKOPİS, ‘MUSTAFA KAMAL’ VE ATATÜRK! (5)

Kimi gafiller, Atatürk’ü, Enver Paşa ile gölgelemek isterler! Meselâ, bir televizyon programında, Mustafa Çalık’ın, ‘Enver bin Mustafa Kemal eder’ sözlerini hatırlıyoruz!
Enver Paşa, Alay, Tümen ve Ordu Komutanlığı bile yapmadan Paşa olmuştur. Atatürk ise, bütün rütbelerini savaş meydanlarında, bileğinin hakkıyla elde etmiştir! Enver Paşa’nın, ‘Edirne Fatihi’ olduğu da doğru değildir. Edirne’nin alınışı sırasında Harbiye Nâzırı olan Ahmet İzzet Paşa, bu konuyu hatıralarında şöyle anlatır: “Benim Çorlu’dan Bakanlar Kurulu’na çağrıldığımı haber alan Enver, Karargâhta bulunan Kaymakam Cemil Bey’e, ileriye hareket için ısrar etmem gerektiğini telefonla söylemiş. Bakanlar Kurulu toplanmadan önce, Cemal Paşa da gelip, aynı tavsiyede bulunmak istemişse de, meselenin kendisine ait olmadığı cevabını almıştır. Fakat işin içinde bu kadarcık bulunmasına rağmen, Cemal Paşa’yı da bazı gazeteler Edirne fatihleri arasına sokmuştur! İleri hareket emrinde pek tabiî olarak, Abuk Paşa ordusuna Kırkkilise (Kırklareli), Hurşid Paşa ordusuna Edirne, Fahri Paşa ordusuna Dimetoka istikametleri verilmişti. Hurşid Paşa’nın Kurmay Başkanı Enver Bey’in, ordunun ilerisindeki süvari ile gitmesi için istediği izin esirgenmedi. Bu zat oldukça hızlı bir hareketle Edirne’ye geceleyin vararak, Bulgarların birkaç saat önce terk etmiş oldukları şehri işgal etti. Bu durumdan Başkomutanlığı haberdar etmezden önce, başarıyı telgraflarla memleketin dört bucağına yaydı. İşte Enver Paşa’nın ‘Edirne Fatihliği’ unvanını ele geçirmesinin sır ve hikmeti! Fakat, geçen kış esnasında bu zatla yoldaşlarının telkin ve zorlamalarına uyulmuş olsaydı, Edirne’yi geri almak değil, memlekettin geri kalan kısmını korumak için ile elde asker kalmamış olacağından okuyucuların emin olmalarını rica ederim” (Murat Bardakçı, “Enver Paşa”, s. 120).
Hâlbuki, tarih kitaplarımızda, Enver Paşa’nın âni bir taarruzla Edirne’yi Bulgarlardan geri aldığı yazılıdır!
Mustafa Kemal Paşa, Enver Paşa için, “Her harekette bir ordu mahveder” der. Falih Rıfkı Altay da Atatürk için, “Her çekilişinde bir Ordu kurtardı” demektedir (Doğan Avcıoğlu, “Millî Kurtuluş Tarihi”, s. 969).
I. Dünya Harbi macerasına katılmamızın yegâne sorumlusu Enver Paşa’dır. Sarıkamış Harekâtının korkunç bir felâketle sonuçlanmasının sebebi de odur. I. Dünya Harbi’ne girmemiş olsaydık, bu coğrafyanın bu şekilde, emperyalist devletlerin çıkarlarına göre belirlenmesi de mümkün değildi. Enver Paşa’yı aklamak isteyenler, “I. Dünya Harbi, Osmanlı’nın paylaşım savaşıydı. Bizim bu harbin dışında kalmamız mümkün değildi” yalanını ısrarla dillendirmektedirler ve ne yazık ki, bu yalana inanılmaktadır!
Enver Paşa’nın, ordumuzun en seçkin birliklerini Avusturya’ya ve Bulgarlara yardım için, Galiçya ve Makedonya’ya göndermesi bir başka vahim hatasıdır. Anadolu’yu savunmasız bırakmak pahasına 120.000 seçme askerimiz bu cephelere gönderilmiştir! Sadece Galiçya’da 15.000 asker kaybetmişiz!
Lord Kinross bu konuda şunları söylemektedir: “Almanlar batıdaki çıkarları uğrunda Türkiye’yi kazanamayacakları bir savaşta mahva sürüklemekteydiler. Enver Paşa da bütün bunlara göz yumuyor, ses çıkarmıyordu. Memlekete daha çok gerekli olan silâhlarla donatılmış en iyi birlikler Almanların Doğu Avrupa’daki savaşlarına gönderiliyordu (Kinross, “Atatürk”, s. 162).
Mustafa Kemal Paşa’nın, bu harpten yenilgi ile çıkacağımızı görerek, Başkomutan vekili ve Hariciye Nazırı Enver Paşa’ya, Ordunun ve memleketin acıklı ve tehlikeli hâli, Almanların gizli emelleri hakkında, 20 Eylül 1917’de gönderdiği rapor O’nun askerî dehasının yanında, üstün devlet adamı ve liderlik vasıflarını da ortaya koymaktadır. Atatürk bu raporda özetle, “İdarede yaşanan çöküntünün önü alınmazsa ‘büyük saltanat binasının bir gün birdenbire çökebileceği’; askerî siyasetimizin bir savunma siyaseti olması ve ülke dışında bir tek Osmanlı askerinin kalmaması gerektiği; içinde bulunduğumuz bataklıktan Almanlarla beraber kurtulmak zarurî ise de, Almanların bu zaruretten ve harbin uzamasından faydalanarak bizi müstemleke hâline sokmak ve memleketimizin bütün kaynaklarını ellerine almak siyasetine muarız olduğu” uyarılarını yapmıştır (Hasan Rıza Soyak, “Atatürk’ten Hatıralar”, s. 81)!
Bu uyarıyı ve tespiti yapabilen başka bir Osmanlı Paşası yoktur.
Mustafa Kemal Paşa, 1932 yılında General McArthur ile yaptığı bir sohbette de, gelecek için, şu olağanüstü tahminlerde bulunmuştur: “Versailles (Versay) antlaşması Birinci Dünya Harbi’ni doğuran etkenlerden hiçbirini ortadan kaldırmadığı gibi, tersine olarak, dünün başlıca rakipleri arasındaki uçurumu büsbütün derinleştirmiştir çünkü, yenen devletler, yenilenlere karşı taleplerini zorla kabul ettirirlerken, o memleketlerin etnik, jeopolitik ve ekonomik özelliklerini hiç göz önüne almamışlardır ve yalnız düşmanlık duygularından esinlenmişlerdir. Böylelikle; bugün içinde yaşadığımız barış dönemi, sadece bir mütarekeden ibaret kalmıştır. Bence, dün olduğu gibi yarın da, Avrupa’nın mukadderatı, Almanya’nın alacağı vaziyete bağlı bulunacaktır.”
Bu tespitten sonra Atatürk, Almanya’nın İngiltere ve Rusya’nın dışındaki bütün Avrupa’yı işgal edebilecek bir orduyu kısa zamanda kurabileceğini, buna karşılık Fransa’nın kuvvetli bir ordu yaratmak yeteneğini yitirdiğini, bu yüzden İngiltere’nin kendi savunmasında artık Fransa’ya güvenemeyeceğini belirtir. Atatürk’e göre, Amerika’nın savaşa katılmasıyla Almanya yenilecektir. Savaş dışı kalabildiği taktirde, Mussolini’nin barış masasında başlıca rollerden birini oynayabileceğini ancak, Mussolini’nin kendini Sezar rolü oynamaktan kurtaramayarak, İtalya’nın askerî bir güç yaratmaktan çok uzak olduğunu göstereceğini belirtir. Atatürk bu savaşın başlıca galibinin sadece Bolşevizm olacağını müthiş bir öngörü ile vurgular” (Mahmut Goloğlu, “Millî Şef Dönemi”, s. 35, 36).
Ali Fuat Paşa’nın anılarından da, 1938 yılında yaptıkları bir sohbet sırasında, Atatürk’ün, ‘Ufuktaki Savaş’ konusunda benzer tespitleri yaptığı anlaşılmaktadır.
Şevket Süreyya Aydemir de bu konuda şu değerlendirmeyi yapmaktadır: “Atatürk bu gelecek harbi hasta yatağında, kendini ziyaret eden Ali Fuat Cebesoy’a, yarını o günden görmüş gibi haber vermiştir. Kaldı ki, Atatürk, bu patlayacak İkinci Dünya Harbi’nin oluş şartlarını ve sonucunu daha l932’de Ankara’yı ziyaret eden ünlü Amerikan Generali McArthur’a sanki gaipten haber verir gibi aynen nakletmiştir” (İhtilâlin Mantığı, s. 178).
Atatürk’ün Ali Fuat Paşa’ya bu konuda yaptığı bir değerlendirmeye, Lord Kinross da kitabında yer vermektedir. Cebesoy’a göre, Atatürk kendisine şunları söylemiştir: “Fuat Paşa, pek yakında dünya durumu Mütareke yıllarından daha çok ciddî olacak ve karışacaktır. Avrupa’da birkaç maceracı, Almanya ve İtalya’nın başında zorla bulunuyorlar. Karşı karşıya geldikleri zayıf devlet adamlarının aczinden cüret alıyorlar. Bunlar, bugün dünyayı kana boyamaktan çekinmeyeceklerdir. Eski dostumuz Rus Sovyet Hükümeti, âcizlerle (İngiltere, Fransa) maceracıların yanlış hareketlerinden yararlanmasını bilecektir. İşte bu dönem sırasında doğru hareket etmesini bilmeyip, en küçük bir hata yapmamız hâlinde, başımıza Mütareke yıllarından daha çok felâketler gelmesi mümkündür. Bu ikinci umumî harp beni yataktan kımıldayamayacak hâlde yakalayacak olursa memleketin hâli ne olacaktır? Ben, devlet işlerine mutlaka müdahale edecek bir duruma gelmeliyim” (Kinross, age. s. 747, Doğan Avcıoğlu, “Millî Kurtuluş Tarihi”, s. 1478).
Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun da bunu doğrulayan bir tespiti var. Karaosmanoğlu’na göre, “Atatürk, aynı zamanda, yeni bir dünya savaşını önlemek için kurulan Milletler Cemiyeti’nin yüklendiği insanlık misyonunu yerine getireceğine inanmıyordu çünkü sözü geçen barış anlaşmaları nasıl iyi niyetten uzak ve öç almak hıncına dayanır birer dikta vesikası ise, Milletler Cemiyeti’nin de, emperyalist devletlerin menfaatlerini korumaya yarar bir politik müessese olduğu görüşünde idi (Karaosmanoğlu, Atatürk, s. 133).
Ne yazık ki, Atatürk’ten sonra, önce İngiltere’nin sonra da, Amerika’nın koruyuculuğu kurtuluş olarak görülecektir! Bugün, Küresel Kapitalizmin hâkimiyeti altında kıvranmamızın temel sebebi, bu mandacı zihniyettir.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678