Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

TRİKOPİS, ‘MUSTAFA KAMAL’ VE ATATÜRK! (4)

Çanakkale savaşları sırasında, ikinci bir düşman saldırısının yapılacağı yer konusunda Mustafa Kemal, Esat Paşa’ya düşüncesini kabul ettiremez. Esat Paşa, Mustafa Kemal’e, ‘Düşman nereden gelebilir?’ diye sorar. Mustafa Kemal, eliyle Arıburnu yönünden Suvla’ya kadar uzanan kıyıları işaret ederek, ‘Buradan’ diye cevap verir. Esat Paşa, ‘Pekâlâ’ der. ‘Buradan geldiğini farzedelim, sonra nasıl ilerleyecek?’ Mustafa Kemal gene, Arıburnu’nu gösterir ve Koçacimen’e doğru geniş bir yarım yuvarlak çizerek, ‘İşte böyle ilerler’ der.
Esat Paşa gülümseyerek, onun omzunu sıvazlar ve ‘Merak etmeyin Beyefendi. Bunu yapamazlar’ der. Mustafa Kemal, tartışmayı uzatmanın bir işe yaramayacağını görerek, ‘inşallah’ der. Umarım siz haklı çıkarsınız!’ Fakat, hatıra defterine bu konuşmayı not eder. Sonradan gelişen olaylar üzerine, bu satırların altını kırmızı mürekkeple çizerek, yan tarafa da kendi düşüncesini kabul etmeyerek, ‘askerî durumu ve memleketin kaderini büyük bir tehlikeye atanlar’ hakkında pek yerinde olan bazı yorumlarda bulunur. Zira, ikinci defa, Mustafa Kemal iddiasında haklı çıkacaktır (Kinross, age. s. 138).
Bunları neden hatırlatıyoruz? Çünkü, Çanakkale savaşlarının bu çok önemli sahneleri üzerinde pek durulmuyor. Sadece hamasî nutuklar atılıyor. Fakat, Mustafa Kemal’le ilgili bu gerçeklerin iyi bilinmemesi nedeniyle, onu karalama, küçültme gayreti içinde olanlara fırsat veriliyor. Meselâ yukarıda, Mustafa Kemal’in, komutanı olan Esat Paşa ile yaşadığı bir ihtilâftan söz ettik. Birçok Atatürk karşıtı, ‘Çanakkale’de Esat Paşa’nın Mustafa Kemal’den daha etkili olduğunu’ söyler ki, bunların hiçbiri doğru değildir. Doğru olmadığını bir yabancı, bir İngiliz olan Lord Kinross söylüyor! Biz de, bir İngiliz olduğu için onu özellikle kaynak göstermeyi tercih ettik.
Çanakkale demek, Mustafa Kemal demektir. Fakat, bu milletin tarihinden habersiz kimi gafiller, Mustafa Kemal’in Çanakkale’deki varlığını küçültmek için her yola başvurmaktadırlar. Meselâ, Çanakkale’deki bir anıt bu bakımdan son derece ilginçtir. Anıtın tepesinde -uzaktan bakanların, Atatürk’e ait olduğunu anlamaları pek de kolay olmayan-, Atatürk’ün, başında “Enveriye” denilen şapkası ile, çok küçük bir resmi; anıtın kaidesinde ise Enver Paşa’nın, Çanakkale savaşları ile ilgili olarak söylediği sözler yazılmış! Bu metni okuyanların, resmin de Enver Paşa’ya ait olduğunu sanmaları mümkün! Belli ki, kaidedeki yazıyı ve imzayı okuyanlar, Çanakkale ve Enver Paşa bağlantısı kursunlar isteniyor! Hâlbuki, Çanakkale de Enver Paşa hiç yok! Çanakkale demek Mustafa Kemal demek. Şimdi, yine Konross’tan, düşmanın gücünü tamamıyla kıran, Atatürk’ün, Ruşen Eşref Ünaydın’a, ‘Siperler arasındaki mesafe 8 metreydi’ diye anlattığı, Conkbayırı’ndaki, o müthiş son saldırıyı özet olarak verelim: “İlk saldırı tam bir sessizlik içinde yapılacaktı. Mustafa Kemal, ne top, ne de tüfek atılmaması için kesin emir vermişti. Süngüden başka hiçbir silâh kullanılmayacaktı. Mustafa Kemal, saatine baktı. Hemen hemen dört buçuk olduğunu gördü. Birkaç dakika sonra ortalık aydınlanacak ve düşman, birbirine yakın kümelenmiş duran Türk askerlerini görebilecekti. Mustafa Kemal ileriye doğru koştu. Tümen Komutanı da yanına geldi. Öteki subaylarla birlikte erlerin önünde durdular. Mustafa Kemal, siperler boyunca ilerleyerek alçak sesle erlere talimat verdi: ‘Askerlerim, karşımızdaki düşmanı muhakkak yeneceğiz. Yalnız acele etmeyin. Ben önden gideceğim. Kırbacımı kaldırır kaldırmaz hepiniz ileri atılın.’ Öteki subaylara da, erlere aynı işareti vermelerini söyledi. Sonra, birkaç adım ilerledi ve kırbacını kaldırdı. Bir anda, erler süngü takmış, subaylar kılıçlarını çekmiş olarak, sonradan kendi anlattığına göre, ‘aslanlar gibi’ karanlığın içine atıldılar. Bir an sonra, düşman siperlerinden yalnız ‘Allah! Allah!’ sesleri duyuluyordu. İngiliz askerleri silâhlarına davranmağa bile vakit bulamamışlardı. Mustafa Kemal, korkusuzca, ateş altında durarak emirler veriyor ve askerlerini cesaretlendiriyordu. Bir ara bir şarapnel parçası tam göğsüne isabet etti. Yaverlerinden biri dehşet içinde ‘Vuruldunuz Efendim” diye bağırdı. Mustafa Kemal, başkaları duymasın diye eliyle yaverin ağzını kapatarak, ‘Yok öyle şey!’ diye cevap verdi. Şarapnel parçası göğüs cebine çarparak, cebin içindeki saati parçalamış ve göğsünde yalnız büyükçe bir kan çukuru bırakmıştı. Çarpışmanın sonunda, Liman von Sanders hatıra olarak bu saati aldı ve Mustafa Kemal’e kendi aile yadigarı olan, üzerinde aile arması bulunan güzel bir kronometre verdi (Kinross, age. s.154).
Bunları yeniden okurken ve yazarken, o anları âdeta yaşıyoruz. Gözlerimiz yaşarıyor. Atatürk’e olan hayranlık ve minnet duygumuz kat be kat artıyor. Ne acıdır ki, bunlardan hiç haberdar olmayan, Batı destekli, Atatürk’ü itibarsızlaştırma amaçlı melun yayınlardan beslenen kimi gafiller, Atatürk’e olmadık iftiralar atmaya hâlâ daha devam ediyorlar!
Kinross, bu şarapnel isabetinden sonrasını şöyle anlatıyor: “Mustafa Kemal, yorgun erlerini durmadan dövüştürüyor ve onlara hâlâ cephe hattından, bizzat kumanda ediyordu. Şimdi artık, hiç yaralanmayacağına güvenerek, düşman ateşinden sanki kendini koruyan bir büyü varmış gibi dolaşıyor ve askerlerinin gözünde bir masal kahramanı niteliğine bürünüyordu. Bir gün, söylendiğine göre, bir çarpışma sırasında, Mustafa Kemal’in bulunduğu sipere düşman bataryası ateş açar. Menzili tam olarak hesaplamışlardır. Mermilerden biri siperin ilerisine düşer. İkincisi yirmi metre daha yakına ve üçüncüsü daha da yakına düşer. Dördüncü merminin tam siperin kenarına, Mustafa Kemal’in oturduğu yere isabet edeceği kesin şekilde bellidir. Subaylardan biri, kaçması için yalvarırsa da o, ‘Artık çok geç’ der. ‘Askerlerime kötü örnek olamam!’ Ve sigarasını içmeğe devam eder. Siperdekiler dehşetten donakalmış bir vaziyette dördüncü merminin düşmesini beklerler. Fakat hiçbir şey olmaz. Düşman üç mermi atmış, dördüncü atışı yapmamıştır.”
Kinross’tan bir alıntı daha yapalım: “Kireç Tepe savaşında, takviye birlikleri getirmek için cephe gerisinde at üzerindedir. Geçebilecekleri tek yol, denizle sırt arasında, düşman filosunun ateşine açıktır. Askerler bu boğaza gelince dururlar. Mustafa Kemal’e, ‘Düşman ölüm saçıyor, kuş bile geçirtmiyor’ derler. O hemen, ‘Böyle geçebilirsiniz’ diyerek, kurmay başkanı ve yaveriyle ileri doğru atılır ve ötekilere de peşinden gelmelerini emreder. Askerler tek sıra hâlinde onun peşinden koşarlar” (Kinross, age. s. 157)!
Bu gerçeklere rağmen, Çanakkale’de ve İstiklâl Harbi’nde ‘Mustafa Kemal Paşa’nın cesaretsiz olduğu’ iftirasını atan zavallıları yüce Allah’a havale ediyoruz.
Bu zihniyet, ne yazık ki, devlet katında müsamaha görmektedir! Şu son, Aysel Tuğluk’un annesinin cenazesinin İncek’te defnedilmesi sırasında yaşanan çirkinliğe, iktidarın gösterdiği sert tepkinin benzeri, bu devletin aziz kurucusu Atatürk’e yapılan saldırılara karşı da gösterilseydi, hiç bu densizlikler yaşanır mıydı? Bırakınız tepki göstermeyi, Atatürk’ü okul müfredatından silmeye kalkıyorlar! Atatürk’ü müfredattan çıkarabilirler fakat kalplerden silebilirler mi?
Yabancılar bile, Mustafa Kemal Paşa’nın üstün vasıflarını açıkça dile getirirken, bizim kendi insanlarımız, Çanakkale’de onu nerede ise yok sayıyorlar ve “İstiklâl Harbi’nde yalnız o mu vardı” diyebiliyorlar!
Çanakkale’deki Atatürk mührünü yukarıda anlattık. Şimdi, Rauf Orbay’ın, Atatürk’ün İstiklâl Harbi’ndeki rolü konusundaki düşüncesini, Falih Rıfkı’dan okuyalım:
“Rauf Orbay ki, Birinci Dünya Savaşından sonra İzzet Paşa kabinesinde Bahriye Nâzırı olmuş, Mondros Mütarekesi heyetine başkanlık, daha sonra Ankara’da Mustafa Kemal’e Başbakanlık etmiştir. Saltanat rejimine bağlı ve gelenekçi olduğundan, Cumhuriyet devrinde Atatürk’ten ayrılmış ve onunla dargın olarak ölmüştür. Kültürü kıt, dünya görüşü dar, fakat namuslu bir adamdı. Nitekim Atatürk öldükten sonra, Kuvayı Milliye devrinin Kâzım Karabekir, Refet Bele ve Ali Fuat Cebesoy gibi büyük tanınmışları ile bir toplantıda, ‘Hiç birimiz olmasaydık Kurtuluş Savaşını Atatürk gene başarırdı. Ama o olmasaydı hiç birimiz onun yaptığını yapamazdık’ demek dürüstlüğünü göstermiştir” (“Çankaya”, s. 64).

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678