Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

TRİKOPİS, ‘MUSTAFA KAMAL’ VE ATATÜRK! (3)

Atatürk’e cahilce, edepsizce iftiralar atanlar, inanıyoruz ki, Atatürk’ü zerre kadar tanımamaktadırlar. Önyargıları var. Nakilci ve ezberciler! Atatürk hakkında önyargı ile yazılan, afakî iddialara dayanan kitapları, ‘TARİH’ diye okuyorlar. Bu yalanlara inanıyorlar. Hâlbuki, kutsal Kitabımız, bize mukallit, yani taklitçi olmayın, muhakkik yani araştırmacı olun, sorgulayın diyor! Bu gibilerin aydınlanmasına bir katkısı olur umuduyla, Atatürk’ün müstesna şahsiyetini, yüksek komutanlık vasıflarını, cephedeki cesaretini gözler önüne seren bazı önemli bilgileri paylaşmak isteriz.
Balkan savaşlarının yapıldığı alanları gezen İngiliz generali Sir Henry Wilson İstanbul’da Enver ve Cemal’le tanışır. Ne bunlar, ne de gördüğü diğer subaylar İngiliz generali üzerinde kabiliyetli birer asker izlenimi bırakmazlar. Yalnız bir subay onlardan ayrılmaktadır. General, “Mustafa Kemal diye bir adam var, genç bir kurmay yarbay. Ona dikkat edin, çok yükselecektir” der (Kinross, “Atatürk”, s. 102)!
II. Meşrutiyet’in ilânından sonra, genç bir Kurmay Binbaşı olan Mustafa Kemal, Selânik’te bulunan 3. Ordu’da bir göreve atanır. Bu aslında, İttihatçıların bir sürgünüdür. İttihatçılar, O’nu İstanbul’dan uzaklaştırmak istemişlerdi! Talât Paşa ve bir İttihat ve Terakki Partisi yetkilisi Selânik’i ziyaretlerinde, Mustafa Kemal’e de uğrarlar. Bulunduğu odada, masasına serili ve muhtelif işaretler bulunan bir Balkan haritası dikkatlerini çeker ve Talât Paşa bunların ne anlama geldiğini Mustafa Kemal’e sorar. Mustafa Kemal, Balkan Devletlerinin aralarında anlaşarak Selânik’e saldırmaları hâlinde, şehrin nasıl savunulacağına ilişkin bir çalışma olduğunu söyler. Talât Paşa böyle bir şeyin mümkün olmadığını söyleyerek odasından çıkarlar. Dışarıda, arkadaşına, Mustafa Kemal’in işte böyle saçma sapan şeylerle uğraştığı söyler! Fakat ne yazık ki, Mustafa Kemal’in Balkanlar hakkındaki bütün öngörüleri doğru çıkacaktır. Yıllar sonra Balkan felâketini değerlendirirken bir arkadaşına, ‘Eğer Balkan Harbi sırasında Trablusgarp’ta değil de, Balkanlarda bulunsaydım sonuç çok farklı olurdu ve o felâket yaşanmazdı’ diyecektir.
Anafartalar’daki kanlı çarpışmalardan sonra, İngiliz komutanı Sir Ian Hamilton, Kitchener’e bir telgrafla başarısızlıklarını bildirdiği raporu şöyle bitirmekteydi: “Karşımızdaki ordu, kahramanca dövüşen ve mükemmel yönetilen asil Türk ordusudur!”
O Orduyu, büyük bir dirayetle yöneten Komutan Mustafa Kemal’di. Mustafa Kemal’le Mehmetçik bir araya gelerek, Gelibolu yarımadasını ve İstanbul’u kurtarmışlardı. Kinross bu konuda şunları söylüyor: “Fakat bu genç Albayın başarılarına basında pek yer verilmedi. Gelibolu savaşı üzerinde bir gazeteye verdiği demecin yayınlanmasına da Enver Paşa engel oldu. Bununla beraber ağızdan ağza yayılan bütün efsaneler gibi, onun adı ve başarıları da halk arasında duyulmaya başlamıştı. Korku nedir bilmeyen, ölüme şerbetli olduğu için vücuduna kurşun işlemeyen, başının üstünden İngiliz mermileri kuş gibi uçup giderken, yaylım ateşleri arasından yürüyüp geçen Türk savaşçısı masal gibi dillerde geziyordu. Özellikle, artık Jön Türk yöneticilerinde aradıklarını bulamamış olan genç kuşağın seçkinleri için iyiden iyiye bağlandıkları bir sembol olmuştu. Herkesin özleyip beklediği Millî Kahraman bu Mustafa Kemal miydi acaba” (Kinross, age. s. 161)?
Mustafa Kemal’in Çanakkale’de bu kadar başarılı olmasının bir sebebi de, o araziyi çok iyi tanımasıydı. Kinross, bu konuda şu bilgiyi veriyor: “Mustafa Kemal, Gelibolu bölgesini Balkan Harbi sırasında Bulgarlara karşı yürütmüş olduğu harekâttan tanıyordu. Karargâhı o zaman da, şimdiki gibi Maydos’taydı. O zaman, yarımadanın savunulmasına dair kesin görüşler edinmişti. Bunlar, öteki kurmayların düşünceleriyle çelişiyordu. Onlar, kıyıda yeterli şekilde tel örgü tahkimatı yapmakla düşman çıkarmasının önlenebileceğini; Mustafa Kemal ise aksine, denizden topçu ateşiyle desteklenen herhangi bir düşmanın karaya çıkabileceği ve müdafaa görevinin bundan sonra içerideki savunma mevzilerinden hareketle düşmanı püskürtmek olduğunu ileri sürüyordu. Hattâ bir gün, deniz subayı olarak, aynı görüşü savunan Rauf’la (Orbay) tartışırken, kendini düşmanın yerine koyarak: ‘Siz istediğiniz kadar tel örgü tahkimatı yapın’ demişti. ‘Ben bunları kolaylıkla yarıp, karaya çıkabilirim. Ve eğer, karada benim ilerlememi durduracak üstün bir kuvvetle karşılaşmazsam, yarımadayı pekâlâ işgal edebilirim!’ Mustafa Kemal, bu askerlik dersini Batı Trablus seferi sırasında, İtalyanlar deniz topçusunun ateşine sığınarak, karaya çıktıkları ve Türklerin kıyı savunmasını imkânsız hâle getirdikleri zaman öğrenmişti. Böylece, denizden yapılan bombardımanların taktik yönünden etkisini anlamış bulunuyordu. Hâlbuki, öteki Türk kurmayları, deniz-kara işbirliği konusuna yabancı oldukları için, bu dersi şimdi ilk olarak, acı denemelerle öğreneceklerdi” (Kinross, “Atatürk”, s. 125).
Çanakkale’ye bir Yarbay olarak tayin edilen, burada gösterdiği büyük başarılardan sonra önce Albaylığa ve sonra, gecikmeli de olsa, Generalliğe yükseltilen Mustafa Kemal’in bütün öngörüleri gerçekleşecektir. Atatürk’ün Generalliğe yükseltildiği, ona ancak, 1916 yılında Doğu Cephesine tayin edildiğinde, bu göreve giderken, yolda tebliğ edilecektir!
25 Nisan 1915 sabahı, düşman kuvvetleri, Mustafa Kemal’in önceden tahmin etmiş olduğu iki kumluğa çıkarma yapmağa başlarlar. Aynı zamanda, iki oyalama manevrasına girişilir: Fransızlar Asya yakasına baskın yaparken, Kraliyet Bahriye Tümeni de Bolayır’da bir gösteriye kalkışır. Von Sanders bu ikinci oyalamanın, ordusunu çevirmek amacıyla yapıldığını sanır! Diğer taraftan, Mustafa Kemal, o sabah Boğalı’da deniz toplarının sesiyle uyandığı zaman kendini savaşın tam ağırlık noktasında bulur. Kocaçimen Tepe’ye doğru bir süvari bölüğü gönderir. Az sonra, dağın batı bayırından yukarı, güneydeki Conkbayırı zirvesine doğru, küçük bir düşman kuvvetinin ilerlemekte olduğuna dair bir rapor alır. Mustafa Kemal durumu hemen kavrar. Bu gelen, küçük bir düşman kuvveti filân değildi. Büyük çapta bir düşman saldırısı karşısındaydılar. Düşman burayı ele geçirirse, yarımadanın her tarafına hâkim olmuş sayılırdı. Tek bir taburun Conkbayırını tutabilmesine imkân yoktu. Bunun için bütün tümen gerekliydi. Mustafa Kemal, derhâl sorumluluğu üzerine alarak, tümen komutanlığı yetkisini aşan bir emir verdi: Alayların en iyisi olan 57. Alayı, bir dağ bataryasıyla birlikte Kocaçimen Tepe’ye gönderdi. Tesadüf olarak da, 57. Alay, o gün yapılması kararlaştırılan bir tatbikat için toplanmış bulunuyordu. Mustafa Kemal, atını derhâl 57. Alayın Karargâhına sürdü. Cüretli bir karar vermişti. Düşmanın kuvveti üzerinde açık bir bilgisi yokken, asıl saldırı karşısında bulunduklarına sadece içgüdüsüyle inanarak, von Sanders’in yedek ordusunun büyük kısmını savaşa sokmuştu. Kocaçimen Tepe’ye yaklaştıkları sırada, sırttan aşağı koşarak inen tam ricat hâlinde bir bölük askerle karşılaştı. Bu, düşman çıkarmasını gözetlemek için gönderilmiş olan ileri karakol birliği idi ve üç saattir düşmana karşı koymakta olan tek kuvvetti. Mustafa Kemal onları durdurarak, ‘Ne oluyor? ‘Neden kaçıyorsunuz?’ diye sordu. ‘Geliyorlar’ cevabını aldı. ‘Kim geliyor?’ ‘Düşman geliyor efendim. İngiliz, İngiliz!’ Mustafa Kemal, ‘Düşmandan kaçılmaz’ dedi. Erler, ‘Cephanemiz kalmadı’ diye cevap verdiler. Mustafa Kemal ‘Süngüleriniz var ya!’ dedi. Süngü takıp, yere yatmalarını emretti. Sonradan kendi anlattığı gibi, ‘Bizimkiler yere yatınca düşman da yere yattı. Böylece bir anlık bir zaman kazanmış olduk’ (Lord Kinross, “Atatürk”, s. 129).
Bunları Kinross’tan özetleyerek aktardık. Yine Kinross’tan devam edelim: “Mustafa Kemal, yaklaşan 57. Alayı doğrudan savaşa sürdü. Kendisi de atıyla en önde gidiyor ve askerleri sarsılmaz bir enerjiyle sırta yerleştirirken, topların yerlerine konmasına yardım ediyordu. Harekâtı, kendi güvenliğine hiç önem vermeden ufuk çizgisinin üstünden yönetiyordu. Verdiği bir günlük emirde, :’Size ben taarruz emretmiyorum; ölmeyi emrediyorum… Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde yerimizi başka kuvvetler ve başka kumandanlar alabilir..’ diyordu. Çarpışmanın sonunda, 57. Alayın bütün kadrosu şehit olacaktı. Bu arada, Mustafa Kemal, gene yetkisi olmadan bir emir verir ve Arap askerlerinden kurulu bir ikinci alayı, birincisini takviye için ateş hattına sürer. Sonra atına atlayarak Maydos’taki karargâha döner ve Esat Paşa’ya durumu anlatarak, eldeki bütün mevcutlarla saldırıya geçmenin gerekli olduğunu bildirir. Esat Paşa onun görüş ve davranışlarını yerinde bularak 19. Tümenin geri kalan son alayını da emrine verir ve böylece bütün Sarıbayır Cephesi Mustafa Kemal’in komutası altına girer (Kinross, “Atatürk”, s. 130).

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678