Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

TRİKOPİS, ‘MUSTAFA KAMAL’ VE ATATÜRK! (2)

Sosyal medyada, Atatürk’e yöneltilen bazı çirkin iftiralar üzerinde duruyorduk. Bunlardan biri de, İdris Günaydın isimli zâtın, ‘Atatürk’ün, sarhoşluğu nedeniyle attan düşerek kaburgalarının kırıldığı’ şeklindeki çok çirkin iftirasıdır. Bu olayı Lord Kinross’tan anlatalım: “Mustafa Kemal Paşa, Karargâhını Ankara’nın 80 kilometre kadar güney-batısında, demiryolu üzerindeki Polatlı’da kurmuştu. Buraya varınca, atıyla, çevreye hâkim bir tepe olan Karadağ’a çıktı. Attan inerek düşmanın izlemesi muhtemel olan hücum yönünü görmek istedi. Tekrar atına binerken bir sigara yaktı. Hayvan, kibritin alevinden ürkerek geri tepince, Mustafa Kemal şiddetle yere düştü. Kaburga kemiklerinden biri kırılmıştı. Yanındaki doktor, kendisini ciddî şekilde uyardı: ‘devam ederseniz, hayatınız tehlikeye girer!’ Mustafa Kemal, savaş bitsin, o zaman iyileşirim diye cevap verdi. Tedavi için Ankara’ya gitti. Fakat 24 saat sonra yine cephedeydi” (Kinross, “Atatürk”, s. 420).
‘Mustafa Kemal ricat emri verdi’ meselesine gelecek olursak: İsmet Paşa’nın komuta ettiği Batı cephesindeki kuvvetlerin, Kütahya ve Eskişehir muharebelerinde yenilerek, dağınık bir şekilde çekilmeleri üzerine, Atatürk duruma müdahale ederek, kuvvetlerimizi, büyük bir başarı ile, Sakarya’nın doğusuna çekmiş ve ordumuzun yeniden toparlanmasını sağlamıştır. Atatürk’ün, ordumuzun bu çekilişi nedeniyle, ‘her şeyin bittiği’ propagandasını yapanlara cevap olarak söylediği, “Hattı müdafaa yoktur. Sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır” sözleri de, bu sırada söylenmiştir. İdris Günaydın’ın ‘Ricat’ dediği bu askerî manevrayı Lord Kinross, Atatürk hakkındaki kapsamlı kitabının 415. sahifesinde, büyük bir askerî başarı olarak değerlendirmektedir! Bu ‘ricat’ sayesinde Sakarya Zaferi kazanılmıştır.Ayrıca şunu da belirtelim ki, Büyük Taarruz’a Meclis de, Paşalar da karşıydılar! Bu konuda, Atatürk’ün yanında en sağlam duran komutan, Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak’tır. Fevzi Çakmak, saldırı plânını açıkladığında, Ordu komutanı Yakup Şevki Paşa, “Milletin varını yoğunu zar gibi atmanın tarihçe bir cinayet sayılacağını” söyleyecektir! Mustafa Kemal Paşa’nın, “Milletin varı yoğu bundan mı ibarettir Paşam?” sorusuna ‘Evet!’ cevabını vermesi üzerine Mustafa Kemal Paşa, “O hâlde kesin sonucu bununla almak zorundayız” der. Kemalettin Sami Paşa, “Bizim geri teşkilâtımız düşmanı yirmi kilometreden fazla kovalayamaz” diye itiraz edince; Mustafa Kemal Paşa, “Demek düşmanı yirmi kilometre içinde yok etmek zorundayız” cevabını verir (“Çankaya”, s. 308).
Büyük Taarruz’u, her şeyi göze alarak başlatan Atatürk’tür. Atatürk’ü itibarsızlaştırma gayreti içinde olan gafiller, emperyalizme hizmet ettiklerini, milletin geleceği ile oynadıklarını artık anlamalıdırlar.
‘Yunan Başkomutanı general Trikopis’in esir alınmadığı, 7 Eylül’de İzmir’i terk ettiği’ ise kesinlikle doğru değildir. Bu Cumhuriyetin kurucusuna, buna benzer yalan ve iftiralarla saldırılması ‘Düşünce Özgürlüğü’ denilerek, geçiştirilemez. Cumhuriyet savcılarımız ne güne duruyor?
Şimdi, buyurunuz, Lord Kinross’tan, Trikopis’in teslimi olayını birlikte okuyalım: “Trikopis, Hacı Anestis’in görevinden alındığını ve yerine kendisinin Başkomutanlığa atandığını çok sonra öğrenebildi. Bir süvari taburu tarafından esir alınan Trikopis, Uşak’a geçmiş olan karargâha getirildi. Gazi onları burada, Fevzi Paşa ve İsmet Paşa’nın arasında ayakta karşıladı. Trikopis, Mustafa Kemal Paşa’ya şaşkınlıkla bakıyordu. ‘Sizin bu kadar genç olduğunuzu bilmiyordum, general’ dedi. Mustafa Kemal Trikopis’e, ‘hücumun nasıl gelişeceğini neden önceden görememiş olduğunu’ sordu. Trikopis, gafil avlandığını itiraf etti. Mustafa Kemal’in savaşı, cephe hattından yönettiğini öğrenince şaşırdı. Ona, kendisinin ne gibi güçlüklerle karşılaştığını anlatmaya başladı. Karargâhta bulunan Halide Edip’e, bu ‘bir amatörün bir profesyonelle konuşması’ gibi gelmişti. Yunan Generali, esir düştüğünün İstanbul’da, Büyükada’da oturan karısına bildirilmesini istedi. Mustafa Kemal buna söz verdi. Trikopis’in elini sıkıp tutarak, samimiyetle, fakat mavi gözleri ışıldayarak, ‘Savaş bir talih oyunudur, General, bazen en ustası da yenilir’ diyerek, Trikopis’i teskin etti” (Kinross, “Atatürk”, s. 484).
İdris Günaydın, Atatürk’ün, Büyük Zafer’den günlerce sonra, İzmir’e gittiğini iddia ediyor! Bu konuda, ordularımızın İzmir’e girmelerinin hemen akabinde, İstanbul’dan bir gemiye güçlükle binerek, İzmir’e giden Falih Rıfkı neler yazmış, kısaca bir göz atalım: “Yakup Kadri ile birlikte Lamartine vapurundayız. Tâ Kadifekale’de Türk bayrağını görünceye kadar İzmir’e çıkıp çıkmayacağımızı bilmiyorduk. Limanda derin bir sessizlik! Zırhlıları ile, kruvazörleri ile, torpidoları ile İngiliz donanması orada. Toplarının gölgesi altında, Yunanları İzmir rıhtımına çıkaran bu donanma, şimdi onlardan dönebilmiş olanlara, merdivenlere tırmanmak istedikleri zaman, uçlarına yangın ışığı vuran (İzmir’de başlayan o büyük yangın) süngülerini çeviriyorlardı. Yüreğim titreyerek, eşsiz trajediyi seyrediyordum. Göztepe’ye geldiğimiz zaman, Yakup Kadri ile beraber köşkte, Lâtife Hanım’ın yatılı misafiri olacağımızı öğrendik. Mustafa Kemal’in sofrasında ilk defa bulunacaktık. (…) Gene o gece, ilk defa Türküler söylediğini işittim. Sesi mat, yavaş, tatlı ve cazibeli idi. Bilhassa Rumeli türkülerini söylerken, derin ve onulmaz bir gurbet ve sıla acısı gözlerinde yaşarırdı. O vatanı unutmaz, kaybettiğimiz Rumeli ve Makedonya topraklarının kır kokularını alır gibi, su ve çıngırak seslerini duyar gibi, bakışları uzaklaşa uzaklaşa sislenir, bizim içinde olmadığımız hatıralar içine karışır giderdi. Gün ağarırken uyuduk. Öğlenin geç bir vaktinde yemek masasında buluştuk. Dün geceki ahbabımızla değil, karargâhındaki Başkomutanla konuşuyorduk. O gün, Yakup’la bana birer mülâkat verdi. Mülâkatı askerî ve siyasî diye ikiye ayırarak, “Akşam” ve “İkdam” gazeteleri için paylaştık. Bu mülâkatta bize, yendiğimiz Yunan ordusunun, bu devletin o zamana kadar çıkardığı en kuvvetli ordu olduğunu söylemiştir. 26 ve 27 Ağustos’ta yarma hareketi ve 28, 29 ve 30 Ağustos meydan muharebesi de içinde olmak üzere ordularımız on beş günde dört yüz kilometre yol aldılar. Piyade ve süvarilerimiz İzmir’e kavuşmak için birbirleri ile yarıştılar. İzmir rıhtımında süvarilerimizin kılıçları suya aksederken, piyadelerimiz Kadifekale’ye Türk bayrağı çekiyorlardı” (Çankaya, s. 328)!
Atatürk’ü herkes sevmek zorunda değildir. Fakat her Türk vatandaşı, Türk Milleti’nin bu büyük evlâdına saygı duymak zorundadır. Atatürk’ü sevmeyen, Kadir Mısıroğlu gibi çakma tarihçilerin gafleti, “Yunan kazansaydı dinimizi daha özgürce yaşardık” ihanetine kadar varmaktadır.
Bunların meselesi, dinlerini özgürce yaşamak değil; bu Emevî dinini millete, devlet zoruyla benimsetmektir! Düşmanlıklarının sebebi, Atatürk’ün bu yüce milleti, Türkçe Kur’an’la buluşturarak, aracıların, Hacı, Hoca, Şeyh takımının gücünü kırmasıdır. ./…

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678