Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

RUSYA DÜŞMANLIĞININ ARKASINDA BATI VAR! (3)

Türkiye, Rusya ve İran arasındaki işbirliğinin geliştirilmesi, Batı’nın bölgemizdeki kaos plânlarını boşa çıkarabilir. Irak’a karşı sürdürülen sert çıkışlardan sonra, sayın Başbakanın Irak’a giderek, Irak Başbakanı ile görüşmesi önemli bir gelişmedir. Umarız, kişisel duygular bir kenara bırakılarak,  Suriye ile de görüşülür. Rusya ile ve bölge devletleri ile yakın ilişkiler içinde olmamız önemlidir. Rusya ve Bölge devletleriyle yakın ilişkiler kurmamızın, Batı’dan kopmak anlamına gelmeyeceği de iyi bilinmelidir. Batı ile ilişkilerimiz tabiî ki, devam edecektir. Fakat Doğu ile kuracağımız güçlü ilişkilerin; Batı ile daha dengeli ilişkiler sağlayacağı ve ülkemizin itibarını yükselteceği bilinmelidir. ‘Batı’dan kopuyoruz’ teraneleri bir kara propagandadır. Ancak, NATO içindeki varlığımız da artık tartışılmalıdır. Yeni ABD Başkanı Trump NATO’ya ağır eleştiriler yöneltirken, bazı sivil ve asker  bürokratların NATO içindeki varlığımızı savunmaları anlaşılır gibi değildir. NATO müttefiklerimizin PKK/PYD’ye verdikleri destek meydandadır. Amerika’nın, elinde bir tek uçak ya da helikopter bulunmayan IŞİD’e (DEAŞ) karşı, PKK’nın Suriye kolu PYD’ye karadan havaya atılabilen Sitinger füzeleri verdiğini, PYD’yi ‘Kara Ordusu’ olarak nitelendirdiğini hatırlatırız!

Başımıza ne geldiyse, Atatürk’ün ölümünden sonra, bu güzelim ülkenin, Batı’nın vesayetine sokulmasıyla gelmiştir. Amerika’nın, bin yıl yönettiğimiz ve sadece 98 yıl önce, terk etmek zorunda kaldığımız bir ülke olan kardeş Irak’a müdahalesine seyirci kalmamız ve  Suriye’ye yaptığı operasyonda, başlangıçta Amerika ile  birlikte hareket etmemiz de, işte Batı’ya  olan bu bağımlılık ilişkilerinin vahim sonuçlarıdır.  Bu bağımlılığın boyutlarını iyi anlayabilmemiz için önce New York valisi Rockefeller’in, 1956 yılında Başkan Eisenhower’e yazdığı bir mektuptaki şu ifadeyi hatırlatalım: “Türkiye Oltaya yakalanmış balıktır!”
Yıl 1956’dır; Başbakan Menderes, telefonlarının dinlendiğinden şüphelenerek, Başbakanlık Müsteşarı Ahmet Salih Korur’a, konuyu araştırması talimatını verir. Korur, MAH’ın (MİT’in o zamanki adı) dinleme servisi elemanlarının Amerikalıların kontrolüne girdiğini tespit eder! Bu işlerden sorumlu görülen MAH Başkanı General Behçet Türkmen, 1957 yılında Bağdat Büyükelçiliğine tayin edilerek MAH’ın başından uzaklaştırılır. Menderes Amerikalıları ‘darıltmadan’ MAH’daki kontrolü önlemeye çalışır. Bir süre, Ahmet Salih Korur’un yönetiminde kontrol sağlanır fakat MAH,  ‘dost’ ABD’nin gizli servisi CIA ile iç içe çalışmalarını sürdürür (Tuncay Özkan, “MİT’in Gizli Tarihi”, s. 194)
Amerika’nın etkinliğinin vahim boyutları konusunda birkaç örnek daha verelim: 1969 yılında ABD’nin Ankara Büyükelçisi olarak görev yapan Commer’in, ABD’ye gönderdiği rapor’dan  yaptığımız şu özet, ABD’nin bizi ne kadar yakından  takip ettiğini göstermektedir:
“Türkiye’nin bizim için ne kadar önemli olduğunu kimse inkâr edemez. Bununla birlikte, Amerika karşıtlığı giderek büyümekte olduğundan, ABD’nin konumu burada giderek bozulmaktadır. Türk hükümetleri ve Türkiye’nin etkili siyasal azınlığı, ülkenin dünyadaki rolünü ve ABD’nin açık ara ile en büyük rolü oynadığı ittifaklar yelpazesini tekrar tekrar gözden geçirmektedir.  Bu grupların (yani millîcilerin) ulaştığı sonuçlar aşağıdaki gibidir:
-Türkiye’nin çıkarları, Rusya ve Arap Dünyası ile ilişkilerde somut gelişmeler kaydedilmesini gerektiriyor.
-ABD faaliyetlerinin boyu ve çapı, Türkiye’nin güvenliğine katkı sağlamaktan çok, zarar verebilir.
-Kıbrıs konusunda bir savaş söz konusu olursa, Türkiye’nin yardımına gelmesi konusunda ABD’ye güvenilemez.”
Commer sonra  şöyle devam ediyor: “Türk Hükümetinin hâlâ, ABD ve NATO yanlısı olması bizim gözlerimizi kamaştırıp, alttan alta etkili olmakta olan güçlere gözlerimizi kapamamıza yol açmamalıdır. Sayıları az bile olsa, bu güçler basında, öğrenciler arasında ve eğitimli elit kesimde niteliksel olarak daha etkindir.”
Bu rapordan sonra ne oldu? 12 Mart Muhtırası ile millîci kesimlere büyük bir darbe indirildi. 1971 sonrasında körüklenen,  yapay bir Sağ-Sol çatışması ile 12 Eylül’ü tezgâhladılar. “Bizim çocuklar başardı!”
Prof. Mahir Kaynak’ın 12 Mart 1971 öncesi ile ilgili olarak verdiği şu bilgi de, her şeyin ABD’nin kontrolünde olduğunu gösteriyor: “1969’da Çavuşesku’nun himaye ettiği Dünya Komünist Gençlik Toplantısı’na gittim. Orada bir Sovyet istihbaratçısı yanıma geldi.  Dedi ki: ‘Sen akıllı bir adamsın. Bu darbenin içinden çık, sıyrıl. Türk ordusu komünist darbe yapmaz.’ Türkiye’de sol bir hareket var içinde Sovyetler yok (Selcan Taşçı ile mülâkat, Yeniçağ, 1 Mart 2010)!
Her taşın altında Amerika vardı. Fakat bize düşman olarak hep Sovyetler Birliği gösterildi! Aynı oyuna bir kez daha gelecek miyiz?
Bugün, Amerika’nın yararlandığı İncirlik üssü tartışılıyor. Hatırlanacağı gibi, Amerika, Kıbrıs Barış Harekâtından sonra, bize çok ağır bir ambargo uygulamıştı. Bunun üzerine Süleyman Demirel I. MC Hükümetinin Başbakanı olarak Temmuz 1975’te, İncirlik dahil 21 Amerikan üssünü kapatmıştı. 12 Eylül darbesi ile iktidara el  koyan Kenan Evren’in ilk işlerinden biri, bu üsleri açmak olmuştu!
 Batı DEAŞ’la, PKK’yla, FETÖ’yle saldırıyor. Peki, niçin? Amerika ile işbirliğinin bizi nasıl bir felâkete sürüklediğini görerek, -nihayet-  “HAYIR” demeye başladığımız için! Bu ‘HAYIR’ın etkili olabilmesi için, Rusya’yla ve bölge devletleriyle işbirliği şarttır. İşte, etki ajanları tam da burada devreye giriyorlar; ‘Rusya’nın sömürgesi oluyoruz’ yalanları ile Türkiye’nin Batı’nın etki alanından çıkmasını önlemeye çalışıyorlar!
Amerika’nın etkinliğini anlayabilmek bakımından Podol Raporu da önemlidir. 1975 yılında, Amerikan Yardım Teşkilâtı’nın (AID) Türkiye’ye yolladığı bir uzman olan Dr. Richard Podol, Washington’a gönderdiği, bir raporda şunları yazacaktır: “Yirmi yıldan beri Türkiye’de faaliyette bulunan yardım programı meyvelerini vermeye başlamıştır. Amerikan değerlerini benimsemiş Türk yönetici yetiştirme işi başarıya ulaşmıştır. Önemli merkezlerde Amerikan eğitimi görmüş bir Türk’ün bulunmadığı bakanlık ya da bir iktisadî devlet teşekkülü hemen hemen kalmamıştır.  Hâlen bulundukları kuruluşlarda ilerici kuvvet niteliği taşımakta olan bu kimselerin, kısa zamanda Genel Müdürlük ve Müsteşarlık mevkilerine geçmeleri beklenir. AID bütün gayretlerini bu gruba yöneltmelidir. Geniş ölçüde, Türk idarecileri indoktrine etmek gerekir” (Metin Aydoğan, “Yeni Dünya Düzeni”, s. 884).
“FETÖ devlette nasıl bu kadar etkin olabildi?” diyorlar. Podol Raporu her şeyi ortaya  koymuyor mu? FETÖ belâsı dahil, yaşadığımız bütün felâketlerin sebebi, Amerika’nın etki alanına girilmesinden itibaren Millî Bürokrasinin zayıflaması ve bunun yol açtığı millî refleks kaybıdır. FETÖ; NATO’nun bir Gladyo operasyonu olduğu için kimse karşı çıkamadı!
Bugün Suriye’nin içinde bulunduğu durumun sebebi de Amerika’dır. Muhalifleri  kışkırtarak silâhlandıran Amerika ve hempaları, ülke dışından  da para-militer güçlerle bunları  takviye ettiler. Halep’in de muhaliflerin safına katılacağını umuyorlardı. Fakat ancak Doğu Halep’te etkili olabildiler. 6 milyon nüfusa sahip Halep, muhaliflerin ele geçirdiği bölgelerden kaçarak Esat’ın hâkim olduğu bölgelere sığındı. Merkez Medya ve Yandaş Medya bunlardan hiç söz etmedi! Halep’teki olaylar hep algı yönetimi mantığı ile verildi. Londra merkezli insan hakları kuruluşunun servis ettiği yalan haberler hiç sorgulanmadan kullanıldı! Doğu Halep boşaltıldıktan sonra, araştırma yapan Rus yetkililer, işkence edilerek öldürülen ve topluca gömülen cesetlere rastladılar. Bunlardan söz eden var mı? Yandaşlık ahlâkî bir zaafa dönüşmemeli.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678