Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

PKK’YI NASIL BİTİRİRİZ? (2)

KÜRTLER TURANİ KÖKENLİ!
Kürtçülerin temel dayanakları olan Şeyh İdrisî Bitlisî’nin ve Şerefhan Bitlisî’nin, Kürtlerin ‘Oğuz izi’ üzerinde durduklarından söz etmiştik! Başlangıçta, ateşli Kürtçülerden olan Mehmet Şükrü Sekban da (1881-1960), daha sonraki yıllarda, “Kürt Sorunu- Azınlıkların Meseleleri” isimli kitabında, 37 yılını uğrunda harcadığı ‘Kürt Sorunu’ hakkında şunları söyleyecektir: “Kürtler aslâ Arî değildir; Sâmi de değildirler. Tarihin en eski devirlerinde bile, Türklerin bugünkü Orta Anadolu’da mevcudiyeti de, Kürtlerin Turanî menşeli olduklarını doğrulamaktadır. Antropolojik olarak saf Türk olan Türkmen ile Kürdü ayırt etmek güçtür!”
Mehmet Şükrü Sekban, “Kürtler de, Türkler de aynı ırktan olduklarına göre, birleşmekle, yeni Türk Milletini teşkil edeceklerdir. Bu milletin canlı ruhu bundan böyle, sadece bir ideal için çarpan kalplere ateş ve canlılık verecektir. Hiçbir kuvvet, kardeş çocukları olan bu iki halkın birleşmesini ve kaynaşmasını engelleyemeyecektir” diyor!
Evet, tarihî gerçekler bunlar! Fakat bunlar bilinmezse, tabiî ki, bu coğrafyayı istikrarsızlaştırmak için her şeyi kullanacak olan Emperyalist ‘Dostlar’ ‘Kürt Sorunu’ diye bir sorun çıkarıp, kullanmakta tereddüt etmeyeceklerdir.
Ne yazık ki, ülkemizde, Atatürk’ten sonra millî tarih şuuru yok edildiği için, Batı hayranı, kullanılmaya çok müsait bir aydın kitlesi yetişmiştir! Etnik kimlikler ve insan hakları sorunları bu kitlenin yumuşak karnıdır. Batı, bu zaafı sürekli istismar etmektedir.
Yıllar önce Prof. Cem Eroğlu’nun yaptığı şu uyarıyı not etmişiz: “İnsan hakları masum bir konu değil. Aynı zamanda bir siyasî müdahale amacı da var. Gelişmiş ülkelerin içinde de çok önemli insan hakları ihlâlleri var. Geçmişte bağlantısızlar hareketinden çok korkulmuştu. Yıkılmış olan Antiemperyalist hareketin tekrar canlanmaması gerekmektedir. Bunun canlandırılabileceği toplumsal biçim Ulusal Devlettir! Ne yapılır? Ticarî sermaye, malî sermaye serbestleşir. Öte yandan insan hakları kullanılarak devletin en geleneksel yanını oluşturan kamu düzenini korumak işlevine bile karışılır. Dolayısıyla Ulusal Devlet dört bir yandan kuşatılır ve etkisiz bırakılır” (Cumhuriyet, 25.02.1995)!
Demokrasiye kim karşı çıkabilir? Fakat Batı Emperyalizminin, gelişmekte olan ülkelerin demokratikleşmeleri gibi bir dertlerinin olmadığı; bunların asıl amaçlarının Millî Devletleri parçalayarak, hâkimiyetlerini pekiştirmek olduğu bilinmelidir!
Batı işte bunun için, Merkezî Devlet Yetkilerinin Yerel Yönetimlere devredilmesini istiyor! İşte bunun için Millî Devletin güçlenmesini sağlayacak politikalara, ‘Asimilâsyon Var!’ yaygaralarıyla karşı çıkılıyor! Güçlü bir Millî Devlet olmasın; Türkiye bir ‘Kültürler Mozaiği’ olsun ki, kolaylıkla parçalanabilsin!
Vahim olan ise, PKK Terörünün, ‘Kürt Sorununun çözülmemiş olmasının bir neticesi olduğunun’ Sol Kesimlere ve hattâ bazı Muhafazakâr Kesimlere bile benimsetilebilmiş olmasıdır! Hattâ, bir dönem bu ülkede, ‘Kürtlerin Kültürel Haklarını Savunmak’ Solcu olmanın olmazsa olmazı olarak kabul edilmiştir! Ne yazık ki, böyle bir garabet bile yaşanmıştır!
Daha yakın zamanlara kadar, ülke barışının önündeki en büyük engel olarak Türk Kimliği gösterilmekteydi! AKP’nin gözdelerinden, Ermeni asıllı vatandaşımız Etyen Mahçupyan, TESEV için hazırladığı bir raporda, ‘Türk Milleti’ ‘Türk Devleti’ ‘Türk Vatandaşı’ ve ‘Türk Kültürü’ gibi ifadelerin kullanılmamasını önerebilmişti!
CHP ve MHP’nin boykot ederek üye vermediği AKP ve BDP’lilerden oluşan “Çözüm Süreci Komisyonu”nda konuşan BDP’li üye Hüsamettin Zenderlioğlu, “Bana, sen ‘Türk düşmanısın” dendi. Dedim ki, “Bayrağı yanımda taşıyorum. Eğer öyle olsaydı atar, yanımda taşımazdım” ifadesini kullanınca, AKP’li komisyon üyesi Mehmet Metiner araya girerek şu densiz uyarıyı yapabilmişti:
“Ne Türk bayrağı! ‘Türkiye bayrağı’! Her şeyi Türkleştiriyorsunuz!”
O tarihlerde Ticaret Bakanı olan Hayati Yazıcı da, anayasamızın değişmez maddelerini şu sözlerle eleştirmekten çekinmemişti: “Buna değişmez madde niteliğini kim verdi? Niye değişmez yani? O üç maddeyi değiştiremeyeceksin! Böyle mantık olmaz! Milletin dediği yerde değişmez diye bir şey olmaz!”
Bu düşüncelerin bir arka plânı var! Cumhurbaşkanımız İstanbul İl Başkanı iken, 18 Aralık 1991’de, Refah Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan’a verdiği bir raporda, Cumhuriyetimizin kuruluş felsefesinin ve Millî Devlet yapımızın sorgulandığı bir anlayışın hâkim olduğu görülüyor. Bu raporda, “Doğu veya Güneydoğu Sorunu olarak adlandırılan sorun aslında bir Kürt sorunudur” denilerek özetle şu tavsiyelerde bulunulmuş:
“Türkiye’de 75 yıldan beridir resmî ideolojinin Kürt meselesinde inkârcı, asimilâsyoncu, baskıcı davrandığını açık seçik söylemeli ve resmî ideolojiyi yüksek sesle sorgulayabilmeliyiz. Türkiye’de dileyen herkesin kendi anadilinde eğitim-öğretim yapabilmesini, kitle iletişim araçlarından yararlanmasını savunmalıyız (Vatan gazetesi 27 Aralık 2007)!
Millî Devlete bakış bu olunca, Amerika ve Avrupa Birliği’nin, millî bütünlüğümüzü sarsmak amacıyla, yapay Kürt Sorunu’nun çözümü için kolaylıkla tavizler koparması ve bu tavizlerle daha da azan terörün tırmandıkça tırmanması da kolay olacaktı!
Ne yazık ki, iktidar ancak, 7 Haziran seçimlerinde, milletimizin kendisini ikaz etmesi üzerine, iktidarı kaybetmek korkusuyla, 24 Temmuz 2015’ten itibaren devletin bütün güçleriyle PKK’nın üstüne gitmeye başlayacaktır!
Terörün nedeninin ‘Kürt Sorunu’ olduğu zannedildiğinden, iktidar, ‘Kürt Açılımı’ ile sorunun çözülebileceğini zannetmiş ve böylece ‘Açılım Süreci’ ve ‘Akil Adamlar’ rezaleti başlamıştı. Ne yazık ki, sonuç Doğu ve Güneydoğu’da PKK’nın tam bir etkinlik kurması olmuştu! Fakat, ‘her şerden bir hayır doğar’ misali, bu sayede nelerin yapılmasının yanlış olduğu da görülmüştür!
Terör örgütü temsilcileriyle yapılan Oslo görüşmeleri, o, Habur Mahkemesi rezaleti, PKK’nın Güneydoğu’da kurduğu etkinlik, devletin aczini gören Kürt vatandaşlarımızın, büyük ölçüde PKK’nın yanında yer alması, kazılan hendekler ve buralarda tekrar devlet hâkimiyetini sağlamak için harcanan olağanüstü çabanın sebebi Açılım Süreciydi!
Açılım Süreci’nin ‘Kıssadan Hisse’ mahiyetindeki bir sonucu da, ‘Bölücülere ne kadar taviz verilirse verilsin, bunların aslâ tatmin olmayacaklarının’ görülmüş olmasıdır!
Onlarca yıl süren PKK terörüne rağmen, bu ülkede bir Türk-Kürt düşmanlığını yeşertilememiştir. Çünkü, bu ülkede bugüne kadar, Türk-Kürt ayrımı olmamıştır. Bin küsur yıldır bu topraklarda, Türklerle birlikte yaşayan, bu toprakları vatan belleyen Kürt kardeşlerimiz kendilerini Türk Milleti’nin aslî unsuru olarak görmüşlerdir.
Fakat bu yeterli midir? Elbetteki hayır! Emperyalist ‘dostlarımızın’ hesaplarını boşa çıkarmak için sürekli uyanık olmak, devletin devlet gibi hareket etmesi, Cumhuriyetin kuruluş ilkelerinin ötesinde fantezilerin peşinde koşarak, İç Cephe’de gedikler açılmaması gerekir. ./…

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678