Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
İsmail Şefik AYDIN

ORTA DOĞU NASIL BATAKLIK OLDU? (4)

Bugün kimi gafillerin, imzalandığına inanmadığı Sevr Antlaşması’nda, Kürdistan’ı amaçlayan maddeler de vardı! Sevr’in 88. maddesi ile, Ermenilere bırakılan Trabzon, Van ve Bitlis’in güneyindeki bir bölüm Kürtlere bırakılıyordu! 64. maddede ise şu hüküm mevcut:
“Kürtlere bırakılan bu bölgeler halkı, bu bölgelerde, Kürt nüfusunun çoğunluğunun Türkiye’den bağımsız olmak istediklerini kanıtlayarak, Milletler Cemiyeti Konseyi’ne başvururlarsa ve Konsey de, bu bağımsızlığı onlara tanımayı Türkiye’ye tavsiye ederse, Türkiye bu tavsiyeye uymayı ve bu bölgeler üzerinde bütün haklarından vazgeçmeyi şimdiden taahhüt eder. Bu takdirde, Kürdistan’ın şimdiye dek Musul ilinde kalmış kesiminde oturan Kürtlerin, bu bağımsız Kürt devletine kendi istekleriyle katılmalarına başlıca Müttefik Devletlerce hiçbir karşı çıkışta bulunulmayacaktır!”
Musul’un kaderini Musul halkının belirlemesi için Türkiye’nin, halk oyuna başvurulması teklifini, Birleşmiş Milletlerin, ‘halk buna ehil değil’ diyerek reddettiğini hatırlatırız! Mesele Kürdistan’ın kurulması olunca bu defa halkı ehil görüyorlar!
Atatürk’ün Türkiye’si, o zor şartlar altındayken bile, bu menfur projeyi engellemeyi başarmıştı. Ne yazık ki, AKP ile, ‘dostumuz’ Amerika Kürdistan’ı kuruyor!
Bu duruma nasıl geldiğimizi, bu ülkenin vatansever bürokratları, aydınları ve siyasetçileri çok iyi bilmek durumundadır. Her şey Atatürk’ten sonra, 19 Ekim 1939’da İngiltere ve Fransa ile bir İttifak imzalanması ile başladı. Dönüm noktası bu tarihtir! 1 Eylül’de, Almanya Polonya’yı işgal etmiş ve bunun üzerine 3 Eylül’de İngiltere ve Fransa Almanya’ya harp ilân etmişlerdi! Türkiye’nin buna rağmen, tarafsızlık siyasetini terk ederek, Almanya’nın ve Rusya’nın husumetini çekecek olan bu ittifak anlaşmasını imzalaması, sonraki yıllarda çekilen büyük yoklukların da temel sebebi olacaktır.
Almanlar sınırımıza dayanınca bu defa, 18 Haziran 1941’de, Almanların Rusya’ya saldırmasından tam dört gün önce, bir anlaşma da Almanya ile imzaladık! Ve tam bir ‘Kara Mizah’ olan bu durumu ‘İsmet Paşa’nın basiretli siyaseti’ diye tarihimize kaydettiler! Sonra, daha II. Dünya Harbi sona ermeden; ortada ‘Sovyet Tehdidi’ diye bir şey yokken, Amerika ile, ‘bağımsız bir devletin aslâ kabul etmeyeceği şartlarla’, 17 Şubat 1945 tarihinde bir İkili Antlaşma imzaladık ve bunu diğerleri takip etti!
‘Ruslar Kars’ı Ardahan’ı bizden istedi’ hikâyesi büyük bir ustalıkla, Amerikan vesayetinin perdelenmesi amacıyla yıllarca kullanıldı. Peki, Rus notası yok muydu? Vardı tabiî; iki Sovyet notası vardı. Sovyetler, Potsdam Konferansı’nda (17.7 – 2.8.1945) kararlaştırıldığı gibi, Montreux (Montrö) Sözleşmesi’nde öngörülen değişiklik isteme süresi geldiğinden, isteklerini resmî yazıya dökerler. İlk nota 8 Ağustos 1946 tarihlidir ve bu notada, ‘Kars ve Ardahan konularında bir şey yoktur! Ruslar, Boğaz rejiminin, 1921 Rus-Türk Antlaşması’nda öngörülen biçimde, Karadeniz’de kıyısı bulunan devletlerce düzenlenmesini ve Boğazların ortak savunulmasını ister. Bu ilk notanın reddi üzerine, 24 Eylül’de ikinci notayı verirler; “Önerilerimizi kabul etmeseniz de, birlikte inceleyelim” demeye getiren bu notada, Türkiye’nin, Boğazları Angloamerikanlarla birlikte Rusya’ya karşı kullanması korkusu belirtilir (Doğan Avcıoğlu, “Millî Kurtuluş Tarihi”, s. 1577, 1581)!
Evet, işte ‘Sovyet Tehditleri’ bu kadar ‘KORKUTUCUYDU’!
Diğer taraftan, ABD Devlet Başkanı Truman’ın da, Montreux’un tadilini istediği, ‘Boğazları askerden tecrit etmek ya da Uluslararası Bölge yapmak’ niyetinde olduğu Türk halkına hiç duyurulmaz” (Niyazi Berkes, “Unutulan Yıllar”, s. 341)!
4 Nisan 1949’da kuruluş anlaşması imzalanan NATO’ya, Demokrat Parti, 1952’de kabulümüzü ‘başardı’! Böylelikle, 1945 yılında ABD ile imzalanan ilk İkili Antlaşmayla başlayan, ‘Türk Ordusu’nu Kafese Sokma’ süreci de tamamlanmış olur! NATO’ya giren tüm ülkelerde olduğu gibi, Ordumuzun bünyesinde de, NATO gizli örgütü GLADYO’NUN yani SÜPER NATO’nun denetiminde bir yapı olan “Seferberlik Tetkik Kurulu” kurulur. Bu yapının amacı, ‘Sovyet istilâsına karşı direnişi örgütlemek’ görüntüsü altında, Amerika karşıtı bir rejim değişikliğini engellemekti! Bunun için de, toplumda bol bol ‘Sovyet Tehdidi’ propagandası yapılacak; bu kuruluş NATO’nun pis işlerine âlet edilecekti. Komünizmle Mücadele Dernekleri de bu operasyonun bir parçasıydı!
CHP’nin, çok isteyip de başaramadığı bu ‘mesut hadise’ Demokrat Parti’ye nasip olmuştu! Nitekim, Celâl Bayar’ın, “NATO’ya niçin girmediniz?” sorusuna, İsmet Paşa şu cevabı verecektir: “Aldılar da girmedik mi?”
Çok şükür! Sonunda artık Avrupalı olmuştuk! ‘Kurtulmuştuk!’ Devleti yönetenler öyle sanıyorlardı fakat Türk Milleti’ni çok hazin bir serüven beklemekteydi. Biz böyle bir hayale, 1856’da Paris Konferansı’na davet edildiğimizde de kapılmıştık! Bâbıâli bunu, ‘Avrupa devletleriyle eşit olduk’ diye anlamış ve ‘Kapitülâsyonlar kalktı’ diye sevinilmişti! l878’deki Berlin Kongresi’nde, büyük Avrupa devletleri, Türk topraklarını paylaşma kararı alınca ve Rumlar ve Ermeniler yararına, Balkanlarda ve Doğu Anadolu’da topraklarımıza müdahale hakkını kendilerine tanıyınca ayıkmıştık!
Burada bir hatırlatma yapalım: NATO ve Batı ile kurulan bağımlılık ilişkileri eleştirildiğinde, bugün bile hâlâ, ‘Dünyaya mı kapanacaktık?’ diyenler var. Tabiî ki, dünyaya kapanacak filân değildik; sadece bağımsızlığımızdan bu tavizleri vermeyip, Atatürk’ün çizdiği rotada devam etseydik, Türkiye bugün, bütün dünyanın itibar ettiği, bölgede söz sahibi bir ülke olacak ve emperyalist devletler bu coğrafyayı kan gölüne; çeviremeyeceklerdi. Tam Bağımsızlık siyasetini titizlikle takip eden büyük Atatürk’ü, İngiltere başta olmak üzere hangi ülkelerin devlet başkanlarının ziyaret ettiklerine bir bakın. Türkiye Atatürk döneminde dünyaya kapalımıydı ki, bugün bu itiraz yapılıyor?
1946 yılında, cari fazlamız 100 milyon liraydı ve hazinemizde 250 milyon dolarlık altın ve dövizimiz vardı. 1939’da rafa kaldırılan II. Beş Yıllık Plân, uygulamaya hazır olarak bekliyordu (Prof. Sina Akşin, “Türkiye Tarihi”, Cilt IV. s. 343)! Batı’lı ‘dostların’ baskısıyla, Plânlı Karma Ekonomi siyasetinden vazgeçtik; neticeleri meydandadır; o günden bu yana bir türlü dış borçtan kurtulamıyoruz!
Bugün, Arapların bizi, Kıbrıs davasında bile desteklemediklerini söyleyenler, bunun, Batı emperyalizminin çıkarlarına hizmet eden siyasetimiz yüzünden olduğunu görmezden gelirler! Bu siyasetin en temel araçlarından biri de BAĞDAT PAKTI’ydı. 24 Şubat 1955’de, Bağdat’ta imzalanan bir antlaşma ile Türkiye, Pakistan ve Irak’ın katılımıyla BAĞDAT PAKTI kurulmuş ve 4 Nisan’da, İngiltere de bu anlaşmaya katılmıştır. Böylelikle, İngiltere, hem Irak’taki askerî üslerini ve hem de Irak ve İran’da işletmekte olduğu petrolü garantiye alır! Bizim ‘kazancımız’ ise, Arap aydınlarının Türk düşmanlığını körüklemek olur! Hâlbuki, başta Nâsır olmak üzere Milliyetçi Arap aydınları, Atatürk’ün emperyalizme karşı verdiği mücadeleye hayrandılar ve hep onu örnek almaktaydılar! Fakat ne yazık ki, Türkiye’de artık 1945’den itibaren esmekte olan McCarty’cilik rüzgârı sebebiyle, Amerika’nın emperyalist olduğunu söylemek bile suçtu! Evet, McCarty’cilik (Muhaliflerin Komünistlikle Suçlanması), Amerika’dan önce bizde başlamıştır!
Bu yıl, Çanakkale Zaferi kutlamalarında bir AKP klâsiği daha yaşadık; Çanakkale’de Atatürk yine yoktu! Kendileri ile savaştığımız düşmanlarımız bile, Çanakkale’deki Atatürk için ‘O, kaderin adamıydı’ demelerine rağmen! Allah bunlara izan versin.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER