Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

MÜSLÜMANLIK VE AHLÂK (2)

Mehmet Akif yılar önce, şu mısraları boşuna yazmamış: “Kaç hakikî Müslüman gördümse, hep makberdedir. Müslümanlık bilmem ama, galiba göklerdedir!”
Müslüman ülkelerin içinde bulunduğu durum, Nurettin Topçu’ya da 11 Nisan 1965’de şu acı sözleri söyletmiş: “Hizmetine ömrümü harcadığım memlekette, dostlarım kalmadı gibi bir şey. İnsanın düşkünlüğünü, sefaletini bilirdim ama ruh sefaletinin bu kadar karanlığını görmemiştim. İnsan diye emek verdiklerimin hemen hepsi de. ruh ve mana mefhumuna yabancı, menfaat kölesi bir takım haşerelermiş. Ahlâksızlığın ummanı olan bu Şark’ı, yaşadıkça tanıyorum. Burada insanı fenerle arayanlar yanılmamışlar. ‘Müslüman’ız diyen insan yığını’ yok mu? Onlar, Şark’ın en aşağı tabakasını teşkil ediyor. Yaşanan şekliyle Müslümanlık Şark’ı bitirmiş. Buraya artık ne ilim girer, ne ahlâk, ne de Allah uzanır bunlara… Bunların önce her şeyi bırakıp, insanlık devrine girmeleri lâzım…”
Eski Diyanet İşleri Başkanlarımızdan Ali Bardakoğlu’nun 29 Mayıs tarihli Hürriyet’te yayınlanan mülâkatını mutlaka okuyunuz. Sayın Bardakoğlu, “Korkarım İslâmofobi ‘bizim mahalle’de de görülecek” uyarısını yapıyor.
İlginç değil mi? Muhteşem camiler yapmakta yarışıyoruz. 5-6 Bakanlığın bütçesine eş bütçesi olan bir Diyanet İşleri Başkanlığımız var. Kandiller, Kutlu Doğum Haftaları kutlanıyor. Nerede ise bütün okullarımızı İmam Hatip yapacağız. Fakat, İslâm’ın ruhu olan ilim, ahlâk, paylaşma ve adalet bize yıldızlar kadar uzak! Emperyalist Batı’nın Açık Pazarıyız!
Îmanın hemen ardından Amel-i Salih’in (iyi ve güzel işler yapılması) gelmesi, îman ile amel arasında kopmaz bir bağ olduğunu göstermektedir. “Siz sadece îman etmekle cennete gireceğinizi mi sanıyorsunuz” ifadesinden de anlaşılacağı gibi, aslında îman pratikte ortaya çıkan bir şey. Kur’an’a göre, “Çağının zulümlerine, adaletsizliklerine karşı çıkmayanlar, zulüm ve kötülüklere direnmeyenler, dayanışma ve yardımlaşma içinde olmayanlar hüsrandadır.”
İnşirah Suresi ayet 7, “O hâlde, boş kalır kalmaz hemen yeni bir şeye başla” diye buyuruyormuş ne umur! Biz namazda yarışıyoruz!
Bu hâlimizin sebebi, Kur’an’dan uzaklaştırılmamızdır. ‘Uydurulmuş Dinin’ ‘İndirilmiş Dinin’ yerine konulmasıdır. Müslüman kardeşlerimizin büyük bir çoğunluğu Kur’an’ın özü olan Fatiha Suresinin anlamını bile bilmezler; buna gerek de duymazlar! Çünkü önemli olan Fatiha Suresini her namazda Arapça olarak okumaktır. Bu sure ne diyor önemli değil!
Ramazan ayındayız. Televizyonlar dindarlık yarışı içinde olacaklar. Saçma sapan sözde dinî programlar yapılacak. Bu programların gedikli ilâhiyatçılarına, Müslüman kardeşlerimiz saçma sapan sorular soracaklar. Açlar düşünülmeden, iftar sofraları envai çeşit yemeklerle donatılacak. Lüks otellerde gösterişli iftarlar verilecek. Bir gösteriş yarışıdır gidecek. Varsın Kur’an ‘israf haramdır’ desin! Mukabeleler okunacak. Arapça Kur’an dinlenecek. Hâlbuki yüce Allah, “Bu Kur’an’dan hesaba çekileceksiniz” diyor (Zuhruf 44)! Yani, Kur’an’ın emri, ‘Kur’an’ı kendi dilimizde okuyup öğrenmek!’ Peki, anlamını bilmediğimiz, sadece ezberlemekle yetindiğimiz Kur’an’dan nasıl imtihan olacağız? Soruların cevaplarını bilmiyoruz ki! Ne umur! Namazı kıl, Oruç farizasını uygula yeter!
Bir toplumda ahlâk, paylaşma ve adalet duygusu yok olmuşsa, orada Müslümanlıktan söz edilebilir mi?
Geçenlerde, bir yazımızda, Millî Görüş’ün ideologlarından Dr. Süleyman Akdemir’in bazı önemli değerlendirmelerinden söz etmiştik. Sayın Akdemir, mealen, ‘yüce Allah’ın hayatı 7. yüzyılda dondurmadığını; zaten Kutsal Kitabımızın da tekâmüle yani evrime işaret ettiğini hatırlatarak, Kur’an’a selefî bir anlayışla yaklaşılmasının doğru olmadığını; Allah’ın buyruklarının günümüzde ne ifade ettiğini anlamamız gerektiğini işaret etmekteydi!
Tekamül (Evrim) konusunda, Hud 7, Nuh 14 ve Ânkebût 19’u lütfen okuyunuz.
İlâhiyatçı, Recep İhsan Eliaçık da, bu konu üzerinde şunları söylemektedir: “Kur’an insanlığa hiç duyulmamış, yepyeni şeyler getirmez. Bilâkis, bilindiği hâlde, uygulanmayan, her insanda fıtraten var olan insanlık vicdanını uyandırmak ister. İyilik, güzellik, doğruluk, dürüstlük, sevgi, saygı, namus, adalet, erdem, vefa, dostluk, kardeşlik, cömertlik, yiğitlik, mertlik gibi, Temel İnsanlık Değerleri (hablu’n-nâs) üzerinde ısrarla durur ve sürekli olarak bunları talep eder. Bunları aynı zamanda Allah’ın ipi/yolu/değerleri (hablullah) olarak vazeder (Recep İhsan Eliaçık, “Yaşayan Kur’an”, s. 6-7).
Nitekim, SAD Suresi, âyet 87’de de, “Şu Kur’an, insanlığa kendi özünü hatırlatmadan başka bir şey değildir” denildiğini hatırlatalım!
Şu değerlendirme de sayın Eliaçık’ın: “Şu an, biz bu metni (yani Kur’an’ı) indirildiği ortamdan alıyor, bu ortama getiriyoruz. Bu metni ortaya çıkaran arka plân ise tüm aktörleriyle birlikte orada kalıyor. Çünkü hepsi tarih oldu. İşte bu nedenle, nüzul ortamından uzaklaştıkça (Tanrı ne dedi) den öte, ‘Ne demek istedi?’, ‘Niçin böyle dedi?’, ‘Hangi sorunu çözmek için böyle dedi?’, ‘Sorun neydi ki?’, ‘Bugün aynı sorun yaşanıyor mu?’, ‘Bugün için ne anlam ifade ediyor?’ v.b. sorular kaçınılmaz olmaktadır.”
Tabiî bu soruları sorabilmek için, önce Kur’an’ı kendi dilimizde okumak ve anlamak gerekiyor. Ne yazık ki, Atatürk, Elmalılı Hamdi Yazır’a, Kur’an tefsirini yazdırıncaya kadar, milletimiz Kur’an’ı, anlamını bilmeden, aracılardan, sözde öğrenerek dinini yaşadı! Atatürk’e kızmalarının bir sebebi de bu olmalıdır. Çünkü aracıların kazanç kapısını büyük ölçüde kapatmıştır.
1957 yılında Tunus’a giden Türk heyetine, Tunus Baş Müftüsü, “Türkiye’de ibadetin Türkçe olmasını” tavsiye etmiştir. Ona göre Kur’an ölüye okunmak için değil, anlayıp da tatbik etmek için gönderilmiştir (General Fahri Belen, “Tarih Işığında Devrimlerimiz”, Cilt III, s. 20).
Mehmet Akif de, aşağıdaki mısralarıyla bu vahim duruma işaret ediyor:
Ya açar bakarız Nazm-ı Celil’in yaprağına/ Ya üfler geçeriz bir ölünün toprağına/ İnmemiştir hele Kur’an, bunu hakkıyla bilin/ Ne mezarlıkta okunmak, ne fal bakmak için. / Ölüler dini değil, sen de bilirsin ki, bu din./ Diri doğmuş, duracak dipdiri, durdukça zemin…”
Ne dinimizi, ne tarihimizi doğru düzgün biliyoruz. Bu millet, Peygamberini de Atatürk’ü de çok sever fakat ikisini de yeterince tanımaz! Bize Îmanın şartını ‘ALTI’ olarak öğrettiler. Nerede yazıyor bu? Amentü duası ile ‘Kadere Îmanı’ dayatıyorlar! Var mı Kur’an’da böyle bir şey? Peki, her şey kaderse; Cennet ve Cehennem niye var o zaman? Fakat, Kur’an’ı okumazsak nereden bileceğiz kaderimizin kendi ellerimizde olduğunu!
Bakınız Yüce Allah ne buyuruyor ŞÛRA 30’da: “Başınıza her ne musibet geliyorsa bu kendi ellerinizle kazandıklarınızın sonucudur.”
Kızılderili şefe torunu, “KÖTÜLÜK MÜ İYİLİK Mİ KAZANACAK?” diye sorar. Şef, “Hangisini beslersen oğul” diye cevaplar!
Kutsal kitabımız da bizden, iyiliği beslememizi; okumamızı, araştırıp sorgulamamızı, öğrenmemizi ve hülâsa, insanlaşmamızı istiyor.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678