Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

HOLLANDA KRİZİNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Hollanda ile bir kriz yaşıyoruz. Bakanlarımızın, bu ülkede referandum propagandası yapmaktaki ısrarları, iki ülke arasındaki ilişkilerin gerilmesine sebep oldu. Bunlar yaşanmayabilirdi. Yaşanmamalıydı. İki ülke arasındaki gerginliği sessiz diplomasi ile hâlletmek mümkünken; iktidar gerilimi tırmandırmayı tercih etti. Peki, neden? Çünkü referandumun tehlikede olduğu görüldü. Evet oylarını arttırmak için böyle bir gerginlik yaratılması gerekiyordu. Hollanda’nın, Dışişleri Bakanımızın uçağına iniş izni vermemesinden sonra, bu defa, Aileden Sorumlu Devlet Bakanı kara yolu ile Hollanda’ya gönderildi. “EVET” propagandası için Almanya’da bulunan Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç tercih edilmedi. Çünkü başörtülü kadın bir bakanın Hollanda’da tahkir edilmesi daha çok ses getirirdi! Aydınlık gazetesinin haberinden, Başbakanın, bu sayın Hanım Bakanı, Hollanda’ya gitmemesi için uyardığı anlaşılıyor. Demek ki, bir irade devreye girmiş!
Hollanda’da o nahoş olaylar yaşanırken, Hollanda Büyükelçimizin ortada görünmemesi bir başka gariplikti. Bakanla ilgilenen, bir süre gözaltına alınan Rotterdam Başkonsolosumuzdu. Hollanda bu gözaltı için daha sonra özür diledi. Peki, Büyükelçimiz neredeydi? Meğer, 2013 yılında Hollanda Büyükelçiliğine atanan Büyükelçi Sadık Arslan, tam bir aydır Ankara’daymış; Euro olarak Büyükelçi maaşını alırken, Cumhurbaşkanına danışmanlık yapmaktaymış! Hani, referandumla oylanacak olan, dünyada bir eşi daha olmayan sisteme ‘Türk Tipi Başkanlık Sistemi’ diyorlar ya; Hollanda Büyükelçimizin Cumhurbaşkanına danışmanlık yapması da bir başka garabet.
Hükümetin Hollanda’ya uygulayacağı bildirilen yaptırımlar arasında, diplomatik uçuşların yasaklanması da var. İyi de, Hollandalı bakanların, başbakan dahil, özel uçakları yok ki! Onlar tarifeli uçaklarla uçuyorlar! Evet, size belki tuhaf gelebilir fakat, yıllık ihracatı yaklaşık 500 milyar dolar olan Hollanda’da, hükümetin emrinde özel uçak yok! Sayın Abdullah Gül Cumhurbaşkanı iken Hollanda’yı ziyaretinde, Hollanda Başbakanının Gül’le görüşmeye bisikletiyle geldiğini de hatırlatalım!
Hollanda ile yaşanan krizden sonra, bir AKP İzmir milletvekilinin, “EVET” oylarının en az iki puan arttığını söylemesi, krizden muradın ne olduğunu göstermiyor mu? Türkiye Cumhuriyeti’nin Bakanlarının aşağılanmış olmaları kimin umurunda! Böyle bir aşağılanma ne Osmanlı’da; ne de Cumhuriyet Döneminde yaşandı! Sadece, Mütareke Döneminde, Vahdettin’in Sadrazamı Damat Ferit Paşa’nın Fransa’dan kovulması hadisesi var.
Rus uçağını düşürdük; Rus turistler gitti! Bu ülkeye yapılan sebze ve meyve ihracatımız bitti! Almanya ve Hollanda ile atıştık; şimdi de Alman ve Hollandalı turistler sorunu yaşayacağımız anlaşılıyor! Ülkemize en fazla turist bu ülkelerden gelmekteydi! Bu ekonomimize neye mal olacak? Sorumlu bir iktidar, atacağı her adımın, yapacağı her uygulamanın bu ülkeye getirisini düşünmek zorunda olmalı değil mi?
Avrupa ülkeleri ile yaşanan bu kriz nedeniyle, iktidar Batı emperyalizminden ve Batı’nın Haçlı ruhundan söz etmeye başladı. Bu güzel bir gelişme. Fakat bunun, AKP iktidarının 15. yılında kavranmış olması çok hazin! Batı’nın emperyalist olduğunu, Haçlı Ruhu’na sahip olduğunu yeni mi anladık? 2001 yılındaki İkiz Kuleler saldırısından sonra, ABD Devlet Başkanı Bush’un “Bu bir Haçlı Seferidir” sözleri ile İslâm ülkelerini hedef aldığı nasıl unutulur? Kaldı ki, Batı’nın Emperyalistliği ve Haçlı Ruhu yeni bir şey değil ki!
Osmanlı İngiltere ile, 1838 yılında imzalanan Serbest Ticaret Antlaşması’ndan sonra, Batı’nın yarı sömürgesi durumuna dönüşmüştü. Atatürk Batı Emperyalizmini ve Batı’nın Haçlı Ruhu’nu çok iyi bilmekteydi. Fakat buna rağmen Batı ile karşılıklı çıkara dayalı çok saygın ilişkiler kurmayı da başarmıştı. Plânlı Karma Ekonomi siyaseti ile Batı’nın ekonomik vesayetini kırdık. Fakat, Atatürk’ten sonra, bunların elimize tutuşturdukları reçetelere bel bağladık! Ne yazık ki, Atatürk’ten sonra, yeniden, hem de, Atatürk’ün onca uyarısına rağmen, Batı’nın ekonomik sömürüsüne açık bir duruma geldik!
AKP iktidarı da, bu Batıcı politikayı aynen sürdürmüştür. Batı’nın telkinleri ile yapılan özelleştirmeler; “Babalar gibi satılan” devlet teşebbüsleri unutuldu mu? Emperyalist Batı’ya bu bağımlılığımızın AKP iktidarındaki faturası 433 milyar dolar dış borç faizi ve 450 milyar dolar dış borçtur! Kıbrıs’ta, Ege’de ve PKK meselesinde verilen tavizler de unutulmamalıdır.
Peki, ya Dinlerarası Diyalog meselesi ne olacak? Bu, Ilımlı İslâm; yani İslâmiyet’in antiemperyalist özünün yok edilerek, emperyalizmin yedeğine alınması projesine, verilen destek nasıl unutulabilir?
Bugün, Batı’nın Emperyalistliğinden ve Haçlı Ruhundan söz eden iktidarın, Avrupa Birliği’ne üye olmak uğrunda vermediği taviz kalmadı. Hiçbir zaman üye olamayacağımız bir Hıristiyan Kulübü olan Avrupa Birliği, 2004 yılında İlerleme Raporunu kabul ettiğinde, AB’ye giriyoruz diye, Ankara’da güpegündüz, havai fişeklerle kutlama yapıldığını da hatırlatalım!
İktidar en azından dış ticaret açığımızın büyümesinde önemli bir etkisi olan, 1995 tarihli Gümrük Birliği antlaşmasının gözden geçirilmesini isteyebilirdi. İktidarın bugüne kadar yaptıklarının ışığında, kanaatimiz odur ki, Batı karşıtı söylemin sebebi, milliyetçi oyları devşirerek, referandumda EVET çıkmasını sağlamaktır.
Doğrudur; Batı Emperyalisttir. Haçlı Ruhu yaşamaktadır. Fakat bu gerçekler yüzünden Batı’ya sırtımızı dönmek gerekmez. Türkiye, Atatürk döneminde, bunu bilerek, Batı’ya teslim olmadan, Batı ile karşılıklı çıkara dayalı, saygın ilişkiler kurmayı başarmıştı. Batı ile kurulan ilişkilerin ülkemizin sanayileşmesine engel teşkil etmeyecek bir düzeyde olması gözetilmişti. Bugün, bu iktidarın, Atatürk dönemindeki gibi, bir Ekonomik Milliyetçilik programı ne yazık ki, mevcut değildir. Bunun olabilmesi için, Türkiye’nin Atatürk dönemindeki gibi, başta Rusya olmak üzere bölge devletleri ile dostluk ilişkilerini geliştirmesi bir zorunluluktur. Fakat iktidar, ne yazık ki, bu konuda kararlı bir siyaset takip edememekte; bir yandan Rusya’ya yakınlaşırken; diğer taraftan sanki, aklı Amerika’daymış gibi bir tavır sergilemektedir!
Diğer taraftan, Batı’da zaten İslâm düşmanlığı yükselirken, bunu teşvik edecek bir söylemden, diplomatik olmayan bir üsluptan kaçınmak gerekmez mi? Batı ile tırmandırılan bu gereksiz gerginlik, Batı’daki olumsuz imajımızı daha da güçlendirmez mi? Yurt dışında yaşayan 6.5 milyon yurttaşımızın durumlarını zorlaştırmaz mı? Komşularımızla sıfır sorun derken, geldiğimiz hazin durum, sadece komşularımızla değil, tüm dünya ile ‘Değerli bir yalnızlık’ değil midir? Bu ‘değerli yalnızlık’ ifadesi, eski Başbakan Davutoğlu’na aittir.
İktidarın Hollanda krizi sırasındaki sert söylemi, Batı’lı ülkelerde zaten mevcut olan Türk ve Müslüman düşmanlığını körüklemektedir. Avrupa hükümetlerinin emperyalist politikaları yeni bir şey değil. Fakat bizim, bu ülkelerde, Türkler ve İslâmiyet hakkındaki olumsuz algıları yıkacak bir çaba içinde olmamız gerekmez mi?
Atatürk Döneminde hem Batı emperyalizminin vesayetinden kurtulmayı başarmış, hem de Batı’nın saygı duyduğu bir ülke hâline gelmiştik. Bunu bugün yine yapabiliriz. Yeter ki, hayalperest Osmanlı hayranlığından vazgeçerek; Cumhuriyeti ve Atatürk’ü, önyargılarımızı bir kenara bırakarak anlamaya çalışalım ve rehber edinelim. Zaten başka çaremiz de yoktur.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678