Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

BU SURİYE DÜŞMANLIĞI NEDENDİR? (3)

Ne acıdır ki, bu coğrafyanın bu kadar kanlı bir kaosa sürüklenmesinde bizim payımız oldukça büyüktür. Bunun birinci derecede sorumlusu, Enver Paşa’nın hayalperestliği yüzünden sürüklendiğimiz I. Dünya Harbi’dir. Kesinlikle, dışında kalmamız mümkün olan bu harbin sonunda, hem ülke olarak bir felâket yaşadık; hem de, emperyalist devletler bu coğrafyayı, bizim irademizin dışında, kendi emellerine göre parçalayabilmek imkânına kavuştular!
Günümüzdeki bu kaosun ikinci nedeni, Atatürk’ün, emperyalist devletleri bölgemizden uzak tutmak amacıyla, bölge devletleri ile işbirliğini güçlendirmesinden sonra, ülkemizin yeniden Emperyalist Devletlerin vesayetine sokulmasıdır.
İmparatorluğun hazin sonunu bizzat yaşayan, bunun sebeplerini çok iyi tespit eden Atatürk, bu engin tecrübesi ile, Nutuk’ta, takip edilmesi gereken dış siyaset hakkında aslâ unutmamız gereken, şu çok önemli uyarıyı yapmıştı:
“Muhtelif milletleri, müşterek ve genel bir unvan altında, toplamak ve bu muhtelif unsur kütlelerini ayni hukuk ve şartlar altında bulundurarak güçlü bir devlet tesis etmek, parlak ve cazip bir düşüncedir. Hattâ, hiçbir hudut tanımayarak, dünyada mevcut bütün Türkleri dahi, bir devlet hâlinde birleştirmek, aslâ mümkün olmayan bir hedeftir. Panislâmizm, Panturanizm siyasetinin başarılı olduğuna ve dünyayı tatbik sahası yapabildiğine tarihte tesadüf edilmemektedir. Irk farkı gözetmeksizin, bütün insanlığı kapsayan tek bir dünya devleti kurma hırslarının sonuçları da tarihte yazılıdır. İstilâcı olmak hevesleri konumuzun dışındadır. İnsanları, her türlü özel duygularını ve bağlantılarını, onları kardeşlik ve tam eşitlik içinde birleştirerek, insanî bir devlet kurmak görüşünün de, kendisine özgü şartları vardır. Bizim açık ve uygulanabilir gördüğümüz siyasî yöntem, ‘Millî Siyaset’tir. Dünyanın bugünkü genel şartları ve yüzyılların kafalarda ve karakterlerde biriktirdiği gerçekler karşısında hayalperest olmak kadar büyük hata olamaz. Tarihin dediği budur. Bilimin, aklın ve mantığın dediği budur. Milletimizin güçlü, mutlu ve sağlam bir düzen içinde yaşayabilmesi için, devletin bütünüyle Millî bir siyaset takip etmesi ve bu siyasetin iç örgütlerimize tamamen uyumlu ve müstenit olması lâzımdır. Millî Siyaset dediğim zaman, kast ettiğim mana, şudur: Millî sınırlarımız içinde, her şeyden önce, kendi gücümüze dayanarak, varlığımızı koruyup milletin ve ülkenin gerçek mutluluğuna ve bayındırlığına çalışmak; gelişigüzel, ulaşılamayacak emeller peşinde milleti uğraştırmamak ve zarara uğratmamak; medenî dünyadan, medenî ve insanî muamele ve karşılıklı dostluğu beklemektir” (Nutuk, Türk Tarih Kurumu yayını, Cilt II. s. 585).
Bu uyarı, aynı zamanda büyük Atatürk’ün bu ülkeyi yönetecek olanlara vasiyetiydi.
Osmanlı İmparatorluğundan doğan devletlerin bir dayanışma içine girmeleri gerektiğine inanan Atatürk, bu konuda da şu önemli tahlili yapmaktadır:
“1.İmparatorluğun siyasî bünyesi iflâs etmiş olmakla beraber, vaktiyle hüküm sürdüğü yerlerdeki müşterek ekonomik şartlar ve menfaatler mevcut olmakta devam etmektedir.
2. İmparatorluğun enkazı üzerinde kurulmuş bulunan bağımsız devletlerin kaderleri her bakımdan aynıdır.
3. Buralarda yaşayan, başka ırklara mensup olan milletlerin bile mizaçları, yaşayış tarzları, âdetleri, itiyatları yekdiğerinden hemen hemen farksızdır; dilleri de birbirine karışmıştır.
4. Yüzyıllar boyunca vatandaş olarak yan yana yaşamış olan bu milletler arasında, elbette ki, umumî ve ferdî birçok dostluk bağları vücut bulmuştur ve bazı nahoş olaylara rağmen bu bağlar henüz gevşememiştir.
5. Coğrafî, siyasî, iktisadî sebeplerle beraber mevcudiyetlerini her türlü tecavüzlere karşı koruma ihtiyacı kendilerinin ittifak, hattâ ittihat (birlik) hâlinde yaşamalarını âmirdir. Bu, umumî dünya sulhu için de lüzumludur ve üzerinde soğukkanlılık, şuur ve samimiyetle çalışılırsa pekâla mümkündür de.
Binaenaleyh, bu milletler, düşürüldükleri gaflet çukurundan bir an evvel kurtulmaya çalışmalı, aralarında mevcut olup, bazı emperyalist devletler tarafından mütemadiyen körüklenmekte bulunan arazî kavgaları ile diğer anlaşmazlıkları ortadan kaldırmalı, müsavi şartlarda -az zamanda konfederasyonlara doğru gidecek olan- kuvvetli- bir ‘Birlikler manzumesi’ kurmalı, bu gaye için diğer komşu milletlerle de anlaşmak çarelerini aramalıydılar. Ancak bu yoldan, hep beraber, güvenlik ve huzur içinde yaşamalarını sağlayabilirlerdi” (Hasan Rıza Soyak, “Atatürk’ten Hatıralar”, s. 500).
Soyak, daha sonra bize şu bilgileri veriyor: “Atatürk, vakit geçirmeksizin, gerek resmî, gerek hususî her temas ve fırsattan faydalanarak, çevremizdeki devletlere bu gerçeklerle, apaçık zaruretleri anlatmak için harekete geçmiştir. Dünkü gafil düşmanlarımız Yunanlılara bile –hem de kahraman Anadolu’nun bağrında açtıkları derin yaralar henüz kapanmamış iken- dostluk elini uzatmaktan çekinmemiştir!”
Nitekim, Atatürk’ün bu samimî çabaları 1934 yılında, Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya arasında imzalanan Balkan Paktı ile sonuçlanacaktır. Bu Pakt’a daha sonra Bulgaristan ve Arnavutluk da katılacaktır. Balkan Paktı’nı takiben Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında 8 Temmuz 1937’de Sadabat Paktı imzalanacaktır.
Doğan Avcıoğlu’nun belirttiğine göre, “Bulgaristan’ın silâhlanmasına getirilen sınırlamaların kaldırılması için, öteki Balkan devletlerinin rızasını elde etmekte Türkiye önemli rol oynar. Türkiye, Balkan Devletleri arasındaki anlaşmazlıkların giderilmesinin yanı sıra, bu devletlerin öteki komşularıyla, özellikle Sovyetler Birliği ile iyi komşuluk ilişkileri kurmalarına büyük önem verir. Örneğin ne Türkiye, ne de Sovyetler Birliği tarafından Romanya’nın Basarabya’yı ilhakı tanınmadığı hâlde, Rusya ve Romanya arasındaki kötü ilişkiler, Türkiye’nin aracılığıyla düzeltilir” (Doğan Avcıoğlu, “Millî Kurtuluş Tarihi”, s. 1440)!
Türkiye günümüzde, bu millî siyasete yıldızlar kadar uzaktır. Bunun sebebi de, Atatürk’ten sonra, Atatürk’ün sözleriyle, “Bizi mahvetmekte kararlı” olan Batı’yla ittifak ilişkisi içine girilmesidir.
Bugün için de, bulunduğumuz durumu iyi anlayabilmek için, tarihî süreç içinde yapılan hataları iyi kavramamız gerekir. Önceki yazımızda, İttihat ve Terakki Partisi’nin güçlü ismi Enver Paşa’nın maceraperestliği nedeniyle girdiğimiz I. Dünya Harbi’nin, coğrafyamızın bu kaos ortamına sürüklenmesinde çok büyük etkisi olduğunu belirtmiştik. Çünkü, I. Dünya Harbi mağlubiyetiyle, bir anda, bin yıl hâkim olduğumuz bu coğrafyadaki bütün inisiyatifimizi kaybetmiştik. İttihatçılar, hem Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasına hem de, bu coğrafyanın, emperyalist devletlerin emellerine göre, bizim irademizin dışında belirlenmesine sebep olmuşlardı. Fakat, Atatürk’le durumu bir nebze olsun toparlamayı başarmıştık. Bunun nasıl olduğunu, geçen haftaki yazımızda kısaca anlatmıştık. Atatürk, emperyalist devletlerin bölgemizdeki etkinliklerini sınırlayabilmek için Balkan ve Sadabat Paktları’nı kurmayı başarmıştı. Fakat, Atatürk’ten sonra, bu ittifaklar etkisizleştirildi. Bunun sebebi de, Batı ile kurulan ittifak ilişkileridir.
Peki, bu nasıl oldu?
Gelecek yazımızda bunun nasıl olduğunu anlatacağız.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678