Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

BİZ ASIL SAVRULMAYI ATATÜRK’TEN SONRA YAŞADIK! (2)

Amerika ve İngiltere, bölgedeki hâkimiyetlerini garantiye almak için kontrol ettikleri devletleri bir paktta birleştirmek isterler. BAĞDAT PAKTI fikri böyle doğar. Hâlbuki, Atatürk’ün kurduğu SADABAT PAKTI, Bölge Devletlerinin, Emperyalist Devletlere karşı bir işbirliğiydi!
Bu arada Endonezya’da, Bağlantısız Ülkeler bir konferans düzenleme kararı alırlar. BAĞDAT PAKTI’nın kuruluş hazırlıkları içinde olan Türkiye, 18 Nisan 1955’de, Tito, Nâsır, Nehru ve Makarios gibi liderlerin katılımıyla, Endonezya’nın Bandung şehrinde toplanan Bağlantısız Ülkeler Konferansına son dakikada, ABD Dışişleri Bakanı Dulles’in isteği üzerine katılır. Dışişleri Bakanımız Fatin Rüştü Zorlu’nun burada, Bağlantısızlar Hareketi’ni eleştirerek, Amerikan yanlısı bir tavır sergilemesi, 3. Dünya ülkelerini şaşırtır ve Türkiye’nin itibarı iyice sıfırlanır! Hâlbuki, Türkiye burada, sadece Atatürk’ten söz etmekle bile, bu ülkelerin desteğini alabilirdi. Çünkü bu ülkeler bizi, Millî Bağımsızlık Hareketlerinin öncüsü olarak görüyorlardı!
Ne var ki, Fatin Rüştü Zorlu Bandung’ta, “Orta yol” politika olamayacağını, tarafsızlığın aymazlık olduğunu, insanın gözünü yummakla tehlikeden korunamayacağını söyler; NATO, SEATO ve BAĞDAT Paktı’nı över! Buna karşı, Hindistan’daki İngiliz cezaevlerinde, Atatürk’ün bağımsızlık savaşını ve tarafsızlık politikasını hayranlıkla izleyen Nehru’dan, âdeta bir tokattan farksız şu karşılığı alır: “Hindistan; Komünist, ya da antikomünist her çeşit bloklaşmaya karşıdır. Bu bloklardan birine katılma, bir Asya-Afrika devleti için hoş görülmez bir küçük düşmedir. NATO, sömürgeciliğin en güçlü koruyucularından biridir” (Avcıoğlu, “Millî Kurtuluş Tarihi”, s. 1637)!
Bandung’taki Bağlantısızlar Konferansı’ndan tarafsızlık inancı güçlenmiş olarak dönen Nâsır, Çin Halk Cumhuriyeti ile diplomatik ilişki kurar. Bağdat Paktı’na girmeyi ve ABD kontrolü koşuluna bağlı Amerikan askerî yardımını, ‘Yabancı Nüfuzu Getiriyor’ gerekçesiyle reddeder! Bunun üzerine Amerika; Mısır’a Asuvan Barajı için verilen krediyi keser. Nâsır’ın karşılığı, 26 Temmuz 1956’da Süveyş Kanalı’nı millîleştirmek olur. İngiltere, Süveyş Kanalı’nı bombalar! Londra Konferansı’nda, Cumhuriyet Türkiye’sinin 1923’ten beri ‘Boğazlar Türkiye’nindir’ görüşünü savunduğunu bilen Nâsır, bu önemli kanalda çıkan anlaşmazlığın çözülmesinde, ‘Mısır’ı destekleyeceğini sanarak’, Ankara Hükümeti’nin aracılığını ister. Ama Türkiye Amerikan plânını destekler (Avcıoğlu, age. s. 1638)!
Mısır’ı Bağdat Paktı’na katılmaya davet eden ABD Dışişleri Bakanı J.F. Dulles’le, Nâsır arasında çok çarpıcı bir diyalog var. Nâsır’ın, “Kime karşı bu pakt?” sorusuna Dulles “Rusya’ya karşı” diye cevap verir. Nâsır ise, İngilizlerle mücadelededir ve “İngilizlerin 70 yıldır topraklarında olduğunu” hatırlatır (Avcıoğlu, age.s.1634)!
Arap Birliğini parçalayan BAĞDAT PAKTI yüzünden Türkiye, milliyetçi Arap aydınlarının düşmanlığını kazanır! Ayrıca, bu Emperyalist Pakt’a katılması Irak’ı zayıflatır; Kral ve Hükümet kendi ülkelerinde itibarsız ve desteksiz kalır ve bu da, 1958 askerî darbesine yol açar!
Bugün hâlâ, “Araplar bizi I. Cihan Harbi’nde arkadan vurdu” masalını anlatanlar, emperyalizmin işbirlikçisi konumunda, bölgemizde nelere önayak olduğumuzu bir türlü görmek istemezler! Ayrıca, Arapların bizi ‘arkadan vurması’ konusunda şu önemli gerçeği hatırlatmak isteriz: I. Dünya Harbi’nin sonlarına doğru İngilizlerle işbirliği yapan Mekke Şerifi Hüseyin ve oğlu Faysal bizi arkadan vurmuştur; doğrudur. Fakat bu ihaneti bizzat yaşayan Atatürk, Araplara dostluk elini uzatmakta tereddüt etmemiştir!
BAĞDAT PAKTI üyesi Irak’ta 14 Temmuz 1958’de gerçekleşen askerî darbeden sonra, Irak bu Pakt’tan çekilir. İngilizler de, bu ülkedeki üslerini terk etmek zorunda kalırlar! Bunun üzerine, 21.08.1958’de, ABD’nin de katılımıyla CENTO kurulur. Tabiî, Türkiye yine baş roldedir!
Irak’taki darbeye Türkiye’nin gösterdiği tepki konusunda, Haydar Tunçkanat şu vahim bilgiye yer vermiş. 15 Temmuz’da, İsrail Ataşesi; İsrail Başbakanı ve Genel Kurmay Başkanı adına, Türk Genel Kurmayına giderek şu teklifi yapar: “Ürdün Krallığı İngilizler, Lübnan Cumhuriyeti Amerikalılar tarafından korunacaktır. İsrail de Suriye’yi, Birleşik Arap Cumhuriyetinden ayıracaktır. Türkiye de İran’la birlikte Nuri Essayit rejimini restore edecektir” (“İkili Antlaşmaların İçyüzü”, s. 182)!
Bu teklif Genelkurmay Başkanı tarafından Cumhurbaşkanı ve Hükümete götürülerek kabul edilmişse de uygulamasına geçilememiştir.
Atatürk’ten sonra kurulan bu ilişkiler yüzünden Türkiye, müthiş bir itibar kaybına uğramıştır. Irak’ta, 1958 ve 1959 yıllarında gerçekleşen Türkmen katliamı da bu itibar kaybının bir sonucudur. 14 Temmuz darbesinden sonra, Türkiye ile köprüleri atan askerî yönetimin müsamahası ile, Barzani aşireti 22-24 Ekim 1958 tarihlerinde, Kerkük’te Türkmenlere saldırır. Bu saldırı 1959’da tekrarlanır. Türkiye, bu katliamları seyretmek durumunda kalacaktır! Çünkü, Bağdat’la yollarımız ayrılmıştı!
Burada şu soruyu soralım: Büyük Atatürk’ün SADABAT PAKTI anlayışını yaşatmış olsaydık, Kerkük’te bir Türkmen katliamı söz konusu olabilir miydi; Emperyalist Devletler, günümüzdeki bu kanlı senaryoları uygulayabilirler miydi?
Hindistan’ın kurucusu Gandi’nin Türkiye hakkındaki şu sözlerini hatırlatırız: “Biz, Türkiye Cumhuriyeti’ni dünyanın en güçlü devletlerini dize getiren bir büyük devlet olarak tanıdık. Türk Milleti’nin emperyalistlere karşı verdiği mücadeleden ilham da aldık. Fakat, Atatürk öldükten sonra Türkiye, küçük bir Balkan devleti derekesine düştü!”
Atatürk, bin yıl birlikte yaşadığımız bölge devletleriyle ilişkilere büyük önem vermekteydi. Atatürk’ün sofra hizmetkârı Cemal Granda’nın bu konuda ilginç bir hatırası var. Ankara’ya gelen bir Irak heyeti ile ekonomik ilişkiler üzerinde görüşmeler yapılmaktadır. Atatürk toplantıların sonunda, “Irak’la Türkiye kardeş memleketlerdir; yıllarca bir arada yaşamışlardır. Ne yapıp edip ilişkilerimizi arttıralım” diyerek, orada bulunan Millî Eğitim Bakanı’na, “Bağdat’a Türk tiyatrosu gönderelim” diye emir verir! Bakan bir an ne diyeceğini şaşırır! ‘Devlet Tiyatrosu henüz kurulmamıştı. Yabancı bir ülkeye gönderilecek bir sahne gücümüz yoktu. Gidip orda mahcup olmak da vardı.’ Bakan alçak sesle, “Hangi tiyatroyu göndereceğiz Paşam?” diye sorar. Bundan sonra şu diyalog gelişir: Atatürk: “Ankara’da bir Halkevi var mı?” Bakan, “Evet, var!” Atatürk: “Orada bir temsil oynanıyor mu?” “Oynanıyor!” Atatürk: “İşte o Türk tiyatrosudur. Onu Bağdat’a gönderiniz!” Bunun üzerine Raşit Rıza Topluluğu Bağdat’a gönderilir ve orada temsiller verir (“Atatürk’ün Uşağının Gizli Defteri”, s. 144).
Atatürk’e ‘Batıcı’ diyenler, O’nun, ‘Araplardan uzak durmamızı’ vasiyet ettiğine inananlar çok vahim bir yanılgı içindedirler. Atatürk, tam manasıyla bu coğrafyanın insanıydı ve bin küsur yıl bir arada yaşadığımız İran’la ve Arap Devletleriyle kültürel, siyasî, askerî ve ekonomik ilişkilerin geliştirilmesinden yanaydı.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678