Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

ATATÜRK HAKKINDAKİ YALANLAR (1)

İşleri güçleri Atatürk’le! Türk Milleti’ni I. Dünya Harbi’nden sonra düşürüldüğü zillet çukurundan çekip çıkaran, bu Cumhuriyeti kuran ve bu Kutsal Vatan Topraklarında, Hür ve Bağımsız bir millet olarak yaşamamızı sağlayan büyük Atatürk’e utanmazca dil uzatıyorlar ve ne yazık ki, iktidardan da himaye görüyorlar! Ne ise ki, TV NET televizyonundaki Derin Tarih programında yapılan çirkinliğe gösterilen büyük tepki üzerine savcılık harekete geçmiş. Hâlbuki, ‘Cumhuriyetin Savcıları’, Cumhuriyetin kurucusuna yapılan bu tür saygısızlıklara karşı doğrudan harekete geçmeliydiler.
Bu yazı dizimizde, Atatürk hakkındaki bazı yalanlara değineceğiz. Halk oylaması öncesinde, Atatürk’ün Meclis Başkanlığı’na sadece bir oy farkla seçildiği yalanını dile getirmişlerdi! Efendim, 24 Nisan 1920 tarihinde yapılan seçimde Atatürk, Celalettin Arif Bey’le yarışmış ve bir oy farkla seçimi kazanmışmış! İnsan biraz araştırır. Bu adamlar, ‘yerleştirildikleri’ gazete ve televizyonlardan tonla para alıyorlar. Bu millete karşı hiç mi sorumluluk duygusuna sahip değiller?
Bu milletin kahir ekseriyeti, bu kutsal vatan topraklarında, hür ve bağımsız bir millet olarak yaşamayı Atatürk’e borçlu olduğunu biliyor ve Atatürk’ü seviyor. Bu milletin kalbinden ve gönlünden Atatürk sevgisini silmek mümkün müdür? Diğer taraftan, şunu da ifade edelim ki, herkes Atatürk’ü sevmek zorunda değildir. Fakat, herkes, bu Cumhuriyetin kurucusuna saygı göstermek zorunda olduğunu bilmelidir.
Atatürk’ü sevmeyenler, Türk Milletinin bu büyük kurtarıcısına saygı duymayanlar, Atatürk’ten, “Milletin Kurtarıcısı” diye söz edildiğinde hemen, ‘Atatürk tek başına mı ülkeyi kurtardı? Başka Komutanlar yok muydu?’ diye itiraz ederler. İstiklâl Harbi’nin Başkomutanı, bu Cumhuriyetin kurucusu Başbuğ Atatürk’tür. “O olmasaydı ne olurdu?” sorusuna en anlamlı cevabı, Amasya Tamimini Atatürk’le birlikte imzalayanlardan biri olan Rauf Orbay vermektedir. Buyurunuz Falih Rıfkı Atay’ın kaleminden birlikte okuyalım:
“Rauf Orbay ki, Birinci Dünya Savaşından sonra İzzet Paşa kabinesinde Bahriye Nazırı olmuş, Mondros Mütarekesi heyetine başkanlık, daha sonra Ankara’da Mustafa Kemal’e Başbakanlık etmiştir. Saltanat rejimine bağlı ve gelenekçi olduğundan, Cumhuriyet devrinde Atatürk’ten ayrılmış ve onunla dargın olarak ölmüştür. Kültürü kıt, dünya görüşü dar, fakat namuslu bir adamdı. Nitekim Atatürk öldükten sonra, Kuvayı Milliye devrinin Kâzım Karabekir, Refet Bele ve Ali Fuat Cebesoy gibi büyük tanınmışları ile bir toplantıda, ‘Hiç birimiz olmasaydık Kurtuluş Savaşı’nı Atatürk gene başarırdı. Ama o olmasaydı hiç birimiz onun yaptığını yapamazdık’ demek dürüstlüğünü göstermiştir” (“Çankaya”, s. 64).
Atatürk olmasaydı, bugün, bu sınırlara sahip bir devletimiz olamazdı. Atatürk ismine alerji duyanların asıl yapmaları gereken, O’nun bize bıraktığı tam bağımsız ve dünyanın en itibarlı devletlerinden biri olan devletimizin, nasıl bu hâllere düşürüldüğünü araştırmak olmalıdır. Bunu yaptıklarında, Yeni Osmanlıcılık, İslâmcılık gibi, Osmanlı’yı yıkılmaktan kurtaramamış fikirleri savunmanın boş bir hayal olduğunu; hayalden de öte, bunları savunmakla, emperyalist devletlerin çıkarlarına hizmet edileceğini, Çıkış Yolu’nun Atatürk’ü yeniden rehber edinmek olduğunu anlayacaklardır.
’24 Nisan 1920’de, Meclis Başkanlığı’nı, Atatürk bir oy farkla kazandı’ şeklindeki çirkin iddiaya gelecek olursak; tesadüf bu ya; bu kesimin pek sevdiği ve itibar ettiği Prof. Ahmet Demirel’i Kanal 24’te her hafta yayınlanan bir tarih programında dinledik. Sanırım, 22 Nisan Cumartesi akşamıydı. Programın akışı içinde, Prof. Demirel, bu konuyu kendisi açtı. Ondan dinlediğimizi aktarıyoruz: “Meclis Başkanlığı’na Mustafa Kemal Paşa tek aday olarak önerilir. Görüşmeler sırasında bir de Başkan vekili seçelim denilir. Bunun üzerine, iki defa seçim yapılmaması için, aynı oy pusulası üzerine Başkan ve Başkan vekilinin isimleri yazılarak oylar kullanılır. Bu seçime 120 vekil katılır. Mustafa Kemal Paşa Meclis Başkanı olarak 110 oy alır. Başkan Vekili Celalettin Arif Bey’e ise 109 oy çıkar.”
Hâdise budur! Şimdi bunu çarpıtıyorlar. Efendim Atatürk bir oy farkla seçilmiş imiş! Nedir bu Atatürk düşmanlığı?
Çok kısa bir süre, son Osmanlı Meclisi Mebusan’ının Başkanlığını yapan Celalettin Arif Bey, Ankara için hep sorun olmuştur. Celâlettin Arif Bey, İstanbul’un, İtilâf Devletleri tarafından 16 Mart 1920 tarihinde işgali ile dağıtılan Meclisi Mebusan’ın son Başkanı olduğu için, Ankara’da açılan Meclis’e de başkanlık etmesi gerektiğini savunmuştu. Daha sonra, Erzurum’a giderek, burada bir Şark Vilayetleri Umumî Valisi olmak arzusunu Ankara’ya bildirmiş. Erzurum mebusu Hüseyin Avni Bey’in de, Erzurum valisi yapılmasını Ankara’ya önermiştir. Atatürk, bu adamı Roma Büyükelçiliğine tayin ederek Ankara’dan uzaklaştırmıştır. Atatürk’e önyargı ile bakan kesimler, Atatürk’le uzlaşamayanlara pek ilgi gösterirler. Celalettin Arif Bey’e gösterilen ilginin nedeni de budur.
Atatürk hakkında birçok çirkin yakıştırmalarda bulunulmuştur. Meselâ bunlardan biri, İpek Çalışlar’ın, Lâtife Hanım hakkında yazdığı bir kitapta, daha önce de dile getirilen çok çirkin bir iddiayı tekrarlamasıdır. Efendim; güya Osman Ağa-Ali Şükrü Bey olayında Mustafa Kemal Paşa Çankaya Köşkü’nden kadın çarşafı giydirilerek kaçırılmış! Bu iddianın dayanağı da, Lâtife Hanım’ın bir yakını imiş!
Temmuz 2006 tarihli Milliyet gazetesinde, bu olay hakkında, Taha Akyol’un, Bekir Şaşa isimli bir tarihçiye atfen köşesine taşıdığı bir iddia da şudur: “Topal Osman, bu defa Gazi’yi öldürmek ister. Gazi’nin bulunduğu Ankara istasyon binasını çeteleriyle kuşatır. Bağırarak Gazi hakkında galiz ifadeler kullanır, içeri girip onu öldüreceğini söyler. Kapı açılır, dışarıya çıkan Rauf Bey’dir. “Osman! Cesedimi çiğnemeden içeri giremezsin!” der ve güya Osman Ağa çeker gider!
O dönemde Başbakan olan Rauf Orbay, “Siyasî Hatıralarım” adlı kitabında bu hâdiseyi bakınız nasıl anlatmış: “…Ali Şükrü Bey boğulurken, odadaki arbedeyi, evin karşısındaki kahveden duymuşlar, fakat korkudan seslerini çıkaramamışlar, kimseye de bir şey söylememişler. Akşam üstü odamda çalışırken, bu haberi bana getirdiler. Hemen Çankaya’da bulunan Mustafa Kemal Paşa’ya bir tezkere yazdım. “Ben istasyona gidiyorum, yemekten sonra gelip sizinle görüşeceğim” dedim. Fakat istasyondaki dairede yemek yerken, bir de baktım, Mustafa Kemal Paşa, Lâtife hanımla beraber otomobille geldi. Karşıladım ve olup bitenleri anlattım. Dikkatle dinledikten sonra: -Şimdi ne düşünüyorsunuz dedi? –Bir şey düşündüğüm yok. Topal Osman’ı yakalamak lâzım. Çankaya’nın arkasında, Ayrancı tarafında, Papazın bağı denen yerde bulunduğu zannediliyor. –Nasıl yakalatacaksın? –Muhafız kıtası ile…” Mustafa Kemal Paşa’nın tereddüt etmesi üzerine Rauf Orbay, “Suçluyu yakalatmak mutlak lâzım. Eğer Başkumandan sıfatıyla ve herhangi bir mülâhaza ile sizce buna lüzum görülmüyorsa, benim yarın bunu Meclis’e anlatmam icap edecektir dedim. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa, Muhafız Taburu Kumandanı İsmail Hakkı Tekçe’yi çağırttı” (Rauf Orbay, “Siyasî Hatıralar”, Örgün yayınevi, 3. baskı, 2005, s. 553).
Hadiseyi bizzat yaşayan ve Atatürk’e muhalif bir isim olarak bilinen Rauf Orbay bunları yazmış! Şimdi, biz Rauf Orbay’a mı inanacağız, yoksa, kulaktan dolma bilgileri anlatanlara mı? Ayrıca, bu devletin kurucusu hakkında, aslı astarı olmayan bu iddiaları tekrarlamak ne kadar ahlâkîdir?
Bu konuda yapılan önemli bir spekülâsyon da, Atatürk’ün bu olayla hem Osman Ağa’dan ve hem de Ali Şükrü Bey’den kurtulduğu şeklindeki saçma sapan bir iddiadır. Güya bu iki isim, yani Ali Şükrü Bey ve Osman Ağa Atatürk’e rakip imişler! Bunlar demek ki, hiç tarih okumamışlar. Bahriye yüzbaşılığından ayrılma Ali Şükrü Bey’e gelinceye kadar başta Rauf Bey olmak üzere bir sürü muhalif Paşa’nın varlığını hatırlatmak isteriz! Osman Ağa’ya gelince; o, Atatürk’ün çok güvendiği kahraman bir Milis Yarbayı idi. O talihsiz olay olmasaydı (ki, bu olayda Osman Ağa’nın rolü tam olarak bilinememektedir), zannımızca, ölene kadar Atatürk’e bağlı kalırdı. Çünkü Osman Ağa, Atatürk’ün önderlik ettiği İstiklâl Harbi’nin Türk Milleti için önemini, tam anlamıyla idrak eden gerçek bir vatanseverdi.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678