Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

ESAD BİZE NE YAPTI? (1)

Önce Suriye konusunda bazı hatırlatmalar yapalım: Falih Rıfkı Atay, İttihatçıların pek bilinmeyen Araplarla Federasyon Projesi konusunda şu bilgileri veriyor: “İttihatçıların milliyetçiliği ne Ermenistan ne Kürdistan bağımsızlık veya otonomisini akla bile getirmeğe elverişli değildi. Fakat, Arap memleketlerine tavizlerde bulunmağa başlamışlardı. Arapça konuşan nüfuslu ilçe ve bucaklara Arap kaymakam ve müdür tayin etmek gibi… Öyle görünüyordu ki, Türkçülük hareketi, Osmanlı-İslâmcılık fikir akımını gevşettikçe Hicaz, Suriye ve Irak Araplığı ile, Anadolu ve Trakya Türklüğü arasında, bir federasyon yapmak imkânsız bir şey olmayacaktı. Türkçülerden ileri görüşlüler bu fikirde idiler. Ben Şam’da iken, oraya gelen Mustafa Kemal’in konuşmaları üzerine işittiklerimden, onun da, bu kanaate iyice meyilli olduğunu anlamıştım”(Çankaya, s. 118)!

Ne var ki, Enver Paşa’nın maceraperestliği yüzünden I. Dünya Harbi’ne katılmamız bütün hesapları bozacak; Arap toprakları, İngiltere ve Fransa  marifetiyle, günümüzde de büyük sorunlar yaratacak şekilde parçalanacaktır.

Atatürk, İstiklâl Harbi sırasında Suriye ve Irak’la da ilgilenmiş ve  buraların kurtulması için para, subay ve silâh yardımı yapmıştır.

Atatürk’ün, 29.2.1920 tarihinde, Berlin’deki Talât Paşa’ya yazdığı mektuptaki şu ifadeden, Konfederasyon fikrinden vazgeçmediği anlaşılmaktadır: “Araplara karşı başından beri ifade ettiğimiz siyasî formül şudur: Her millet kendi dahilinde bağımsızlığını kurduktan sonra, konfederasyon hâlinde birleşmek. Bu esas Araplarca memnuniyetle kabul edilmiştir. Emir Faysal’ın mutemetleri dahi bu esas dahilinde birleşmek üzere müracaat eylemişlerdir” (Rafet Ballı, Aydınlık, 6.01.2018)

Evet, bize  ihanet eden Emir Faysal bile, gizli Sykes-Picot antlaşması meydana çıkınca, kandırıldıklarını anlamıştı!

Atatürk’ün 1937 yılında Çankaya’da kabul ettiği, Fransa’nın Manda Yönetimi altında bulunan Suriye Başbakanı Cemil Merdam’a söylediği şu sözler de, Arap Devletlerine ilgisini göstermektedir: “Ben önce Anadolu’yu kurtarmak zorundaydım. Ama şimdi artık din kardeşlerimize yardım edecek duruma geldik. İcap ederse Fransızlardan kurtulmanız için ordumuzla yardımınıza geliriz.”

Atatürk’ün 1930’larda yaptığı önemli bir tespiti özet olarak, tekrar hatırlatalım: “Osmanlı’nın enkazı üzerinde kurulan devletlerin kaderleri birdir. Bu devletler, emperyalist devletlerin yarattığı arazî kavgalarını aşarak, aralarında (konfederasyonlara gidecek) bir birlikler manzumesi kurmalıdırlar” (Hasan Rıza Soyak, “Atatürk’ten Hatıralar”, s.500)!

Nitekim, Atatürk 8 Temmuz 1937’de, Türkiye, İran, Irak ve Afganistan’ın katılımıyla SADABAT PAKTI’nı kuracaktır! Bu pakta Suriye katılamamıştır çünkü o tarihte Suriye, Fransız Manda Yönetimi altındaydı.

Şu iyi bilinmelidir ki, Atatürk 10 yıl daha yaşasaydı, ülkemizin ve bölgemizin kaderi değişirdi. Bir kere, kesinlikle Rusya ile dostluk ilişkilerimiz devam ederdi ve SADABAT PAKTI II. Dünya Harbi’nden sonra bağımsızlıklarına kavuşan Suriye, Ürdün, Lübnan ve  Mısır gibi devletlerle daha da güçlenirdi. Amerika, İngiltere ve Fransa gibi Emperyalist Devletlerle ittifak ilişkisine girmez ve NATO’ya da katılmazdık. Bölgede bir çıban başı olan İsrail Devleti’nin kurulabilmesi bile pek o kadar kolay olmazdı.

Bu konular üzerinde tek satır kalem oynatılmaması, Batı’nın zihin kontrolünün boyutlarını göstermesi bakımından anlamlıdır. Ne yazık ki, Atatürk’ten sonra Batı ile kurduğumuz ittifak ilişkileri bizi bugünlere getirmiştir.

NATO’ya katılmamız ve işbirlikçi BAĞDAT PAKTI’na öncülük  etmemiz Arap ülkeleri ile aramızın açılmasına sebep olmuştur. Daha önce bu sütunlarda yazdığımız gibi, Demokrat Parti’nin Başbakanı Adnan Menderes’in BAĞDAT PAKTI’na katılmaları için Suriye ve Lübnan’a baskı yapması, bu iki ülkede Türkiye düşmanlığını körüklemiştir. Hâlbuki, bu iki ülkede de Türkiye’ye karşı en küçük bir düşmanlık duygusu yoktu. Menderes’in BAĞDAT PAKTI için Lübnan’ı ziyaret ettiğinde, Beyrut’ta nasıl coşkulu bir kalabalık tarafından karşılandığını televizyonda seyrettiğimizde içimiz sızlamıştı. Çünkü biz bu sevgiyi kısa zamanda düşmanlığa dönüştürmeyi başarmıştık!

Suriye BAĞDAT PAKTI’na katılmayı reddedince, bu ülke ile olan sınırımıza  mayın döşediğimizi de hatırlatalım! Yani, sözün özü, Suriye ile ilişkilerimizin bozulmasının temel sebebi Suriye değil, bizim Batı Emperyalizmi ile kurduğumuz, bölge devletlerinin aleyhine olan ilişkilerdir. Bunu hiç unutmayalım.

Bugün, ‘Baba Esat döneminde Suriye Abdullah Öcalan’ı Şam’da barındırdı’ diyenler olabilir! Bu düşüncede olanlara hatırlatalım ki, Türkiye eğer SADABAT PAKTI anlayışını sürdürmüş olsaydı aramızda hiçbir sorun olmazdı.

Şimdi, bu açıklamalardan sonra soralım: Esad bize ne yaptı?

Hemen cevaplayalım: Esad bize hiçbir şey yapmadı fakat biz, zor günlerinde Esad’ın yanında yer almadık! Komşuluğumuzun gereğini yerine getirmedik. Eğer Suriye’de, sayın Cumhurbaşkanımızın ifadesi ile bir  milyona yakın insan hayatını kaybetmişse, bunda bizim de sorumluluğumuz olduğu kabul edilmelidir. Nitekim, iktidarın en büyük destekçilerinden biri olan Mehmet Barlas 2 Ocak tarihli Sabah’ta, ABD’nin İran politikasıyla, Türkiye’nin Suriye politikasını karşılaştırdığı bir yazısında, Suriye’de muhalif gruplar diye, terör örgütlerine destek verildiğini belirtiyor!

Bu arada şu çok önemli bilgiyi de paylaşalım: 8 Ocak akşamı TV NET televizyonunun “Akıl Odası” programında, Prof. Süha Atatüre’nin bildirdiğine göre, 2004’te yaptıkları bir “Dünya ve Türkiye” çalışmasının sonuçları Millî Güvenlik Kurulu’na bir raporla bildirilmiş. O raporda şu bilgi de varmış: “Suriye karıştırılabilir! Irak’ta olduğu gibi Suriye’nin Kuzeyinde de bir Kürt yapılanması  kurulabilir!”

Böyle önemli bir uyarıya rağmen, iktidar Suriye’de vahim hatalar yaptı. Ne söylenebilir? Tam  bir Kaht-ı Rical durumu!

Türkiye’de açılan sığınmacı kampları, Suriye’ye çok kapsamlı bir komplo düzenlendiğinin işaretiydi. Hâlbuki, bu mültecilerin geldikleri yerlerde çatışma filân yoktu! Nitekim, Hatay-Hacıpaşa’ya gelen ilk mültecileri karşılayan kamu görevlisi bir kamp yöneticisi bu konuda şu vahim bilgiyi vermekteydi:  “İlk gelenleri ben karşıladım; sınırdan geçirdim. ‘İranlı milisler ve Hizbullah üyelerinin Sünnileri katlettiğini, kadınlara tecavüz ettiklerini söylüyorlardı.’ Hepimiz bunlara inandık; evlerimizi bu mültecilere açtık. Ama hiçbirimiz, o sıralarda oralarda çatışma olup olmadığına bakmadık; gerçekten İranlıların orada olup olmadığını araştırmadık! Demek ki, bir mezhep savaşı tezgâhlandı ve biz de burada kullanıldık!”

Angeline Jolly’nin, Suriye’den göç edenler için Hatay’da kurulan bir kampı ziyaret şovunu hatırlayınız!  Suriyeliler adeta göçe teşvik edildiler! ./…

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678