Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

TERÖRLE YAŞAMAK KADERİMİZ DEĞİL (2)

“Nasıl bu hâle geldik!” başlığıyla yayınlanan yazı dizimizin dördüncü bölümünde, Atatürk’ün, yaşadığımız coğrafyaya bakışını yansıtan şu çok önemli tespitine yer vermiştik:

 “Yüzyıllar boyunca, vatandaş olarak yan yana yaşamış olan bu milletler arasında, elbette ki, umumî ve ferdî birçok dostluk bağları vücut bulmuştur ve bazı nahoş olaylara rağmen bu bağlar henüz gevşememiştir.  Coğrafî, siyasî, iktisadî sebeplerle beraber, mevcudiyetlerini her türlü tecavüzlere karşı koruma ihtiyacı, kendilerinin ittifak, hattâ ittihat (birlik) hâlinde yaşamalarını âmirdir. Bu, umumî dünya sulhu için de lüzumludur ve üzerinde soğukkanlılık, şuur ve samimiyetle çalışılırsa pekâla mümkündür de. Binaenaleyh,  bu milletler, düşürüldükleri gaflet çukurundan bir an evvel kurtulmaya çalışmalı, aralarında mevcut olup, bazı emperyalist devletler tarafından mütemadiyen körüklenmekte bulunan arazî kavgaları ile diğer anlaşmazlıkları ortadan kaldırmalı, müsavî şartlarda -az zamanda konfederasyonlara doğru gidecek olan- kuvvetli- bir ‘Birlikler Manzumesi’ kurmalı. Bu gaye için diğer komşu milletlerle de anlaşmak çarelerini aramalıydılar. Ancak bu yoldan, hep beraber, güvenlik ve huzur içinde yaşamalarını sağlayabilirlerdi.”
Görüldüğü gibi, Atatürk, ülkemizin güvenliğinin, yüzyıllarca Türk yönetiminde  bulunan komşu devletlerle birlikte olmaktan geçtiğini vurgulamaktadır! Nitekim, bu maksatla, 1934 yılında  Yugoslavya, Romanya ve Yunanistan’ın katılımıyla Balkan Paktı’nı kurmuş; daha sonra bu pakta, Bulgaristan ve Arnavutluk da katılmıştır. Atatürk, 3 yıl süren görüşmelerden sonra, o günün bağımsız Müslüman devletleri olan İran, Irak ve Afganistan’la birlikte 8 Temmuz 1937’de Sadabat Paktı’nı kurmuştur.
Bu millî dış siyasetin sürdürülmesi gerekirken, ne yazık ki, Atatürk’ün ölümünden sonra, Tanzimat’ın Batı hayranlığını hatırlatan bir anlayışla, Emperyalist Batı’yla kurulan ilişkiler ağı ülkemizi, bugün içinde bulunduğumuz kaosa sürüklemiştir ki, dinci ve etnik terör de Batı’ya bu teslimiyetin devlette yarattığı zaafın sonuçlarıdır.
Hâlbuki, Atatürk Büyük Zafer’den sonra, aslâ unutulmaması gereken şu uyarıyı yapmıştı: “Emperyalizm bizi affeder mi? Yüz yıllık emeğinin ürünü Sevr’i ve Üçlü Anlaşma’yı tarihe gömdük. Hevesi kursağında kaldı. Affetmez! Bizi yine uyutmak, istediklerini yaptırmak isteyecektir. Onun için gözümüzü daima dört açmalı ve çok çalışmalıyız. Tarihimizi iyi bilmeli, bağımsızlık bilincini güçlendirmeliyiz!”
Ne yazık ki, aynı şuursuzluk günümüzde de devam etmektedir; yönümüz yine Batı’dır ve bundan şikâyetçi olan da yoktur. Bu bakımdan, FOX TV’nin bir Pazar sabahı haberlerinde, bu televizyonun Ankara temsilcisi sayın Sedat Bozkurt’un, Taksim meydanındaki Zafer anıtında, Atatürk’ün hemen arkasında, iki Sovyet generalinin bulunduğuna dikkat çekerek, ‘Türkiye’nin bugünlere gelmesinin sebebinin, dış siyasetin değiştirilmesi’ olduğunu söylemesini takdirle karşıladığımızı belirtmeliyiz.
Evet! Türkiye Batı ittifakına girmek suretiyle, Balkan ve Sadabat Paktlarını işlevsizleştirip; Sovyet Rusya ile dostluk ilişkilerini berhava ederek, İstiklâl Harbi ile -bütün mazlum milletler nezdinde kazandığımız itibarı tuzla buz etmek pahasına-, Batı ittifakının silik bir üyesi olmayı kabullenmiştir.
İsmet Paşa’nın Rusya karşıtlığına dayanan dış siyaseti; Batı’nın ‘İleri Karakolu’ konumunun gönüllü olarak kabullenilmesi ve Demokratların da aynı siyaseti sürdürmeleri bize çok pahalıya mal olmuştur.
27 Mayıs’tan sonra, Sovyetler Birliği Devlet Başkanı Kruşçev’in, Cemal Gürsel’e gönderdiği 28 Haziran 1960 tarihli mesajda da buna işaret edildiğini görmekteyiz: “Eğer, Türkiye tarafsızlık yolunda kalmış olsaydı, kuşkusuz memleketlerimiz arasında en içten ilişkiler kurulmuş olacaktı. Bu durum, ülkelerimize yalnızca yararlar sağlayacaktı.Türkiye’nin kendi imkânlarını, büyük giderler gerektiren askerî hazırlıklar için değil, memleket ekonomisinin kalkınması ve halkının refahı için kullanması imkânı doğacaktı” (Doğan Avcıoğlu, “Millî Kurtuluş Tarihi”,   s. 1591)!
Türkiye, Batı ittifakı içinde bulunmanın bedelini ödemeye devam etmektedir. PKK terörü ve dinci terör bunun sadece bir boyutudur. Bilindiği gibi, PKK’yı yok etmemizi engelleyen; bizi bu terör örgütü ile görüşme masasına oturtan  Batılı ‘DOSTLARIMIZ’ dır!
Biz, Avrupa ülkelerinin sömürgeci ve emperyalist geçmişine sahip bir ülke değiliz. Fethettiğimiz ve yüzyıllarca yönettiğimiz ülkelerde uyguladığımız adaletli yönetimi bizzat Batılı tarihçiler itiraf etmektedirler! İftihar edebileceğimiz bir tarihe sahibiz. Bu bakımdan, şu çok iyi  bilinmelidir ki, ‘tarihimizle yüzleşmek’ gibi bir problemimiz de yoktur. Ne var ki, bunu önce, bu ülkeyi yönetenler çok iyi bilmelidirler. Fakat ne yazık ki, çocuklarımıza bile millî tarih şuuru verilmediği bir gerçektir! Çünkü, ‘milletimizi sadece bir ümmet olarak gören ve bu nedenle kavmiyetçilik yapmanın bizi bölünmeye götüreceği’ gibi çok yanlış bir anlayışa sahip olan bu iktidar, millî olan her şeye karşıdır!
İktidarın, nihayet, ‘Tarih ve Yurttaşlık Bilgisi derslerinde millî konulara daha fazla ağırlık verilmesi’ kararını almış olması yine de memnuniyet vericidir. Umarız, ‘inşallah’, millî değerlerimizin de en az manevî değerlerimiz kadar önemli olduğu idrak edilerek, bu şuura sahip  gençler yetiştirilmesi ciddî bir programla ele alınır.
Peki, bu yeter mi? Batı güdümlü terörü asgariye indirmenin bir şartı da, Atatürk dönemindeki millî dış siyasete dönülmesi; başta Suriye olmak üzere, Rusya, İran ve Irak’la dostluk ilişkilerimizin süratle iyileştirilmesidir.
İkinci olarak, iktidarın değil, devletin hizmetinde güçlü bir istihbarat ağının önemi de artık idrak edilmelidir. ‘Paralel Örgüt’ sebebiyle Emniyette ve iktidarın, -sırf askere güvenmediği için- GES komutanlığını Genelkurmay’dan alarak MİT’e devretmesi suretiyle, askerde büyük bir istihbarat zafiyetine sebep olunmuştur. E. Korgeneral Erdoğan Karakuş, GES Genelkurmay’da olsaydı, Suriye’nin bir uçağımızı düşürmesinin ve bizim de Rus uçağını düşürmemizin söz konusu olamayacağını iddia etmektedir! Bu önemli bir iddiadır. Rus uçağının düşürülmesinin sonuçları meydandadır. Bu dış siyaset ülkemizi yapayalnız bir duruma getirmiştir.
Türkiye, sahip olduğu tarihî arka plân sebebiyle, Avrupa ülkeleri kadar terör riski olan bir ülke değildir. Yeter ki, dış siyasetimizi millî çıkarlarımıza göre yeniden belirleyelim; yeter ki,  Atatürk’ün takip ettiği dış siyasetin önemini artık idrak edelim!
İran’da niçin terör olayları meydana gelmiyor? Çünkü İran’da millî bir devlet var! İran’ın bütün politikalarını İran Devleti belirliyor!
Mezhepçi bir siyaset takip etmediğimiz, bölge devletleri ile ilişkilerimizi düzelttiğimiz ve devletimizi millî şuur sahibi devlet adamları yönettiği takdirde, terörden en az etkilenen ülkeler arasında yer alacağımız bilinmelidir.
  Terörle yaşamak milletimizin kaderi değildir.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678