Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

SYKES-PİCOT ANTLAŞMASI YİNE GÜNDEMDE! (3)

Feroz Ahmad’ın şu tespiti de, İttihatçıların, ‘Araplarla federasyon’ arayışında olduğunu doğrulamaktadır: “Mehmet Ali Paşa’nın torunlarından Sait Halim Paşa’nın Sadrazamlığa getirilmesi, İttihatçıların İslâmcı bir siyaset benimsemelerini ve Araplarla bir anlaşmaya varmak isteklerini yansıtmaktadır” (“İttihat ve Terakki”, s. 208).
Yine Feroz Ahmad, İttihat ve Terakki’nin 1913 yılı Eylül ayında yapılan beşinci kongresinde, Cemiyet’in programında yapılan değişiklikle, ‘Cemiyet’in, Prens Sabahattin’in ve itilâfçıların tasarılarını andıran yarı-federal, çok uluslu bir çerçeve gerçekleştirmeyi amaçladığı’ üzerinde durmaktadır (“İttihat ve Terakki”, s. 210).
Harbe girmemiz, bu federasyon imkânını yok etmiştir. İtilâf Devletleri ile İttifak Devletlerinin askerî ve iktisadî güçleri kıyaslandığında, Almanya’nın böyle bir harbe kalkışmasının ve bizim de Almanların safında harbe girmemizin bir delilik olduğu görülecektir. Şevket Süreyya bu konuda şu tahlili yapar: “Alman donanması güçlenmiş olmakla birlikte, İngiliz ve Fransız donanmalarından çok zayıftı. Alman sanayisi güçlüydü. Dünya pazarlarında rakiplerine kolayca rekabet edebiliyordu. Ne var ki, harpte denizlere hâkim olamayan bir Almanya, daha ilk adımda dünya ticaretini de kaybedecekti.(…) Yani Birinci Dünya Harbi’ne II. Wilhelm tıpkı, İkinci Dünya Harbi’ne ve birtakım mistik duygulara da kendini verip, ‘Doğunun fethi, bin yıllık Alman hâkimiyeti güden’ Hitler gibi, dumanlı bir hayal âlemi içinde atılmış görünür. Meselâ harbin ilânı vesilesi ile Alman İmparatoru tarafından Alman ordusuna yayınlanan genelgede şu sözleri okuyoruz: ‘Unutmayınız ki, Alman kavmi, Tanrının seçkin kavmidir. Alman kavminin imparatoru olmam haysiyeti ile, Tanrının ruhu, benim üzerime inmiştir. Ben Tanrının kılıcıyım. Tanrının savunucusuyum’” (“Enver Paşa”, Cilt II, s. 501).
Almanya’nın başında işte bu ruh hâline sahip bir insan vardı. Osmanlı İmparatorluğu’nda mahva sürükleyen Enver Paşa da, bu bakımdan Wilhelm’den farksızdı! Şevket Süreyya, Enver Paşa isimli kitabında, Kâzım Karabekir Paşa’nın, Enver Paşa’nın bu ruh hâlini yansıtan şu hatırasını nakleder: “1914’te Dünya Harbine girdikten ve Cihad-ı Ekberi de (Kutsal Savaş) ilân ettikten sonra, Enver Paşa’nın bana mahrem olarak bildirdiği şu iki mesele, Almanların onu devamlı olarak ve muhtelif kanallardan işleye işleye nelere muvaffak olduklarını gösterir. ‘Enver Paşa’nın kaşındaki beyazlık Cihangirlik alâmeti imiş! Anadolu’ya Alman göçmenler getirilmesi, bizim menfaatimize uygunmuş!’”
Enver Paşa, Kutsal Savaş ilânının ertesi günü, Kâzım Karabekir Paşa’ya fotoğrafını verirken ona şu soruyu sorar: “Kâzım, kaşımdaki beyazlığın bir cihangirlik alâmeti olduğunu söylüyorlar, sen ne dersin” (“Enver Paşa”, Cilt II, s. 24)? Vahim olan şey, Enver Paşa’nın da buna inanmasıydı!
Almanlar, Enver Paşa’nın bu zaafını kullandılar. Şevket Süreyya, Alman hayranı olan Enver Paşa’nın 1909’da, Askerî Ataşelik için Berlin’i seçtiğini belirtir ve şu bilgiyi verir: “Alman imparatoru Enver’in gururunu okşayacak bir hareket hazırlamıştı. Berlin’de bulunan bütün sefaretlere mensup kara ve deniz ataşelerine bir yemek vermiş ve bu ziyafette baş misafir yerini Yarbay Enver’e ayırmıştı. Diğer ataşelere ‘sizin rütbeleriniz Enver’in rütbesinden daha büyük; fakat yakında büyük bir imparatorluğun başına geçeceği için, Enver’e baş yeri verdim’ diyecekti. Bu da yetmeyecek, yemekten sonra koluna girerek, Enver’i özel bir odaya götürecekti. Burada ona ‘Enver!’ diyordu; ‘Sen başa geçtiğin zaman her istediğin yardımı yapacağım. İşte sana askerî müşaviri de buldum. General Makenzen!’ Korgeneral Makenzen’in gelip de, Enver’in karşısında topuk çakması, Osmanlı Devleti’nin gelecek Harbiye Nazırını büsbütün gururlandırmıştı. Diğer taraftan imparator da, Osmanlı devletinin adını değiştirmiş ve ‘Enverland’ yapmıştı” (“Enver Paşa”, Cilt, II. s. 534)!
Bütün bu gerçeklere rağmen, bugün bile hâlâ, I. Dünya Harbi’ne girmek zorunda olduğumuz düşüncesinde olanların varlığı bir gerçektir. İtilâf Devletleri güya Güya Osmanlı’nın paylaşılmasına karar vermişlerdi! Buna kanıt olarak gösterilen Sykes-Picot anlaşmasının tarihi 1916’dır ve harbe girmeseydik böyle bir antlaşma söz konusu olmayacaktı! 1908’deki İngiliz Kralı ve Rus Çarı arasındaki Reval Toplantısında da, Osmanlı’nın paylaşılmasına karar verildiği iddia edilir ki, Çarlık Rusya’sı yıkıldıktan sonra, bu toplantının açıklanan belgelerinde, bu konuda bir bilgiye rastlanmaz!
Kaldı ki, Çarlık Rusya’sının bize saldıracak bir gücü de yoktu!
Şevket Süreyya Aydemir’in verdiği şu bilgiden, Rusya’nın güçsüzlüğü açıkça anlaşılmaktadır:
“Büyük Harbin Başlangıcında Rus Erkânıharbiyesi isimli eserde, Rus Çarının ve Erkânıharbiyesinin Almanlara karşı korku ve çekingenlikleri açıkça meydana serilmiştir. Çünkü Rusya, zannedildiği kadar güçlü değildi. 1905’te Japonlara yenilmişti. 1905-1906 yılları Petersburg’ta bile siyasî-sosyal karışıklıklar içinde geçmişti. Hattâ, harbin ilânından önce de grevler, karışıklıklar yatışmış değildi. Rus Çarı bile ve hem de kendi teşebbüsü ile, Almanya İmparatoruna çektiği bir telgrafta ‘Senin dirayet ve muhabbetine itimadım var’ diyordu. Etrafındakilere, harp sebebi sayılabilecek hiçbir tedbire baş vurulmamasını tavsiye ediyordu” (Ş, Süreyya Aydemir, “Enver Paşa”, Cilt II, s. 507).
Şevket Süreyya daha sonra, “Osmanlı hükümetinin son nefere kadar bütün gücünü Çanakkale’ye yığdığı ve nice cephelere yayıldığı safhada dahi Rus çarlığı, hattâ bazı telkinlere rağmen, Karadeniz Boğazı’na İstanbul’a ve çevresine asker göndermek kararını alamamıştır” demektedir. Nitekim, Çar korkularında haklı çıkacak ve harbin uzaması sebebiyle çıkan ihtilâl ile Çarlık yıkılacaktır!
Yrd. Doç. Orhan Çekiç’in verdiği şu bilgi de, I. Dünya Harbi’ne girmek zorunda olmadığımızı, İtilâf Devletlerinin, Osmanlı’nın tarafsızlığından yana olduğunu göstermektedir:
“Çanakkale’de bir cephe açılması ve oradan gereken yardımın yapılması fikri Rusya’dan gelmişti. Ama aslında bu plân daha önce de düşünülmüştü. Balkan Harbi sonunda Ege Adalarını ele geçiren Yunanistan, kendini garantiye almak ve Türkiye’yi Ege’den uzak tutmak için Ağustos 1914’te İngiltere’ye, Çanakkale’de bir cephe açmalarını, o takdirde Yunanistan’ın bütün kuvvetlerini İngiltere’nin emrine vereceğini teklif etmişti. Ama o tarihte Osmanlı Devleti henüz tarafsız! İngiltere bu öneriyi, Osmanlı’nın Almanya’nın yanında savaşa girebileceği endişesiyle reddetmişti (Aydınlık, 18. 03. 2015)!

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678