Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

SARIKAMIŞ FELÂKETİ (2)

Falih Rıfkı Atay, Çankaya’da, Sarıkamış felâketi hakkında şu çok anlamlı değerlendirmeyi yapar: “Alay, Tümen, Kolordu, Ordu kumandanlıklarından hiçbirini yapmadan başkumandanlığa çıkan Enver, Şark ordumuzu kar-kış içinde, Kafkas toprakları içine atmış ve eritmiştir.”

Atay, kitabında, bir Türk hekiminin tuttuğu notlardan öğrendiği şu hadiseyi de nakleder: “Bir Rus Albayını esir almışız. Esir Albay cepheye doğru giden üstsüz başsız askerlerimizi görünce, ‘Yahu, bunları soğuktan ölmeye götürüyorsunuz’ der.
Yine, Atay’ın okuduğu, Enver Paşa’nın bir günlük emri şu mealdedir: “Evet, askerimizin yiyecek ve malzeme eksikliklerini biliyorum ama onun yiğitliği ve manevî gücü bu eksiklerin yerine geçer” (“Çankaya”, s. 82)!
Sarıkamış felâketi halktan gizlenmiş, ancak 9. Kolordu  Kurmay Başkanı olan Yarbay Şerif Bey’in, 1922 yılında hatıralarını yayınlamasıyla ayrıntılı olarak öğrenilmiştir. Yarbay  Şerif Bey’e göre, Sarıkamış felâketi, Başkumandan vekili Enver Paşa ile, Erkânıharbiye-i Umumiye İkinci Reisi iken, Onuncu Kolordu Kumandanlığını üzerine alan Hafız Hakkı Paşa’nın tedbirsizliklerinin eseridir. Enver Paşa’nın ve Hafız Hakkı Paşa’nın sınıf arkadaşı olan Şerif Bey hatıralarında, Enver Paşa hakkında şu değerlendirmeyi yapar: “Fikir terbiyesi için okuduğu eserleri ilmî, askerî, felsefî ne olursa olsun, kendi düşüncesine göre anlardı. Çünkü nefsine itimadı çoktu. Hiçbir gün, ‘acaba benim fikrime aykırı olan bu fikir doğru olamaz mı?’ diyemezdi. Bu sebeple, fikir ve ilim terbiyesi, dar bir alandan dışarı çıkamamıştır. Enver, idefiks (sabit fikir) ile örülmüş sert bir ceviz gibi, daima çetin, fakat küçük bir dimağ  sahibi olarak kaldı. Gözü bir şeyden yılmaz, emsalsiz bir şahsî cesarete malikti. O, garip  meziyetleri ile bu âlemde, ancak bir diktatör olabilirdi. Askerlik kıymeti  ise, arkadaşlarından geriydi. (…) Enver, dar kavrayışlı ve inatçıydı. Hafız Hakkı geniş havsalalı ve lâkayttı. Bu hassaların ikisi de devlet işlerinde birer kusur değil midir? İşte, 1914’de Osmanlı Ordularının mukadderatı, ilâhi bir takdirle bu iki hastanın eline kalmıştı. Enver ve Hafız Hakkı merhumun yaradılışları, birinin inatçı, diğerinin lâkayt ve her ikisinin birden kibirli ve azametli olmaları tesiri ile, Ataşeliklerde geçirdikleri hayat sırasında da pek fazla bir şey öğrenmelerine elverişli değildi” (“Enver Paşa”, Cilt II, s. 52, 55).
Bu tespitleri yapan Şerif Bey, Enver Paşa’nın orduda yaptığı gençleştirme konusunda ise takdirlerini esirgemez: “Ordu, yeni bir dünyaya doğdu. Herkese bir çeviklik, bir sürat, bir askerlik geldi. Zabit Zabite, Asker askere benzedi. Enver Osmanlı tarihinin ilk defa gördüğü yenileştirici, yetiştirici, çalışkan, kati ve azimkâr bir Harbiye Nazırı idi” (“Enver Paşa”, Cilt II, s. 75).
Kuvay-ı Milliye devrinde, Moskova’da Askerî Ataşe olarak bulunan, CHP Umumî Kâtibi Saffet Arıkan’ın, Falih Rıfkı’ya anlattığına göre,  bir ara Moskova’ya gelen Enver Paşa’ya, Sarıkamış konusunu açınca, Enver Paşa Arıkan’a şu akıl almaz cevabı verir: “Zaten açlıktan öleceklerdi. Cephede düşman da öldürerek öldüler” (“Çankaya”, s.  83)!
Alman Mareşali Liman von Sanders,  Türk Ordularının Başkomutanlık Kurmay Başkanı general von Seckt’e gönderdiği 13 Aralık 1917 tarihli raporunda, Sarıkamış harekâtı hakkında şu tespitleri yapmaktadır: “1914 Aralık ve 1915 Ocak ayında yapılan birinci Kafkas seferi Enver’in komutasında olup, General von Branzar’ın kurmay başkanlığında bulunduğu doksan bin askerlik 3. Ordu, sınıra yakın Hasankale yöresindeki dağlar üzerinde pek uygun savunma  yerlerinde  ve kendinden üstün olmayan Rus kuvvetleri karşısında idi. Ordu başarılı savaşlarla dağlardan geçebilse bile, kuşatma topları olmadığından Kars kalesini hiçbir zaman alamazdı. Hâl böyle iken, önlenmek için yapılan bütün tavsiyelere rağmen, Sarıkamış-Kars üzerine saldırıya geçilmek kararı verilmiştir. Resmî belgelerle anlaşıldı ki, doksan bin kişiden ancak on iki bin kadar er pek acıklı bir durumda geri dönebilmiştir. Geri kalanı vurulmuş, açlıktan ölmüş, donmuş veya esir düşmüştür. Harp tarihi bu saldırı için hiçbir özür bulamayacaktır” (“Çankaya”, s.97, 98)!
Bu raporunda, “Türk askerinin daha iyi bakıma ve davranışa ihtiyacı vardır.  Üstlerine karşı güven ve inanç besleyen Türk askeri ile her şey yapılabilir” değerlendirmesini yapan Liman von Sanders, 3. Ordu’nun, Doğuda, Ruslara karşı yaptığı saldırıların hiçbirinin doğru bir hareket olmadığı, 1916 Ağustosunda, Süveyş Kanalına on sekiz bin askerle yapılan saldırının da başarısızlığa uğrayacağının şüphesiz olduğu üzerinde durmaktadır.
Sarıkamış Harekâtından sonra, o bölgede yedek subay olarak bulunan Şevket Süreyya Aydemir’in verdiği şu bilgiler insanı hüzünlendiriyor: “Harbe girdiğimizde, Rus cephesine en yakın ve bu cephede savaşı yürütecek olan III. Ordunun birlikleri, Elazığ-Muş-Van-Erzurum-Samsun arasında kuş uçuşu 1250-1500 kilometre mesafe içinde dağılmıştı. Arada az çok gerçek anlamı ile, yol denebilecek bir şey de yoktu. Hele kışın, mevcut yol izleri de kapanırdı. Bölge baştanbaşa dağlık, yaylalıktı. Muş’tan, Van’dan, Erzincan’dan, Sivas’tan, Amasya’dan, Samsun’dan Erzurum cephesine asker çekmek, bütün bu birlikleri kar, tipi, yağmur, çamur altında yaya yürüyüş temposuna tâbi kılmak demekti. Ama bu muharebede, değil Elazığ’dan, Muş’tan; hattâ Kerkük, Musul gibi kızgın güneş bölgesinden bile muharebe sahasına gene yaya yürüyüşü ile tümenler aktarılmıştı. Yırtık çarıkları, üstlerinden dökülen yazlık elbiseleri ve başlarında uçuşan solgun kefiyelere bakarak, onları görenlerin ‘Hacı Babalar’ diye takıldıkları bu askerlerin kalıntıları ile, cephede haşır neşir olmuştuk. Demek ki, Enver Paşa’nın elinde, her türlü meşakkate, yokluğa  dayanan değerli bir insan malzemesi vardı. Bu malzeme korunduğu ve yerinde kullanıldığı takdirde Osmanlı Ordusu Birinci Dünya Harbi’nde neticeye etkili olacak daha önemli bir ağırlık teşkil edebilirdi” (“Enver Paşa”, Cilt II, s. 105).
Fakat, ne yazık ki, Enver Paşa bu fedakâr orduyu maceracı emelleri uğrunda harcayacaktır. Gerçekçi ve bir hesap adamı olan Mustafa Kemal Paşa ise her bir askerini özenle koruyacaktır. 16. Kolordu Komutanlığına atanan Mustafa Kemal Paşa, Rusya’ya karşı tek zaferin de kahramanıdır. Bitlis-Muş dolaylarında Ruslar üç misli bir kuvvetle 16. Kolorduya saldırırlar. Mustafa Kemal Paşa, ustaca bir manevra ile Rusları püskürtür ve Bitlis’le Muş’u geri alır. Ruslar Ağustos ayında yeni bir deneme daha yaparlarsa da başarılı olamazlar. Suriye cephesinde, İngiliz kuvvetleri karşısında düzenli bir şekilde çekilirken, İngiliz ve Araplar saldırıya geçerler. Mustafa Kemal Paşa böyle bir saldırıyı beklemektedir ve komutanlarını uyarmıştır. O çekilme hâlinde bile, O’nun dirayetli yönetimi sebebiyle Ordu, düzeni korur ve saldıranlar bozguna uğrarlar. Mustafa Kemal Paşa Birinci Dünya Harbi’ni bir zaferle noktalar. Birinci Dünya Harbi’nin yegâne yenilmeyen komutanı O’dur.
Enver Paşa, bizi, katılmak zorunda olmadığımız Birinci Dünya Harbi’ne sürükleyerek, çok büyük felâketlere sebep oldu. Bir imparatorluk kaybettik; kadim Türk şehirleri olan Halep ve Musul elden gitti. Daha da vahimi; emperyalist devletler, bin yıl söz sahibi olduğumuz bu coğrafyada, bugün ülkemizin de güvenliğini tehdit eden bir inisiyatife kavuştular. Bu imkânı  onlara, harbe girmekle biz sağladık! Buna rağmen, günümüzde, bile Enver Paşa’ya güzellemeler yapılması hazindir. Acı, ama gerçek odur ki,  tarihimizi bilmiyoruz!
Sanırım Attilâ İlhan’ın bir sözüydü, “Bizim aydınlar, yazarlar; ama okumazlar!”

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678