Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

MUSUL’U LOZAN’DA KAYBETMEDİK! (3)

Osmanlı Devleti’nin bu harpte tarafsız kalabileceğinin önemli bir belgesi de, Enver Paşa’nın 21.12.1917 tarihinde, Alman Karargâhında, Padişahın temsilcisi olarak görevli bulunan Zeki Paşa’ya yazdığı bir mektuptur. Enver Paşa, bu mektubun bir bölümünde, Zeki Paşa’dan, I. Dünya Harbi’ne girişimizi ve büyük fedakârlıklarımızı millet nezdinde haklı göstermek için Almanların bize, en azından Kafkasya’da, 1878 Berlin Konferansı’nda kaybettiğimiz toprakların (Batum, Artvin, Kars ve Ardahan) bir mükâfat olarak iadesinde yardımcı olmasını ister ve “Kapitülâsyonların kaldırılması işi bize, karşımızdaki İtilâf Devletleri tarafından, tarafsızlığımıza karşılık teklif edildiğinden, tabiî yalnızca fedakârlığımızı karşılayamaz” değerlendirmesini yapar (“Enver Paşa”, Cilt III, s. 392)!

Enver Paşa’nın mektubundaki ifadeden de anlaşılacağı gibi, İtilâf Devletleri, Osmanlı’nın tarafsız kalmasını arzu etmekteydiler. Bu bakımdan, ‘Harbe girmek zorundaydık’ şeklindeki değerlendirmeler tarihî gerçeklere aykırıdır. Kaldı ki, ülkenin içinde bulunduğu şartlar, bizi harbin dışında kalmaya zorluyordu. Balkan Harbi’nin yaraları sarılamamıştı. Hâlâ şehitlerin yası tutuluyordu. Balkan bozgunu ve felâketi sebebiyle, her şeylerini bırakarak, canlarını zorla kurtarıp, Anadolu’ya sığınan yüz binlerce göçmen sefalet içindeydi. Yaraların sarılması ve ekonominin düzeltilmesi için ülkenin barışa ihtiyacı vardı. Falih Rıfkı’nın da belirttiği gibi, Avrupa devletlerinin boğazlaşmasından istifade ederek, Millî Ekonominin güçlendirilmesi için mutlaka harbin dışında kalınmalıydı. Üstelik kapitülâsyonlardan kaldırılmıştı! Ancak ne var ki, başta Enver Paşa olmak üzere, Alman eğitimi ile yetişen, Almanya’nın bu harpten galip çıkacağına inanan  genç subayların ihtirasları bizi, I. Dünya Harbi felâketine sürüklemiştir.
Prof. Mustafa Sıtkı Bilgin, ESAM’ın 2014 yılında düzenlediği, “I. Dünya Savaşı’nın 100. Yıldönümü Sempozyumu” toplantısında yaptığı sunumda, önemli bir belgeden söz ediyor. Bu belgeden anlaşıldığına göre, İngiliz Dışişleri Bakanı Sir Edward Grey, İngiliz Elçisi Sir Louis Malett’e, 1914 yılının Ağustos ayı ortalarında, bir talimat gönderiyor. Buna göre, eğer Osmanlı Hükümeti tarafsızlığını muhafaza ederse İngiltere, Rusya ve Fransa Osmanlı Devleti’nin bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü koruma hususunda garanti vermeye  hazırdı!  Sir Grey, aynı talimatı Fransız ve Rus elçilerinin de aldığını gizli şifreli yazısında belirtiyor. Büyükelçi ayrıca, eğer Osmanlı Hükümeti, Goeben ve Breslau gemilerinde bulunan Alman personeli geri gönderirse, kapitülâsyonların kaldırılmasını kabul edeceklerini de belirtmiş (ESAM 2015 yayını,  s.183)!
Görüldüğü gibi, tarafsız kalmamız kaydıyla, toprak bütünlüğümüzü garanti eden İngiltere, kapitülâsyonların kaldırılmasını bile kabul ediyordu!
 Ne var ki, Enver Paşa, Almanların bu harpten galip çıkacağı inancındaydı. Eğer Almanlarla birlikte olursak biz de pastadan pay alabilecektik!
 Enver Paşa’nın ihtirası yüzünden girdiğimiz bu harp, çok daha büyük toprakları kaybetmemize sebep olacak; Anadolu viraneye dönecek; memleketin eğitimli insanları büyük ölçüde yok olacak ve Cumhuriyet bu yüzden büyük sıkıntılar çekecektir.
Tarihî gerçeklere aykırı olarak,  “II. Abdülhamid zamanında en büyük toprakları kaybettik” diyenlerin, I. Dünya Harbi’nde kaybettiğimiz topraklardan söz etmemeleri manidardır.
Şu bir gerçektir ki, Enver  Paşa’nın yerinde Mustafa Kemal Paşa olsaydı, tarihin seyri çok farklı olurdu. İttihat ve Terakki Cemiyeti içinde, O’nun askerî dehasına sahip başka bir kimse yoktu. Bunun İttihatçılar da farkında idiler. Bu yüzden O’nun yeteneklerini kıskanıyor ve O’ndan çekiniyorlardı. Falih Rıfkı Atay, Atatürk’ün seçkin niteliği hakkında şu tespiti yapar: “1913’de bir Mustafa Kemal, yüz yıl sonrası için bile hayaldi; fantezi romanlarında bile yeri yoktu” (Zeytindağı, s.23).
Harbe girişimiz konusunda Doğan Avcıoğlu da,  şu bilgiyi veriyor: “İttihatçı liderler, Rusya’ya saldırmaya, Rus ve İngiliz İmparatorluklarında, İslâm ihtilâlleri körüklemeye en az Almanlar kadar isteklidirler. Yalnız, başlangıçta, Bulgaristan’ın ittifakını sağlamak ve iyice hazırlanmak için, savaşa 1915 baharında girilmesi düşünülmektedir. Fakat savaşın çok çabuk biteceği zannedildiğinden ve yağmadan istenen payı alabilmek için, Kafkasya ve hattâ Mısır’ın işgali gerektiğine inanan Enver Paşa, çabuk fikir değiştirir ve bir an önce savaşa girilmesinden yana olur. Bunun için de, Alman Amirali Souchon’dan, Rus limanlarının bombalanması istenir fakat Alman Amirali olumsuz bir sonuçtan çekinerek Enver Paşa’dan yazılı emir ister. Enver Paşa da bu yazılı emri verir”  (Avcıoğlu, age.  s. 923)!
“Yağmadan istenen payı alabilmek!” Ne yazık ki, başta Enver Paşa olmak üzere, genç subaylar arasında bu düşünce oldukça yaygındı. Nitekim, Falih Rıfkı Atay’ın hatıralarında da bunu görmekteyiz. İstanbul’daki, askerlik eğitimini bir an önce tamamlayarak, Cemal Paşa’nın Suriye-Filistin Cephesindeki karargâhına gitmek ve ‘zaferi paylaşmak’ hayalleri içinde olan Rıfkı’nın Zeytindağı kitabının, “Mısır Sıtması” bölümündeki şu satırları okurken, hüzünlenmemek elde değil: “Karargâha vaktinde yetişip, Mısır’ın nasıl alındığını göremeyeceğine esef ediyordum. Hep Kanal’ı, Kahire’yi düşünüyordum. İstanbul bir Mısır sıtması içinde idi. O zaman başta bulunanların coğrafyası, medrese yobazlarının imlâsı kadar zayıf olmalıdır. Mısır’a vardıktan sonra beni kim hatırına getirir diye içleniyordum. Enver Paşa dahi, Alman zaferine yetişemeyeceğimizden korkarak, bir nefeste harbe atılmış değil miydi? O günlerin acele ve iyimserlik havasının serinliğini hâlâ göğsümde duyar ve sıkılırım”  (“Zeytindağı”, s. 33).
Şevket Süreyya, Enver Paşa’nın bu yazılı emri, 25 Ekim tarihinde verdiğini belirtiyor. Emrin metni şudur: “Türk filosu Karadeniz’de ve zorla hâkimiyet kazanmalıdır. Rus filosunu arayınız. Nerede bulursanız, harp ilân edilmeksizin hücum ediniz” (“Enver Paşa”, Cilt II, s. 555).
29 Ekim’de, Rus donanmasına saldırdık. Hem de, Almanların Fransız cephesinde, 6-8 Eylül tarihlerinde, Marn Meydan Muharebesini kaybederek durdurulmuş olmalarına rağmen! Şevket Süreyya Aydemir, “Rus filosuna 28/29 Ekim’de yapılan bu baskından sonra bile, gerek Rusların, gerek İtilâf Devletleri sefirlerinin İstanbul’da  bir çözüm yolu bulabilmek için uğraştıklarını” söyler (“Enver Paşa”, Cilt II, s. 559).
 Nitekim, Rusya bize ancak 2 Kasım tarihinde; İngiltere ve Fransa ise 5 Kasım tarihinde harp ilân edeceklerdir!
Acı olan bir başka şey ise, Bulgarların harbe katılmasını sağlamak için, vatan topraklarının peşkeş çekilmesidir! Almanların baskısıyla, Meriç’in 25-30 kilometre kadar batısından geçen sınırımızdaki topraklar, Bulgarlara terk edilecektir (Şevket Süreyya, “Tek Adam”, Cilt I, s. 197). Terk edilen topraklar 4 bin kilometrekaredir (“Enver Paşa”, Cilt III, s. 417)!

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678