Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

KADER ANLAYIŞIMIZ KUR’AN’A AYKIRI!

Kur’an’a aykırı bir ‘Kader Anlayışı’nın Müslümanlarca kabul görmesi, İslâm ülkelerinde yaşanan eşitsizliklerin, adaletsizliklerin ve Batı karşısındaki geriliğin temel sebeplerinden birisidir.  Bu anlayış Emevîlerle İslâmiyet’e sokulmuş; Türkler de zamanla, bu bozulmuş dinin etkisine girmişlerdir. Gezgin İbni Batuta, “Anadolu’da çok sıkı bir itikadî disiplin olduğunu” yazıyor! Anadolu’da bu anlayışın medreseleri vardı; buralarda felsefe ve matematik  okutuluyor; Türkler, hem Dünyevî  hem  Uhrevî hayatı önemsiyorlardı.
Kur’an’ın Müslümanlara öğütlediği Tevekkül ve Sabır; içinde bulunulan durumu, ‘KADER’ diyerek kabullenin demiyor; aksine, Müslümanların daha iyisi için mücadele etmesini istiyor! Hz. Muhammed’in tebliğ ettiği dine göre, insanlar zulme uğrayanlara, ihtiyaç sahiplerine yardım etmeli ve dünyanın nimetlerinden de yararlanmalıydılar. Ama bunların hepsinde ölçülü olmalı ve haddi aşmamalıydılar.
Emevîler,        “Kıyam”; yani itiraz dini olan Müslümanlığı, ‘İtaat Dini’ hâline getirdiler. Hasan el Basri, Emevîlerin adaletsizliklerini eleştiren mektubunda Halife Mervan’a, “Allah yapmıyor; sen yapıyorsun!”diye isyan ediyordu!
Prof. Hüseyin Atay,  kader konusunda şu aydınlatıcı bilgileri veriyor: “Kim ne ekerse onu biçer. Ne olmak istiyorsa oluşu o yöne doğrudur. Şu hâlde kader, önceden belirlenen bir ilâhî ön tasarım değildir. (..) Kadere verdikleri anlam, insanın alın yazısı anlamına gelir. Bu da, insanın dünyada ne yapacağı ve ne yapmayacağı doğmadan önce yazılmış ve iş bitmiştir; değiştirilemez demektir. Cennetlik ve cehennemlik olması elinde değildir anlamına gelir. Böylece kadere inanan, aslında Kur’an’ı ve Peygamber’i temelinden inkâr etmiş olur. Çünkü Kur’an’a, Allah’a, Peygambere inanmak insanın özgür irade sahibi olmasına dayanır. İnsanın dindar ve din sahibi olması özgür iradesine bağlıdır. Burada, kadere iman diye bir şey yoktur. İnsanın özgür iradesi vardır ve yaptığı her hareketten sorumludur. İnsana yaptığı işlerden sorumlu olması için cüz’i irade verilmiştir. Bu cüz’i iradenin sahası içinde iş yapmakta serbesttir. Tam ve külli irade Allah’ındır” (Prof.  Hüseyin Atay, “Kur’an’da İman Esasları ve Kader Sorunu”, s. 131).
Meselâ Soma’da yaşanan faciayı hatırlayalım!  Bu faciada ölmek o işçilerin kaderi değildi. Gerekli denetimleri yapmayan devletin, kâr hırsıyla gerekli yatırımları yapmayan Patron’un ve görevini yapmayan İşçi Sendikası’nın sorumlulukları büyüktü. Görevlerini yapmayarak o kazaya ve işçilerin ölümüne sebep oldular! ‘Kader’ denilerek bunlar örtülüyor!
 Prof. Hüseyin Atay,  Ehli Sünnet’in ünlü imamı Ebu Mansur Maturidî’nin  (Müddesir 38, Bakara 288, Fussilet 46, Şura 40-42, Tekvir 29, İsra 97, Nisa 78, Kasas 56, Yunus 107) ayetlerine dayanarak, külli iradenin Allah’a ait olduğunu, cüz’i iradenin insana verildiğini ortaya koyarak en güzel şekilde kader meselesini çözdüğünü söylüyor. Fakat, Emevîlikten beslenen Sünnî bağnazlığı bu millete, İmam Maturidî’yi  unutturmuştur!
Emevîler ve Emevîciler Müslümanları, “Kader-Sabır” diyerek uyuşturdular. Ramazanlarda Ebu Hanife’nin, Maturidi’nin ismi geçmez! Hep tasavvuf öndedir. Çünkü, tasavvuf Müslümanları uyuşturuyor ve zulmün, haksızlıkların ve eşitsizliklerin sorgulanmasını engelliyor. ‘Peygamberimizi, Peygamber olarak kabul etmeyen Batı’nın, Şebu Aruz törenlerine bu ilgisinin sebebi ne ola ki’ diye düşünmek gerekmez mi?
Prof. Hüseyin Atay, Maturidîlerin ünlü kelam bilgini Nesefi’nin  (Ö. 1115)  yazmış olduğu hacimli kelâm kitabının, Diyanet 2003 baskısında, şu ibareyi gördüğunu yazıyor:  “Nesefi diyor ki,  ‘Deriz ki, inançlara gelince; diyanet sahiplerine göre bunlar beş esasa ayrılır: 1. Allah’a 2. Meleklerine, 3. Kitaplarına, 4. Peygamberlerine, 5. Ahiret gününe imandır!’ Görüldüğü gibi ‘Kadere İman’ diye bir şey yok!”
İslâm’ın şartını da 5’e indirdiler! Var mı Kur’an’da böyle bir şey?  Peki, hırsızlık yapmamak, yalan söylememek, kibirli olmamak, israftan kaçınmak, adaletli ve ahlâklı  olmak, iyi ve güzel işler yapmak İslâmiyet’in şartlarından değil mi?
Ne yazık ki, günümüzde İslâmiyet bir ritüel dini hâline getirilmiştir. Prof. Hüseyin Atay’ın verdiği şu bilgi anlamlıdır: “Doktora tezimi 1961’de bastım. Üsküdar Müftüsü dostumdu.  Bana mektup yazdı, kadere bir açıklama getirmemi istedi. Ben de, bir sayfalık bir açıklama yaparak kadere iman olmadığını daha çok pekiştirdim.  İstanbul’a gittiğimde, sözle de anlatınca, ‘doğru ama bunu halka anlatmamalı’ deyince, ‘doğru ise niye halktan saklamak gereksin; halk da doğruyu bilsin ona göre sorumlu olsun’, cevabını verdim.”
Prof. Hüseyin Atay, “Bugün, 50 yıl sonra Diyanet; ‘kadere iman yazılmayan  kitabı basmıyor!’ Millî Eğitimde de kadere iman olmayan kitap basılmıyor” diyor!
Prof. Atay, ‘Bütün Müslümanları asırlarca perişan eden, sorumsuzca davranmalarının sebebi bu yanlış inançtır. Bu yanlış inancın cezasını çekiyorlar! Memlekette ve İslâm dünyasında bu kadar akıl almaz bozuklukların ve bozgunculukların baş nedeni, kadere inanmanın getirdiği sorumsuzluk duygusundan başka bir şey değildir” diyor ve şu sözleri ile de, çok önemli bir gerçeğin altını çiziyor: “İslâm felsefesi asistanı olmadan önce, İslâm felsefesiyle uğraşmayı düşünmüştüm. Allah’ın büyük bir lütfu olarak bu düşüncemi gerçekleştirme fırsatına nail oldum. Asırlar boyunca, İslâm düşüncesinin donuklaşıp kalmasının, İslâm dini ile bağdaşır bir tarafı bulunmadığını sezmiş olmam, bende bu isteği yaratmıştır. Bana göre, İslâm dünyasının ilerlemesi İslâmiyet’in esaslarının iyi bilinmesi ile mümkün olabilecektir. Dinin esaslarını ortaya koymak ve dinle ilgisi olmayan hususları kolayca fark edebilmek için şüphesiz, dinin iman esaslarını Kur’an’dan tespit etmek gerekirdi.”
İranlı Azerî kardeşimiz Ali Şeriati’nin, Müslümanları aslında kıyama; yani  ayağa kalkmaya, direnmeye teşvik eden “İntizar” (ümit ederek beklemek) ve “Tevekkül” kavramları  hakkındaki  şu tespitleri de oldukça aydınlatıcı: “İntizar; teslimiyet felsefesi değil, bilâkis itiraz felsefesidir. Her intizarcı aynı zamanda bir itirazcıdır. İntizar eyleyen bir kimse, dünyaya egemen olan güçlere rağmen, zulüm ve istibdat cephesinin güçlü olmasına rağmen, batıl ve haddi aşan esaret sultasına rağmen,  hak ve adaleti hâkim kılmak için her an bir patlamanın, bir dirilişin söz konusu olabileceğine inanan; zulmün, fesat ve istibdadın karanlık gecesinden devrimci bir sedanın dirileceğine iman eden kimsedir. İntizar; intizar eyleyeni, zulüm ve zorbalığın ebedî olmadığına inandıran güçlü bir etkendir. Hak ve adalet taraftarları zayıf olsa da, barışa, özgürlüğe; sınıfsal eşitliğe ve evrensel kardeşliğe âşık olanlar yenik düşse de, insanların ümitsizliğe kapılmamasını sağlayan önemli bir faktör! “
Tevekkül’ü de (her şeyi Allah’a bırakmayı) şöyle açıklıyor Şeriati: “Mevcut bütün şartların ve faktörlerin aleyhinde olduğu; gerçekleşmesi mümkün görünmeyen idealleri gerçekleştirmek için mücadele etmek! Öyle bir tevekkül ki, güç, imkân, siyasî şartlar, ortam; ekonomik ve askerî şartlar uygun olmamasına, hattâ hiç olmamasına rağmen, mazlum ve geri kalmış milletleri, güç sahibi egemen sistemlere karşı kıyama davet ediyor ve sonunda onları muzaffer kılıyor. Sabır da aynı şekilde… Bugün‘tahammül,  sükût, teslimiyet, razı olmak, boyun eğmek, başa gelen hiçbir şeye ses çıkarmamak’ olarak anlaşılan sabır, tam aksine “direnmek, yoluna devam etmek, ağır sorumluluktan ve yükten kaçmamak, ümitsizliğe düşmemek,  gevşememek, üzülmemek, tembel ve dayanıksız olmamak anlamına gelir.”
Şeriati diyor ki; “Tevekkül bugün, fakirliği meşrûlaştıran, az üretmeye, az istemeye teşvik eden bir faktör, ‘ölmeyecek kadar’ yeme ve kazanma, kıt kanaat geçinme felsefesine teslim olup, gerisini, ‘sahip oldukları yerleri, halklarıyla beraber yese de açlığı dinmeyen, horultusu ve iştahı daha da kabararak vahşileşen’ maymun iştahlılara bırakmayı nasihat eden bir mefhum olmuştur” (Ali Şeriati, “Dine Karşı Din”).
Âl-i İmrân Suresi 200. ayet şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Sabredin, direnin, sabır yarışında düşmanlarınızı geçin; savaş için hazır ve tetikte bulunun ve Allah’tan korkun ki, arzularınıza eresiniz.”
Türkçe Kur’an’a niçin karşı çıktıklarını şimdi anladınız mı?

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678