Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

ATATÜRK VE VAHDETTİN (1)

10 Kasım sabahı, anıtkabirdeki törenleri izliyorum. Televizyon kanallarını şöyle bir dolaştım; bayrak ve Atatürk resmi var mı yok mu diye baktım. TV NET, Kanal A ve TGRT televizyonunda Türk bayrağı vardı fakat, diğer televizyon kanallarında olduğu gibi,  bayrağın kenarındaki Atatürk resmi yoktu. Akit TV’de ise ne bayrak ne de Atatürk resmi vardı! Cumhuriyet Bayramı’nda, ekranın bir köşesinde sadece Türk bayrağı bulunan Kanal 24 TV ise, bu 10 Kasım’da Türk bayrağının yanına Atatürk resmi de koymuştu. Güzel bir gelişme.

Beyaz TV’deki programda, bazı sanatçılarla Atatürk üzerinde konuşuluyordu. Program konuklarından Nihat Doğan’ın, Atatürk’ü Anadolu’ya, “Git memleketi kurtar” diye, Vahdettin’in gönderdiği sözlerine şahit olduk. Ne yazık ki, buna, muhafazakâr kesimde inananların sayısı bir hayli fazladır. Programda bir de, Atatürk’ün “Kemal” olan ilk isminin  “Kamal” olarak yazılması üzerinde de duruldu. Gerçeğe aykırı yorumlar yapıldı. Bunun sebebi, Türkçe ses uyumuna uygun olarak, Dil Devrimi sırasında, Atatürk’ün, isminin sesli harfle, yazılmasıdır. Daha sonra; bilindiği gibi, Atatürk’ün, “dilde aşırı gidilmemesi” kararı üzerine bundan vazgeçilmiştir.  “Kamal” şeklindeki kullanımının başka bir nedeni yoktur.
Yazılarımızda, tarihe fazla ağırlık vermemizi eleştirenler var. Hâlbuki, karşı karşıya bulunduğumuz temel meselelerin kökleri tarihin derinliklerindedir. Doğru bir tarih bilgisine sahip olmadan, bu meselelerin ana sebeplerinin neler olduğunun doğru kavranması ve doğru çözüm yolları bulunması mümkün değildir. Ülkemiz, 200 yıldır, Batı’nın asimetrik bir saldırısı ile karşı karşıyadır. Bu saldırılara ancak güçlü bir İç Cephe ile karşı koyabiliriz. Bu da ancak, tarih şuuruna sahip bir milletle olabilir. Atatürk’ün, İç Cephenin önemi hakkındaki şu sözlerini hatırlatmak isteriz: “Dahili cephe, aslolan cephe, bütün memleketin aynı fikir ve kanaatte olarak, yekvücut olarak tesis etmiş oldukları cephedir.  Dış Cephe, doğrudan doğruya ordumuzun düşman karşısında göstermiş olduğu cepheden ibarettir. Bu  dış cephe, ordu cephesi; sarsılması, değişmesi, mağlup olması, çözülmesi hiçbir vakitte bir milleti ve bir memleketi mahvedemez. Bunun hiçbir ehemmiyeti yoktur. Asıl önemli olan ve asıl memleketi temelinden yıkan ve halkını esir eden iç cephenin düşmesidir. İşte bu hakikate bizden ziyâde vâkıf olan düşmanlarımız ki, başta en zelil düşman olan İngiliz, asıl bu cepheyi yıkmak için iki üç seneden beri ve asırlardan beri sarfı mesai etmektedir. Mâlûmu âliniz bizim eski Osmanlı tabirimizce, ‘Kale içinden yıkılır.’ İşte düşmanlarımız bizi içimizden yıkmağa çalışıyorlar (Kâzım Öztürk, “Atatürk’ün TBMM Açık Ve Gizli Oturumlarındaki Konuşmaları”, s. 779).
Evet, İç Cephe işte bu kadar önemlidir ve güçlü bir İç Cephe, ancak, tarih şuuruna sahip bir milletle kurulabilir. Bugün yaşadığımız siyasî ayrışmanın ve kör dövüşünün temel sebebi  bu şuurdan yoksun olmamızdır.
10 Kasım sabahında, Beyaz TV’de, Nihat Doğan’ın tarihî gerçeklere aykırı sözlerini duyunca, Atatürk’ün Samsun’a gönderilişinin perde arkasını kısaca hatırlatmak istedik. Atatürk’ü, Vahdettin’in ‘git ülkeyi kurtar diye’ Anadolu’ya gönderdiğine inanan pek çok vatandaşımız var. ‘Tarihçi’ diye televizyon ekranlarına çıkarılan -Saltanat ve Hilâfet Kur’an’da yeri olmayan makamlar olduğu hâlde-, “Yunan kazansaydı, Saltanat da Hilâfet de kalırdı; dinimizi daha özgür yaşardık” anlayışını, televizyon ekranlarında dillendiren Kadir Mısıroğlu gibi bir ruh hastası, bu yalanın baş aktörlerinden birisidir. Osmanlı’nın bittiğini bir türlü kabullenemeyen; bu Cumhuriyetin önemini idrakten aciz; bazı Osmanlı hayranları da; hiç araştırmadan bu yalanı tekrarlamaktadırlar. Bu nedenle, tarihî gerçekleri ara sıra hatırlatmakta fayda var. Padişah Mehmet Reşat’ın ölümü üzerine, 4 Temmuz 1918 tarihinde Padişah olan Mehmet Vahdettin, “Bütün umutlarımı Allah’tan sonra İngiltere’ye bağladım” demekteydi. Fakat, ne acıdır ki, İngiliz işgal kuvvetlerinin temsilcileri, Padişah ile görüşmeye bile tenezzül etmemekteydiler (Doğan Avcıoğlu, “Millî Kurtuluş Tarihi”,  s. 100)!
Vahdettin, 30 Mart 1919’da, kendi eli ile yazdığı ve Damat Ferit aracılığıyla, İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe’a ulaştırdığı bir önerisinde, Osmanlı İmparatorluğu’nun 15 yıl müddetle İngiliz sömürgesi olmasını teklif etmişti (Turgut Özakman, “Şu Çılgın Türkler”, s. 17)!
Kâzım Karabekir Paşa,  Padişah Vahdettin’in İngiliz mandasından yana olan bu tavrını şu çok ağır sözlerle eleştirir: “Boğazlar ve birkaç vilâyet Fas Sultanlığı’ndan beter bir hâlde, İngiliz himayesinde bir Hidivlik olacaktı. Padişah ve murdar maiyeti, yaşamak için bu namussuzluğu kabul etmişler ve başka çaremiz kalmadı, İttihatçılar memleketi batırdı, bu kadarını olsun kurtarabildik diye vicdan acılarını giderecek formül de bulmuşlardı” (Kâzım Karabekir, “İstiklâl Harbimiz”, s. 146)!
Sadece bu örnekler bile, Vahdettin’in, Anadolu’da İstiklâl için savaşan Milliyetçilerle hiçbir ortak amacının olmadığını göstermektedir. Mustafa Kemal Paşa’yı memleketi kurtar diye Anadolu’ya gönder, sonra hakkında idam fermanı yayınla!
Eski Büyük Millet Meclisi Başkanlarından Bülent Arınç’ın danışmanı Kemal Öztürk’ün yazdığı “İlk Meclis” isimli bir kitapta, Atatürk’ü, Padişah Vahdettin’in Anadolu’ya ülkeyi kurtar diye gönderdiği iddialarına kanıt olarak gösterilen bir bölüm var. Vahdettin Atatürk’e şöyle demiş: “Paşa, şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin. Fakat asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir.  Paşa, Paşa devleti kurtarabilirsin!”
Yavuz Bülent Bâkiler, yazarın bu tespitine katıldığı anlaşılan bir yazısında, kitaptaki bu sözlere Atatürkçü kesimden gelen tepkileri “Bunlar bizim Debreli Hasanlarımız” diye eleştirdikten sonra,  Falih Rıfkı Atay’ın “Çankaya” adlı kitabının 174, 175. sayfalarında da görüleceği gibi, bu sözlerin “Beni Padişah Vahdettin Anadolu’yu kurtarmam için gönderdi” anlamında bizzat Atatürk tarafından söylenmiş olduğunu iddia ediyor (Tercüman,16.3.2004).
Doğrudur, Falih Rıfkı Atay’ın Çankaya isimli eserinde bu sözler var ancak bu sözlerin devamı da var! Atatürk, Vahdettin’in bu sözlerini şöyle değerlendiriyor: “Memleketi kurtarmak lâzımdır, istersem bunu yapabilirmişim. Nasıl? Hemen hüküm verdim: “Vahdettin demek istiyordu ki, ‘hiçbir kuvvetimiz yoktur. Tek mesnedimiz İstanbul’a hâkim olanların siyasetine uymaktır.’ Eğer onları memnun edebilirsem, memleketi ve halkı bu siyasetin doğru olduğuna inandırabilirsem ve bu siyasete karşı gelen Türkleri uslandırabilirsem Vahdettin’in arzularını yerine getirmiş olacaktım” (Çankaya,  s. 174)!
Görüldüğü gibi, iki tarafın da niyetleri başkadır; Vahdettin kurtuluşu teslimiyette aramaktadır; Atatürk ise silâhlı mücadelede!
Büyük Zafer’den sonra, Atatürk’ü İngilizler bile kutladığı hâlde, Vahdettin bir telgrafla kutlamaktan kaçındığını ve sonra da, bir İngiliz zırhlısına binerek ülkeden kaçtığını hatırlatalım!
Atatürk’ü, ‘Git ülkeyi kurtar’ diye Vahdettin’in gönderdiğini iddia edenler bunlara acaba ne cevap verirler?
Bu konuya devam edeceğiz.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678