Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

BİZİM ASIL DÜŞMANIMIZ EMPERYALİZMDİR!

Amerika, Musul’da, IŞİD’e karşı yürütülen harekâtta, Türkiye’nin etkin olmasını istemiyor. Bu sürpriz bir gelişme değil. Amerika bizi sadece kullanmak ister. Nitekim, 1945’ten beri yaptığı budur. 1992’de, Irak’ın kuzeyindeki uçuşa yasak bölgenin güvenliğinin sağlanması için Çekiç Güç’ün kurulmasını; Amerika’dan Özal istemişti! ‘Barzanistan Devleti’nin oluşması böyle gerçekleşti! Amerika buna rağmen, lehimize bir tek adım atmazken;  Suriye’den kovulan PKK’yı Kandil’e yerleştirdi! Emperyalist ‘dostlarımız’, kendi emperyal plânlarını uygularken; bizim, millî menfaatlerimize uygun olup olmadığına bakmadan, ‘verilen görevi’ yapmamızı istiyorlar. Musul operasyonunda Hırvatistan ve Yeni Zelanda bile var; fakat bin yıl bu coğrafyanın hâkim gücü olan biz yokuz! Amerika muhipleri bunun üzerinde düşünmelidirler. Pek umutlu değiliz ama, belki gerçeği görürler!

Hükümet tezkeresi, 1 Mart’ta TBMM’de reddedildiği için, Amerika’nın 2003 yılındaki Irak Harekâtına katılamadığımız ve bu yüzden zararlı çıktığımız inancında olanlar da var. Tezkere geçmiş olsaydı 65 bin Amerikan askerinin Güneydoğu’da üsleneceğini hatırlatalım! Bu durumda, acaba PKK nasıl bir güç kazanacaktı! Ayrıca, Amerika’nın Birleşmiş Milletler Kararı olmadan Irak’a müdahalesine katılmamız etik olacak mıydı? Fakat biz, Amerika’nın Irak’a müdahalesinin yarattığı kaos nedeniyle, Irak’ta yaşayan soydaşlarımızın can güvenliğini sağlamak amacıyla Irak’a girebilirdik. Bu durum, Amerika’nın işgal harekâtından çok daha meşrû olurdu. Kaldı ki, Ecevit Hükümeti zamanında, Amerika Irak’a girdiği takdirde, bizim de bir kolordu ile 50 kilometre derinliğinde Irak’a girmemiz kararlaştırılmıştı!
Kıbrıs’ta, 1950’li yıllarda, Türk subaylarının öncülüğünde, bir mücahit teşkilâtı kurmuş; Kıbrıs Türklerini silâhlı eğitime tabi tutmuş; bunun 1974 Barış Harekâtında büyük yararlarını görmüştük. Aynı şeyi Amerika’nın Irak’ı işgalinden sonra, bu defa Irak Türkmenlerini korumak için yapabilirdik. Türkmenler, bunun için Süleyman Demirel’in Cumhurbaşkanlığı döneminde Türkiye’ye başvurmuşlar fakat sadece oyalanmışlardı! Saygı Öztürk’ün bir yazısından öğrendiğimize göre, Tuzhurmatu Türkmenleri, kendileri bir teşkilât kurmuşlar ve Barzani’nin peşmergeleri, tanklarla Tuzhurmatu’ya saldırdıklarında, bunları püskürtmeyi başarmışlar! Başika’da peşmerge güçlerini eğiteceğimize, Türkmen Tugayları oluşturup, bunları eğitmiş olsaydık; bugün Irak’ta elimiz çok daha güçlü olmaz mıydı?
Barzani güçleri, Amerika’nın 2003’teki askerî harekâtı sebebiyle Irak’ta meydana gelen kaostan istifade ederek, Kerkük’e girdiler; Tapu ve Nüfus dairelerini yağmaladılar. Sözde, Kerkük bizim kırmızı çizgimizdi. Fakat seyretmekten başka bir şey yapmadık! Ne var ki, 7 Haziran seçimlerinden ve özellikle 15 Temmuz’dan sonra, Amerika’dan bağımsız bir siyaset izlendiği de bir gerçektir. Fakat, bunu anlayabilmek için, zihinlerimizdeki ‘Eş Başkanlık’ angajmanından kurtulmamız gerekir.
Suriye ile köprüler atılarak, büyük bir yanlış yapıldı. Ne var ki, Amerika’ya rağmen gerçekleştirilen Fırat Kalkanı Harekâtı doğru bir adımdır. Bu harekât sayesinde, Amerika’nın gerçekleştirmek istediği; Cumhurbaşkanımızın, çok doğru bir tespitle, ‘Terör Koridoru’ olarak nitelendirdiği sözde Kürt Koridoru hesapları bozulmuştur. Bu da göstermektedir ki, Amerika’dan ayrı olarak inisiyatif alabildiğimizde, bunların kaos plânlarını bozabilmek mümkündür. Diğer taraftan, Suriye operasyonu başlamadan önce, “Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Anlaşması” imzalayarak, aramızdaki vize uygulamasını kaldırdığımız Suriye başta olmak üzere, Rusya, İran ve Irak’la işbirliği yapılmasının elimizi daha da güçlendireceği muhakkaktır. Fırat Kalkanı Harekâtı’nın Rusya ile uzlaştıktan sonra yapılabilmiş olduğu da unutulmamalıdır.
Bizim için asıl tehdit, Rusya değil; Batı’lı ‘dostlar’ dır. Rusya, Batı’nın tehditlerine karşı işbirliği yapmamız gereken bir güçtür. Bu, dün de böyleydi; bugün de böyledir. Çünkü, onlar da 1945’ten bu yana, Emperyalist Batı’nın tehditlerine muhataptır. Ne yazık ki, bu ülkeyi, Atatürk’ten sonra yöneten Batı hayranları, ülkeyi II. Dünya Harbi’nden hemen sonra Batı ittifakına sokarak, Rusya ile, hayatî önemdeki işbirliği imkânını da yok ettiler. Bu bakımdan, Cumhurbaşkanımızla sayın Putin arasında gerçekleşen işbirliği son derece önemlidir; değerlidir.
Amerika’dan ve Batılı ‘dostlardan’ yediğimiz bunca kazığa rağmen; bu ülkede, hâlâ daha Batı ittifakını savunanların varlığı da bir gerçektir. Batı ile girdiğimiz ittifak ilişkileri bize hep kaybettirmiştir. 15 Temmuz başarısız darbe teşebbüsünden sonra, -artık Amerika ve Batı ile ilişkilerimizin sorgulanması zamanının geldiğini- iktidarı destekleyen yazarlardan da duymak bizi mutlu ediyor. Fakat, bu Batı karşıtlığının, 15 Temmuz’un arkasında, Amerika’nın inkâr edilemez bir şekilde bulunduğunun ortaya çıkması sebebiyle, konjonktürel bir davranış olmasından korkarız!
 Ne yazık ki, yakın tarihimiz konusunda genel bir bilgisizlik var. Nitekim, yine Kanal 24 TV’deki bir tartışma programında, Atatürk’ün “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” sözlerinin eleştirilerek; ‘bu anlayış sebebiyle, bölgemizdeki gelişmelerle ilgilenmeyen pasif bir politika takip edildiği’ iddia edilebilmiştir. Hâlbuki, bu iddianın aksine, Atatürk dönemi, Türkiye’nin dış politikada en aktif olduğu dönemdir. Bu sütunlarda zaman zaman hatırlatıyoruz; yine hatırlatalım! Atatürk, dış politikamızı değerlendirdiği bir konuşmasında, gelecek hükümetler için de çok önemli bir uyarı niteliğindeki şu tespitleri yapmıştı:“İmparatorluğun enkazı üzerinde kurulmuş bulunan bağımsız devletlerin kaderleri her bakımdan aynıdır. (…) Bu milletler, düşürüldükleri gaflet çukurundan bir an evvel kurtulmaya çalışmalı, aralarında mevcut olup, bazı emperyalist devletler tarafından mütemadiyen körüklenmekte bulunan arazî kavgaları ile diğer anlaşmazlıkları ortadan kaldırmalı, müsavi şartlarda -az zamanda konfederasyonlara doğru gidecek olan- kuvvetli- bir ‘Birlikler manzumesi’ kurmalı, bu gaye için diğer komşu milletlerle de anlaşmak çarelerini aramalıydılar. Ancak bu yoldan, hep beraber, güvenlik ve huzur içinde yaşamalarını sağlayabilirlerdi” (Hasan Rıza Soyak, “Atatürk’ten Hatıralar”, s. 500).
Atatürk’ün bu tespitleri sözde kalmamış ve emperyalist devletleri bölgemizden uzak  tutmak amacıyla Balkan Devletleriyle, 1934 yılında Balkan Paktı kurulmuş; 8 Temmuz 1937’de, İran’daki Sadabat Sarayında,  zamanın bağımsız Müslüman Devletleri olan İran, Irak ve Afganistan’la Sadabat Paktı imzalanmıştı. Sünnî Türkiye ve  Şiî İran; aralarındaki mezhep farklarını aşarak, güçlü bir dostluk kurmayı başarmışlardı. Ayrıca, Atatürk’ün, tek kurşun atmadan Hatay’ın da anavatana katılmasını sağladığını hatırlatalım! Bu mudur pasif siyaset? Ne yazık ki, bugün, Atatürk’ün bu gerçekçi siyasetinin takip edildiğini söyleyebilmek oldukça güçtür. “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” siyasetini eleştirenlere,  Enver Paşa’nın maceracılığı sebebi ile kaybettiklerimizi hatırlatmak isteriz. İktidarın Suriye ve Irak’taki aktif siyaseti ve Amerika karşısındaki dik duruşu desteklenmelidir. Fakat, Enver Paşa’nın maceracılığı değil; Atatürk’ün gerçekçiliği rehber edinilmek şartıyla.
Bir ilginç durum da, iktidarı destekleyen bazı etkili  yazarlar ve birçok Ulusalcı isim Amerika ile ilişkileri sorgulayıp, NATO’dan çıkılmasını ve Rusya ile işbirliğini  savunurlarken; bazı CHP’lı isimlerin, Batı ittifakını ve NATO’yu savunmalarıdır!
 Amerika ile örtülü bir savaş yaşadığımızın farkında değiller mi acaba?!

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678