Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

30 MART TARİHÎ BİR FIRSATTIR!

17 Aralık yolsuzluk soruşturmasının sonunda, nihayet, fezlekeler Meclis’e geldi. Fakat milletvekilleri dosyaların içine bakamadılar! Madem tapeler montajdı o zaman niçin dosyaların içine bakılmasından korkuluyor? Zafer Çağlayan’a isnad edilen suç, 28 defada toplam 52 milyon dolar rüşvet almak. Suç işlemek için örgüt kurmak. Sahte belgelerle ihracat. Kaçakçılık yasasına muhalefet! Muammer Güler; 10 defada toplam 10 milyon dolar rüşvet almak. Suç işlemek amacıyla örgüt kurmak. Nüfuz suiistimali, suçluları kayırmak! Egemen Bağış; (Hani şu, attığı tweet’le, Berkin’in cenaze törenine katılanları nekrofili yani ölüsevercilikle suçlayan müstafi bakan) 3 defada 1.5 milyon dolar rüşvet almak! Erdoğan Bayraktar hakkında da görevi kötüye kullanmak iddiası var.
Bu iddialar başka ülkelerde olsa yer yerinden oynardı. Fakat, milletimiz seyrediyor! Ne var ki, bu konuda milletimizi doğrudan suçlamak da doğru değil çünkü yandaş medya vasıtasıyla müthiş bir zihin kontrolü sağlanıyor. Ayrıca Başbakan da kullandığı hırçın üslupla, kendi tabanını arkasında tutmayı başarıyor. Millet bölünüyormuş kimin umurunda; önemli olan iktidarın sürebildiği kadar sürmesi ve hesap verme gününün olabildiğince ötelenmesi!
Berkin’in defnedilmesinden sonra çıkan olaylar bu gerginlik siyasetinin acı bir örneğidir. Berkin yüz binlerin katıldığı muhteşem bir cenaze töreni ile defnedilmiş ve tören sırasında en küçük bir olay yaşanmamıştı. Daha sonra çıkan olayların sebebi ise yürüyüş yapmak isteyen öfkeli gençlere polisin izin vermemesi, kalabalıkların üzerine su ve gaz sıkılmasıydı. Polis, yürüyüşçülere biraz müsamaha gösterseydi, yürüyüşün güvenli bir şekilde yapılması sağlansaydı acaba o istenmeyen hadiseler yaşanır mıydı? Fakat ne yazık ki, gerginlikten nemalanan iktidarın böyle bir şeye izin vermesi tabiî ki, mümkün değil. Daha Gezi Parkı eylemlerinin başlangıcında, iktidar isteseydi her şey tatlılıkla hâlledilemez miydi? Başbakanın televizyona çıkıp, “Biz buraya AVM yapmak kararı almıştık. Fakat, İstanbul halkının buna karşı olduğunu gördüğümüz için bu kararımızdan vazgeçiyoruz ve Taksim’e İstanbul halkının karşı çıkacağı hiçbir şey yapmayacağımızı buradan ilân ediyorum” deseydi, ülke geneline yayılan gösteriler, bir tek kişinin burnu kanamadan sona ermez miydi?
Bu soruyu, bu iktidarı, gerçekten iyi niyetle destekleyen vatandaşlarımız da kendi kendilerine sormalıdır.
Ne var ki, Başbakanımızın, ‘tabiatı icabı’ ülkede yükselen tansiyonu düşürmek için böyle bir konuşma yapması mümkün değildir! Çünkü o bir karar aldığı zaman mutlaka uygulanmalıdır! Çünkü onu millet seçti! Çünkü o millî iradeyi temsil ediyor! Evet, Başbakanın demokrasi anlayışı işte bu! Kitaplarda bu anlayışın adına demokrasi değil, başka bir şey diyorlar!
Bu millet dürüst ve adaletli yönetimden başka bir şey istemiyor. ‘Demokrasiyi hayatın her alanına yayacağız’ diyerek iktidara gelip, ülkeyi bir diktatörlüğe dönüştürmek isteyenlere karşı, milletin yasalar çerçevesinde tepkisini dile getirmesinden daha tabiî ne olabilir?
İktidarın olaylara sağduyu ile yaklaşmaması ülkeyi gerdikçe geriyor. Ve ne yazık ki, bu da son derece bilinçli bir siyaset. Nitekim, Okmeydanı’nda Burakcan Kahramanoğlu’nun öldürülmesi ve sonrasındaki gelişmeler, bir SağSol çatışmasının tezgâhlanmakta olduğu kaygılarını güçlendiriyor. Bu cinayeti tetikçi bir örgüt olan DHKPC’nin üstlenmesi de son derece ilginç. Bir AKP Grup Başkanvekili’nin, bu cinayetle ilgili olarak yaptığı açıklamada, CHP Genel Başkanı ile kurduğu irtibat ve Başbakanın MHP’yi bu tetikçi örgüt ile birlikte anması da çok kaba bir siyasî taktiktir.
Her ne kadar bazı karanlık güçler ve menfaat odakları, bu ülkede yeniden, 12 Eylül öncesindeki gibi bir SağSol çatışması gerçekleştirmek isteseler de, biz yeniden böyle bir felâketin yaşanmasına bu ülkenin sağduyulu siyasetçilerinin ve milletimizin izin vermeyeceğine inanıyoruz. Nitekim, MHP Genel Başkanı sayın Bahçeli her fırsatta sokağın tehlikelerine dikkat çekiyor ve milliyetçi camiayı, tahriklere kapılarak, sokağa çıkmamaları konusunda uyarıyor ve bunda da başarılı oluyor. Ayrıca vatandaşlarımızın da kolay kolay bu oyunlara gelmeyeceği görülüyor. İki acılı babanın; sevgili Berkin’in ve sevgili Burakcan’ın babalarının sergilediği asil tavır da, milleti kutuplaştırmaktan nemalanmak isteyenlerin heveslerini kursaklarında bırakmıştır. Berkin’in babası, ülkenin yeniden karanlık günlere dönmesi için maşa görevi gören alçaklar tarafından katledilen Burakcan’ın acılı babasını arayarak “Senin evlâdın benim evlâdımdır” demiş. Burakcan’ın babası da Alucra’dan İstanbul’a döndüğü zaman kendisini mutlaka ziyaret edeceğini söylemiş.
Çirkin siyaset bu tablodan ders almalıdır. Onlar ders almasa da, milletimiz bu tabloyu iyi değerlendirmeli ve kör fanatizme teslim olunmamalıdır.
Okmeydanı’nda öldürülen evlâdının cenazesini, olay çıkmasın diye memleketi Alucra’da toprağa veren Burak’ın acılı babası “Alevi’si Sünni’si hepimiz Türk’üz” diyor. Şu işe bakın ki, bu konuşmayı veren bazı yandaş kanallar Türk kelimesini makaslıyorlar!
Bir türlü bu milletin adını söylemekten, ‘Türk Milleti’ demekten kaçınan, daha önce, bütün milliyetçilikleri ayağının altına aldığını söyleyen Başbakan, Milliyetçi oylara göz dikince, mitinglerde Arif Nihat Asya’nın Bayrak şiirini okuyarak milliyetçilik vurgusu yapıyor! İzmir mitinginde bir binaya asılan büyükçe bir pankartta da şu ilginç slogan yer almaktaydı: “Anti Emperyalist Erdoğan!” Ne diyelim? Fesüpanallah! Fakat, işte boyalar dökülüyor ve foyalar da meydana çıkıyor. Egemen Bağış’a ait olduğu iddia edilen şu konuşmaya bakar mısınız: “Her Cuma bir âyet sallıyorum. Bakara Makara diyerek!” ‘Dindarlıkları’ işte budur.
12 yıllık AKP iktidarının uygulamalarının, ‘Devlet adamı nasıl olmamalı?’ konusunda bir fikir edinmemiz gibi bir yarar da sağladığına inanıyoruz. Buradan hareketle ‘Devlet adamı nasıl olmalı?’ diye soracak olursak, belki çok ütopik olacak ama; bir siyasî hareket, hele ‘DİNDAR’ olduklarını söyleyerek bu milletten iktidar yetkisini almışsa, onlardan beklenen, ‘bir zahid tavrıdır.’ Yani, dünya nimetlerinde gözü olmayan, kariyere, yani makama ve mevkiye önem vermeyen bir tavır sergilemeleridir. Ne yazık ki, bu konuda çok kötü bir sınav verdiler; dünya nimetlerine yüz çevireceklerine dünya nimetlerine teslim oldular. Yolsuzluk ve rüşvetle anılır oldular! Bu suretle Müslümanlığa da büyük itibar kaybettirdiler. Bu bakımdan bize göre bu durum suçlarını iki kat arttırmıştır.
Niğde’deki çok elim terör hadisesi, iktidarın baştan ayağa yanlış olan Suriye siyasetinin acı bir meyvesidir. Komşudaki yangına benzin dökerken bize de sıçrayacağı düşünülmeliydi. Bu acı olay, bu iktidara sınırsız destek verenleri bir kez daha düşündürmelidir. 30 Mart bu bakımdan önemli bir fırsattır.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678