Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

2. ABDÜLHAMİD TARTIŞMALARI ÜZERİNE (1)

“Ülkenin bu kadar önemli meseleleri varken, şimdi Abdülhamid’le uğraşmanın zamanı mı” diye sorabilirsiniz. Ancak, şunu hatırlatmak isteriz ki, Sultan Abdülhamid Dönemi ve hattâ, III. Selim’den başlayarak, yakın tarihimiz iyi bilinmedikçe, günümüzü doğru anlayabilmek ve yüz yüze bulunduğumuz  sorunları çözecek doğru tedbirleri almak mümkün değildir. Ayrıca bu tedbirlerin alınıp, uygulanabilmesi için, geniş bir kamuoyu desteğinin; şuûrlu bir Millî Cephe’nin de şart olduğu bilinmelidir. Sağda ya da Solda konumlanmış; ezberlerine sıkı sıkıya sarılmış, tarihimize bu ezberlerin ışığında bakan ve günümüzü bu ezberlerle değerlendirmeye çalışan yarım aydınlar bu cephenin kurulmasının önündeki en büyük engeldir. Aynştayn’ın söylediği gibi, “Önyargıları parçalamak, atomu parçalamaktan daha zor olsa da”, günümüzdeki yapay siyasî ayrılıkların da temeli olan bu ezberlerin bozulabilmesi için, sık sık, ‘unutturulan’ tarihî gerçekleri hatırlatmak gerekiyor. Onun için, Abdülhamid konusuna biraz uzunca değinecek olmamız yadırganmasın.

Yıllar önce, Yağmur Atsız’ın Abdülhamid hakkındaki şu değerlendirmesini not etmişiz: ‘Hürriyet Yobazları’ Sultan Hamit’i cehennemin esfel-i safiline (en derin yerine) gönderirken, ‘Din Yobazları’ da Arş-ı âlâ’ya yüceltmekten hâlâ geri durmuyorlar. Evliya mertebesine çıkaranlar oldu. Gerçek olan, Abdülhamid Han’ın son derece önemli kusurları yanı sıra, olağanüstü devlet adamı meziyetlerine sahip bir hükümdar oluşudur.  Türk Milleti’nin şimdiye kadar yetiştirdiği sondan bir evvelki “Dâhi Devlet Adamı”dır! Şimdilik sonuncusu Atatürk’tür (Tercüman, 23.07.2004).
Eski bakanlardan Cahit Kayra da, Abdülhamid’i büyük bir politikacı ve büyük bir diplomat olarak tanımlamaktadır. Kayra’ya göre, Abdülhamid’e yapılan saldırıların arkasında, Yahudilerin taleplerini kabul etmemesi yatmaktadır (Teke Tek programı, 18.1.2009).
Şu tespitler de Prof. İlber Ortaylı’ya ait: “II. Abdülhamid Han, eğer ulu ceddi I. Abdülhamid’in döneminde yaşasaydı, Osmanlı İmparatorluğu’nun Şark dünyasında kaderi değişmiş olurdu. Bu, onun kişiliğiyle ilgilidir. Çünkü tarihte eğer kişilerin, içtimâî şartlar ve dünya şartlarının bir ölçüde dışında rolü var ise, II. Abdülhamid Han bu bakımdan en kayda değer şahsiyettir. Çok açıktır ki, bu imparatorluğun kuruluş ve gelişmesinde, büyük hükümdarların çok payı vardır. Bunlardan birisi de ‘hükümdarların en sonuncusu ve zamansız, geç geldiği için katkısı anlaşılamayan’  II. Abdülhamid Han’dır”  (“Son İmparatorluk Osmanlı”, s. 53).
Bunlar II. Abdülhamid hakkındaki olumlu görüşlerin sadece birkaçıdır!
Harap Okulu’nu bitirdikten sonra, katıldığı gizli toplantıların Saraya jurnallenmesi üzerine, iki ay kadar hapis yatan ve Makedonya’ya tayin beklerken, Şam’a sürülen Atatürk’ün, II. Meşrutiyet hakkındaki bir yazı dizisinde, Abdülhamid’i küçük düşüren ifadeler kullanan Nizamettin Nazif Tepedelinoğlu’na söylediği şu sözler de, Sultan Abdülhamid’e nasıl bakılması gerektiği konusunda bize önemli bir uyarı niteliğindedir:
“Sevme Abdülhamid’i, gene de sevme!  Fakat sakın hatırasına hakaret edeyim deme.  Senin neslin biraz daha temkinli kararlar vermeye alışmalı.  Bak çocuk! Şahsî kanaatimi kısaca söyleyeyim. Tecrübe göstermiştir ki, toprakları üstünde yaşayan insanların çoğunun durumları şüpheli ve hudutları yalnız düşmanlarla çevrili bir büyük devlette, Abdülhamid’in idare tarzı âzamî müsamahadır. Hele bu idare tarzı on dokuzuncu yüzyılın sonlarında tatbik edilmiş olursa” (Y. Koç, A. Koç, “Belgelerle Mustafa Kemal Atatürk,  s. 78; Mustafa Armağan, “Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı”,  s. 328)!
Fakat ne yazık ki, bu önemli padişahı sevenler ve yerenler,  ifrat ve tefrit hâlindedirler.
Son günlerdeki tartışmalarda, II. Abdülhamid hakkındaki en ağır eleştirilere Sözcü gazetesinde ve Aydınlık gazetesinde şahit olduk. Bunların hepsini dikkatle okuduk. Fakat üzülerek ifade edelim ki, bu eleştirilerin büyük bir çoğunluğu araştırmaya, incelemeye dayanmayan; genel ezberlere dayalı iddialardan ibarettir.
Sözcü gazetesi yazarı sayın Emin Çölaşan, II. Abdülhamid’in Yeşilköy’deki Rus Anıtının yapılmasına izin vermesini çok ağır bir şekilde eleştirmiş. Bu anıt, l877-l878 Türk-Rus harbinde ölen ve mezarları değişik yerlerde bulunan Rus askerleri için yapılmış. 1893 yılında yapılan bir anlaşmayla, bu askerlerin bulundukları yerlerden alınarak, topluca bir yere gömülmeleri ve Yeşilköy’de bir anıt yapılması kararlaştırılmış ve l895 yılında başlayan anıt l898’de bitirilmiş. Bu anıt, I. Dünya Harbi başladıktan sonra; İttihatçı hükümet tarafından 14 Kasım1914 tarihinde yıktırılmış.
Hayatın  şu garip cilvesine bakınız ki, 28 Eylül tarihli gazetelerde, I. Dünya Harbi’nde Ruslara esir düşüp, Viladivostok’ta esaret altında ölen askerlerimiz için yapılan şehitliğin restore edildiğine ilişkin bir haber yayınlanmasın mı!Demek ki, başka ülkelerde de böyle anıtlar olabiliyormuş!
Ayrıca, şunu hatırlatmak isteriz ki, tarihimizde 93 Harbi olarak isimlendirilen bu harpten sonra, I. Dünya Harbi’ne kadar Ruslarla başka bir harp yaşanmamıştır. Bunda, Sultan Abdülhamid’in barışçı ve dengeli siyasetinin payı büyüktür. Sultan Abdülhamid, Ermeni politikasını Çar’ın el altından desteği ile yürütmüştür. Rusya ile kurduğu iyi ilişkiler yüzünden, İttihatçılar Sultan Abdülhamid’e, ‘Çarın Adamı’ damgasını vurmuşlardı!
Devleti ele geçiren İttihatçıların maceracılığı, bizi I. Dünya Harbi’ne sürüklemiş ve bu da imparatorluğun sonunu getirdiği gibi; milletimizin de büyük acılar yaşamasına sebep olmuştur. Acı olan şudur ki, bugün bile hâlâ, hem Milliyetçi-Muhafazakâr çevrelerde; hem de Ulusalcı-Atatürkçü-Sol çevrelerde, Sultan Abdülhamid’e, İttihatçılara ve Enver Paşa’ya bakışta,  gerçeklere aykırı ezberler hâkimdir. ‘I. Dünya Harbi’ne girmek zorunda olduğumuz gibi’, doğru olmayan bir bakış, iki kesimde de oldukça yaygındır!
II. Abdülhamid 31 Ağustos 1876’da tahta çıktığında, ülke ekonomisi tamamıyla Batı kapitalizminin hâkimiyetindeydi. Malî açıdan tam bir iflâs durumu söz konusuydu. Nitekim, 1875’te alacaklılara, 5 yıl süre ile borç taksitlerinin ancak yarısının ödenebileceği bildirilmişti. Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanması, diğer milletlerde de bağımsızlık duygularını geliştirmişti. Osmanlı Devleti; Sırbistan ve Karadağ ile harp hâlindeydi.  Rusya bu fırsattan istifade Avrupa devletlerine, Şark Meselesi’nin kendi aralarında hâlli için teklifte bulunur. İngiltere, kendi çıkarlarına aykırı olan Rus emellerini önlemek maksadıyla İstanbul’da, büyük devletlerin katılımıyla bir  konferans toplanmasını sağlar. Haliç tersanesindeki Bahriye nezaretinde toplandığı için bu konferans tarihimizde, “Tersane Konferansı” diye anılır.
Konferans başladığında Sadrazam Mithat Paşa’dır. Rusya’nın teklifleri,  Balkanlardaki Osmanlı hâkimiyetine son verecek nitelikte görüldüğü için, Mithat Paşa’nın tesiriyle reddedilmiş ve Osmanlı-Rus Harbi’nin doğmasına yol açılmıştır. Hâlbuki, daha yeni padişah olan Sultan Abdülhamid, görüşmelerin sürdürülmesini önermişti. Ne var ki, Mithat Paşa, ‘İngiltere’den teminat aldıklarını, başka devletlerin dahi yardım edeceklerini tahmin ettiklerini’ söyleyerek buna karşı çıkar ve vekiller de Mithat Paşa’nın yanında yer alır (Nurer Uğurlu, “II. Abdülhamid’in Hatıra Defteri”, s. 203).

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678