Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

SYKES-PİCOT ANTLAŞMASI (5)

1.Dünya Harbi’ne girmek zorunda olmadığımız tezini savunan 4 yazı yazdık. Bu arada elimize ESAM’ın, I. Dünya Harbi konusundaki bir yayını geçti. Bu yayını okuduktan sonra, bu konuda üç yazı daha yazmak zorunlu oldu.
Başkanlığını sayın Recai Kutan’ın yaptığı, “Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi” (ESAM)ın 79 Kasım 2014 tarihlerinde düzenlediği, “I. Dünya Savaşı’nın 100. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu” sunumları bir kitapta toplanmış. Bu sunumların bir çoğunda da, 1. Dünya Harbi konusundaki kafa karışıklığının devam ettiğini gördük. Fakat, bir sunumda çok önemli bir İngiliz belgesine yer verilmiş ki; bu belge, bu konuda yapılan bütün tartışmaların yersiz olduğunu; bizim I. Dünya Harbi’ne katılmak zorunda olmadığımızı çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu çok önemli belgeyi okurlarımızla paylaşacağız. Fakat önce bu konudaki kafa karışıklığına birkaç örnek verelim:
Eski Meclis Başkanlarımızdan sayın Cemil Çiçek, yaptığı sunumda özet olarak şu görüşleri savunmuş: “Bu savaşın bir başka adı da, ‘nüfuz ya da imtiyaz savaşı’ idi. Neden imtiyaz ya da nüfuz savaşı? Çünkü Batılı Emperyalist devletler Afrika ve Orta Doğu’daki doğal kaynakları ele geçirip ticaret yollarına hükmetmek istiyorlardı. İngiltere ve Fransa; savaş yoluyla bu kaynakları ele geçirmek isterken; Almanya da ittifak yoluyla, bu kaynakların üzerine oturmak istiyordu. O tarihte; bugün de öyle; enerji kaynaklarını ele geçiren ve ticaret yollarını tutan, dünyanın da egemeni oluyordu. Bu nedenle, Osmanlı Devleti’nin savaş dışında kalması mümkün değildi. Çünkü üzerine hesap yapılan topraklar Anadolu ve bugün de bir türlü huzur bulmayan Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki topraklar idi. Savaş başlarken herkesin kendine göre bir hesabı vardı. Faturayı ödeyecek olan ise Osmanlı Devleti idi.(…) Bu durumda, Osmanlı Devleti’nin savaş dışı kalması düşünülemezdi.”
‘I. Dünya Harbi’nde tarafsız kalamayacağımız’ şeklindeki yaygın düşünceyi tekrarlayan sayın Cemil Çiçek, savaş sonrası için de şu değerlendirmeyi yapmış: “Osmanlı Devleti tarihteki yerini alırken mirasından Türkiye Cumhuriyeti doğmuştur. Rusya’da Çarlık tarihe karışmış ve 20. yüzyılda insanlığın başına belâ olacak Komünistler iktidara gelerek, Sovyetler Birliği’ni kurmuşlardır. Ayrıca Orta Doğu ve Afrika’da Osmanlı Devleti’nden kopartılan topraklarda yeni devletler ortaya çıkmıştır.”
Sayın Çiçek’in son tahlili de şöyle: “Eğer, Kurt kuzuyu yemeyi kafasına koymuşsa, nehrin aşağısından ya da yukarısından su içmesi fark etmez. ‘Suyumu bulandırdın’ der, yine yer. Osmanlı Devleti’nin durumu da kurt karşısındaki kuzudan farksız değildi. (…) 1. Dünya Harbi’ni başlatan nedenler bugün de geçerli. Birileri için Şark Meselesi bitmiş değil. Biz Anadolu’da yaşadığımız müddetçe, onlar için de Şark Meselesi bitmeyecek. Bizim Anadolu’dan gitmeye niyetimiz yok. İslâm dünyasının da en büyük devletiyiz. Daha büyük daha güçlü olmalıyız. Dünyanın ihtiyaç duyduğu enerji kaynakları üzerinde yaşayan Müslümanların güven içinde yaşaması için de bizim güçlü olmamız gerekiyor” (ESAM, I. Dünya Harbi Sempozyumu Yayını, s. 18).
Evet! Sayın Çiçek’in görüşleri bunlar! Enteresandır, fakat, muhafazakâr ya da sol; hiç fark etmiyor, aydınlarımız arasında, ‘harbe girmek zorunda olduğumuz’ görüşü oldukça yaygındır. Meselâ sayın Doğu Perinçek’in de bu görüşte olduğunu biliyoruz. Yine bu sempozyumda bir bildiri sunan Aydınlık gazetesi yazarı sayın Prof. Sencer İmer de aynı düşüncede. Nitekim sempozyumda özetle şu düşünceleri savunmuş: “Rus Çarları tabi Bakû petrollerine el koyuyorlar. Orası gitti. Öbür tarafta da Musul petrollerini birisinin ele geçirmesi lâzım. İngilizler zaten bunu gerekli görmüş vaziyetteler. Yani Osmanlı Devleti eğer savaşa girmemiş olsaydı yine oralar bizim elimizden çarpılacaktı; bundan emin olabilirsiniz. Dolayısıyla, Osmanlı Devletini yönetenler böyle bir durumla karşı karşıya kaldıklarında bir tarafı seçmek zorundalar. Fakat bu ne Boğazlara inmek isteyen Ruslar olabiliyor, ne de Fransızlar olabiliyor. Buradaki kendilerine tek yakın gördükleri, o da mağdur Almanlar (Almanların İngilizler ve Fransızlar kadar sömürgeye sahip olamamalarını kastediyor). Dolayısıyla bu yakınlaşmanın Enver Paşa’yla falan hiç alâkası yok!”
Sayın İmer, I. Dünya Harbi’ne girmemizin ve yaşanan felâketlerin baş sorumlusu olan Enver Paşa’yı da bir güzel aklamış (ESAM yayını, s. 238)!
Şu çelişkiye bakınız ki, Muhafazakâr ve Sol zihniyete mensup aydınlarımız aynı bakışa sahipler! Sorgulamayan, araştırmayan ezberci anlayışın doğal sonucu budur! Bu ülkenin aydınları tarihî gerçeklerden bu kadar kopuk oldukça, emperyalist ‘dostlarımızın’ vesayetlerini sürdürmeleri için fazla gayret sarf etmeleri de gerekmiyor! Biz zaten, Atatürk dönemi dışında, ‘farkında olmadan’, onların biçtiği rolü oynuyoruz.
Ey, “Osmanlı Devleti I. Dünya Harbi’ne girmek zorundaydı. Emperyalistler zaten Osmanlıyı paylaşmaya karar vermişlerdi” diye düşünen Muhteremler! Ne olur artık şu ezberciliği ve nakilciliği bırakıp, biraz araştırınız. ‘Osmanlı’nın paylaşılmasına karar verilmişti’ düşüncesi, bizim ‘Batı’nın senaryolarına karşı, dün de bugün de yapacak bir şeyimiz olmadığı’ gibi kompleksli bir bakış açısını derinleştirmekten ve emperyalizme hizmet etmekten başka bir işe yaramaz. Bilinmelidir ki, biz I. ve II. Dünya Harplerinde tarafsızlığımızı korumuş olsaydık tarih çok farklı yazılırdı!
Kurt kuzuyu yemeye karar vermişmiş! Harbe girmesek de zaten bu topraklar bize bırakılmayacakmış! Bunlar hiçbir dayanağı olmayan boş laflardır; vakti zamanında, İttihatçıları aklamak için kullanılmıştır ve ne yazık ki, hâlâ daha hem de, Sultan Abdülhamid’i çok seven ve sözde onun izinden giden İttihatçı düşmanları tarafından bile; hiç sorgulanmadan kullanılmaktadır!
Allah aşkına bu nasıl bir çelişkidir? Bu kadar sığ bir siyaset, bu milletin meselelerine nasıl çözüm bulabilir?
Sayın Cemil Çiçek, sunumunda, “Rusya’da Çarlık tarihe karışmış ve 20. yüzyılda insanlığın başına belâ olacak Komünistler iktidara gelerek, Sovyetler Birliği’ni kurmuşlardır” diyor ki, bu da, hâlâ daha, bizi Batı’nın ‘İleri Karakolu’ hâline getiren, ABD patentli Soğuk Harp söylemlerinin etkisinin devam ettiğini göstermektedir!
Milyonlarca Rus’un hayatına mal olan ‘Ekim Devrimi’ni savunuyor değiliz. 1990’da sona eren bu macera için, “Bütün bunlara değdi mi?” diye sormak gerekir düşüncesindeyiz. Bu ayrı bir mesele! Fakat kabul etmek gerekir ki, Sovyetler Birliği İstiklal Harbimiz sırasında bize en büyük yardımları yapan ülkedir.
Şunu da hatırlatmak isteriz ki, dünyanın ve bizim başımıza belâ olan Sovyetler Birliği değil, KapitalistEmperyalist sistemdir! İngiltere ile imzalanan 1838 tarihli Serbest Ticaret Antlaşması’ndan bu yana, bizi sömüren Batı’dır! Biz bu gaddar sömürüden, bizim muhafazakâr ve liberal kesimlerin pek sevmediği Atatürk’ün kurduğu bu Cumhuriyetin aldığı iktisadî tedbirler sayesinde kurtulduk! Ne var ki, Sovyet Tehdidi yalanları ile bu ülke yeniden Batı Emperyalizmi’nin vesayetine sokulduktan sonra, aynı sömürünün daha da katmerlisini yaşamaktayız!
Şu işe bakınız ki, hâlâ daha, gerçek belânın hangi tarafta olduğunu kavrayabilmiş değiliz! Dünyayı kan gölüne çeviren Sovyetler Birliği değil, Batı Emperyalizmi’nin doymak bilmez iştahıdır. Dün Vietnam’da bunu yaşadık. Afrika ülkelerinde, Afganistan, Irak, Libya ve son olarak da Suriye’de yaşanan dram, Batı vahşetinin çok acı örnekleridir. Batı Emperyalizmi, kan gölüne çevirdiği Suriye’den, kendisine sığınmak isteyenlere kapılarını nasıl kapatıyor; görüyorsunuz! Suriye’yi bu hâle getirenler faturayı bir de bize kestiler iyi mi?
Hâlâ daha, başımıza ne geldiyse Batı İttifakı içinde bulunmamız sebebiyle geldiğinin idrak edilememesi ne hazin.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678