Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

SEÇİM SONUÇLARI ÜZERİNE BİR ANALİZ (5)

Sayın Muharrem İnce’nin ve Saadet Partisi Genel Başkanı sayın Temel Karamollaoğlu’nun, seçim kampanyaları sırasında, ‘Kürt Sorunu’ diye bir başlık açmaları büyük bir talihsizlik olmuştur. Sayın Karamollaoğlu ayrıca, Diyarbakır’da bir de ‘Kürt Raporu’ açıklamıştır! 
Şunu hemen ifade edelim ki, bu ülkede bir Kürt Sorunu yoktur; dış destekli bir terör sorunu vardır. Aydınlarımızı, böyle bir sorunumuz olduğuna inandırarak; bu sorunun çözülmesi için ‘Yerelleşmenin Güçlendirilmesi’ ve ‘Kürtlere Özerklik Verilmesi’ akıllarını verenler Batılı ‘Dostlarımızdır!’ Eğer aydınlarımız, Batılı ‘Dostlarımızın’ bize verdikleri akıllara değil de, onların kendi ülkelerindeki uygulamalara bakabilseler, dünyaya medeniyet dersi vermeye kalkan bu ülkelerde nasıl bir ırkçılık olduğunu göreceklerdir. 
Aydınlarımızın göremedikleri önemli bir ikiyüzlülük de, bize barış içinde yaşamamız için bölünmeyi tavsiye eden Batılı ‘Dostların’, Kıbrıs’ta Türk ve Rumları birleştirme gayreti içinde olmalarıdır! 
Şu son, Almanya’da yaşayan Türk kökenli futbolcu Mesut Özil’in başına gelenlerden sonra umarız, Batı’nın ırkçı yüzü bir nebze olsun anlaşılır. Rahmetli Ergun Göze, bir yazısında Rene Guenon’un, “Batı medeniyeti yegâne sapık medeniyettir” sözüne yer vermişti (Tercüman, 23.8.2004). Doğrusu hiç de abartılı bir söz değil!
Bu ülkede barış ve refah içinde yaşamanın birinci şartı, ayrışmamız değil kaynaşmamızdır. Etnikçilik ve Mezhepçilik bu topraklar üzerinde gözü olan emperyalist mahfillerin fitneleridir. Ülkemizde ve bölgemizde yaşanan bu kadar kanlı olaydan ve ekonomik yıkımdan sonra, güçlü bir Millî Devlet yapısının bu ülke halkı için ‘Koruyucu Kalkan’ olduğunun, ülkemizin kaderinde söz sahibi olmak isteyen kimi siyasetçiler tarafından bile anlaşılamamış olması üzüntü vericidir. Bu bakımdan, AKP iktidarının başlattığı ‘Kürt Açılımı’ siyasetinin vahim sonuçları daha hafızalarda tazeyken, muhalefet sözcülerinin Yeni Açılımları savunmaları sorumsuzluğun dik âlâsıdır. 
PKK Terörüne, Batılı ‘Dostlarımızın’ telkinlerine kapılarak, ‘Kürt Sorunu’ olarak bakılması Millî Bütünlüğümüze sıkılmış bir kurşundur ve bize göre, bunun en önemli sebebi de, Millî Tarih şuûru eksikliğidir. 
Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, kan bağını değil, Vatandaşlık Bağını esas alan bir Milliyetçilik anlayışını benimsemiştir. “Türkiye Cumhuriyetini kuran halklara Türk Milleti denir” diyerek, millî birliğimizi de son derece sağlam bir temele oturtmuştur. Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı, Batı’daki gibi ırkçı değildir. Atatürk’e göre, Türklük meselesi önce bir dil, kültür ve millî şuûr meselesidir. 
Liberal kesimlere yakın bir isim olan Prof. Bülent Tanör, Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı hakkında şu çok değerli tespiti yapmaktadır: 
“Batı emperyalizmine karşı olan bu ulusçuluk Batı düşmanı değildir. Antiemperyalisttir ama antikapitalist değildir. Irkçı olmamak, toplayıcı olmak vurgulanması gereken bir başka özelliktir. Hareket, ırk ya da kan birliği tezine değil, ‘Birlikte Yaşama Azmine’ dayalıdır.” 
Prof. Tanör, daha sonra Atatürk Dönemi hakkında şu değerlendirmeyi yapıyor: “Monarşist değillerdi. Dinci değillerdi. Kültüralist değillerdi; yani, Dünya Türklüğünün birliği anlamındaki Türkçülükle ilgileri yoktu. Irkçı değillerdi. Panturanizm’e ve Pantürkizm’e şiddetle karşıydılar. Yabancı düşmanı değillerdi. Anti Emperyalist tavırlarını Batı düşmanlığına çevirmeyi reddediyorlardı. Sınıf bilinci ve mücadelesi yanlısı değillerdi; ulusu imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitle sayıyorlardı. Türkiye toprakları üzerinde, Evrenselliğe de açık bir Ulusal Kimlik yaratma amacını güdüyorlardı” (“Kuruluş”, s. 78, 80).
Ne yazık ki, Prof. Tanör’ün çok veciz bir şekilde ifade ettiği bu Ulusal Kimlik yaratma amacı, Çok Partili Hayata geçildikten sonra zaman zaman iktidarlar tarafından bile hedef alınmıştır! Bunda kuşkusuz, Ulusal Kimlik duygusunu zayıflatarak bizi ‘demokratikleştirmek’ isteyen Batılı ‘dostların’ çok yoğun çabalarının olduğunu da belirtmek gerekir. 
Ülkemizdeki bir Alman Vakfı’nın temsilcisi olan Udo Steinbach’ın şu sözleri de, Batı’nın bize karşı bakışının çarpıcı bir göstergesidir:
“Sorun, Atatürk’ün bir Paşa fermanıyla yarattığı yapay bir ürün olan Türk Devleti ve Türk Ulusudur. Sorun, Kemalizm ve Kemalizm’in ulusçuluk ilkeleridir. Sorun, uyduruk, zorlama ve yapay Türk ulusudur. Böyle bir ulus yoktur. Olmadığını, Türkiye’de yaşanan Kürt-Türk, Müslüman-Lâik, Alevî-Devlet çatışmalarında görmekteyiz”(Dr. Necip Hablemitoğlu, “Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası”, s. 166).
Diğer taraftan, şurası da bir gerçektir ki, Türkiye Cumhuriyeti, ana unsuru Türk olmakla birlikte, değişik etnik kökenlerden insanların da vatanıdır. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları hangi etnik kökenden ya da mezhepten olurlarsa olsunlar, önemli olan, kendilerini “Türk Milleti’nin bir ferdi” hissetmeleridir. Devletin ana politikası da, etnik kimliklerin değil, Türk Kimliğinin güçlendirilmesi olmalıdır. Esasen, anayasamızın emri de budur. Etnik kimlik siyaseti yapanlar ve bunu bir temel hak ve özgürlük meselesi olduğunu zannederek destek verenler emperyalizme hizmet ettiklerini bilmelidirler. Ayrıca şunu da belirtmeliyiz ki, ‘insanlarımız Millî Kimliklerine değil de, Etnik Kimliklerine âşık edilirlerse’ Millî Devletin sonu kaçınılmaz olur ve bu da, bu ülkede yaşayan herkes için bir felâket olur! 
Ne acıdır ki, bugün bu gerçeği kavrayamayanların sayıları ve etkinlikleri oldukça fazladır. Ne ise ki, AKP iktidarı bu konuda bir hayli yalpaladıktan sonra, “Taç giyen baş akıllanır” misali daha gerçekçi ve millî bütünlüğümüzü gözetir bir siyaset takip etmeye başlamıştır. 
Şu çok iyi bilinmelidir ki, Batı destekli PKK Terörüne, ‘Kürt Sorunu’ ve bir ‘Özgürlük Mücadelesi’ olarak bakılması, Kürt kökenli vatandaşlarımızın arasında, ayrı bir devlet kurma arzusunu ve bunun mümkün olabileceği fikrini de güçlendirmektedir ki, bu çok tehlikeli bir şeydir. Hele hele, bu sorunlu bakışın devlete hâkim olması çok daha vahim bir durumdur ki, Açılım Süreci’nde bunun sonuçlarını yaşadık. Aynı hataları tekrar tekrar yaşamak gerekmiyor. PKK’nın kanlı terörüne ve siyasî uzantısı olan HDP’nin faaliyetlerine ‘Özgürlük Mücadelesi’ olarak bakmak gafletlerin en büyüğüdür. Hattâ gafletten de öte bir şeydir. 
Amerika’nın ve Avrupa Birliği üyesi ülkelerin kendi ülkelerindeki etnik meselelere bakışları ile bize yaptıkları tavsiyelerin farklılığını artık fark edelim. Amerika Birleşik Devletleri’nde milyonlarca Meksika kökenli yaşıyor. Bunların birçoğu İngilizce bile bilmiyor. Teksas Eyaleti Meksika Devleti’ne bağlıyken, bu devletten ayrılıp, on yıl kadar bağımsız bir devlet olarak varlığını sürdürdükten sonra, 1845’de ABD’ye katılmış. Günümüzde, Teksas’ın Amerika’dan ayrılmasını ve bağımsız bir devlet olmasını isteyenler var. “Teksas Cumhuriyeti” isimli bir örgüt kurmuşlar. Öyle silâhlı bir güç filân değiller. Bırakınız, terör eylemleri ile günahsız insanları öldürmeyi, bir tek kişinin bile burnunu kanatmamışlar! Bu örgütün kurucusu olan Richard McLaren, 1998 yılında 99 yıl hapse mahkûm edilmiş ve hâlen hapiste! Suçu neymiş biliyor musunuz? Teksas’ın bağımsızlığını isteyen bu örgüte üye oldukları için tutuklanan iki arkadaşının serbest bırakılması için bir çifti rehin almak; iki gün rehin tuttuktan sonra yapılan pazarlık sonucu rehineleri bırakarak teslim olmak! ./… 
NOT: Amerika, Pastör Brunson’un tutukluluğu ile ilişkili oldukları gerekçesiyle İçişleri Bakanımıza ve Adalet Bakanımıza yaptırım uygulama kararı aldı! En büyük düşmanımız olan bu Haydut Devlet’e hâlâ daha müttefik olarak bakılması nasıl bir akıl tutulmasıdır?

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678