Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

İSLÂMİYET BU DEĞİL

12 yaşındaydım. Yaz tatilinde bir yakınımızın köyüne gitmiştik. Evin benden küçük kızı ile bahçede dolaşırken ağaçtan yere düşmüş güzel bir elmayı alıp yemek için eğildiğimde, o küçük kız bana müdahale ederek şunları söylemişti: “O elmayı alma. O yan bahçedeki ağaçtan düşmüş. Onlar yetim. Yetimin bir şeyi yenmez. Şu ilerde bizim elma ağacı var. Ondan al!” O an ve o sözler sanki dün gibi hatırımdadır. Bu küçük kızın sözlerinin bana yapılan bütün dinî telkinlerden daha etkili olduğunu söyleyebilirim. O kültürü, o ahlâk anlayışını nasıl yok ettiler? Meselemiz büyük!
Sahur programında Nihat Hatipoğlu’nu seyrediyorum. Vatandaş soruyor, Hatipoğlu, cevaplıyor. Sorulan sorular din kültürümüzün zavallılığını ortaya koyuyor. Bir Hanım şu soruyu sordu: “Kıldığım bazı namazların sevabını ölmüş anneme gönderebilir miyim?” Buna benzer sorular ve ‘Ne şiş yasın ne kebap’ misali cevaplar! Bu saçmalıklara daha fazla tahammül edemeyerek televizyonu kapattım. Aklıma Akif’in “Zavallı dini çevirdiler maskaraya” mısrası geldi! Ayrıca, iş ticarete dönmüş; Allah rızası olmaktan çıkmış! Nihat Hatipoğlu’nun. program yaptığı TV’ye büyük bir ücretle transfer olduğu söyleniyor. Bildiklerini öğretmeyi, öğrenci yetiştirmeyi en büyük ibadet sayan Kâtip Çelebi, ‘Başkalarına verdiği feyizden ücret isteyen kişinin eksikli olduğunu’ söylüyor! Çok şükür Allah’a ki, milleti irşad görevini Allah rızası için yapan din bilginlerimiz de var. Bizde, bu vasıflara sahip bir din bilgini kanaati uyandıran sayın Hakkı Yılmaz Bey’in Karadeniz TV’deki programlarını kaçırmamaya çalışıyoruz. Bir iftar programında anlattı şu hâdise, milletimizin, dinimiz konusunda ne kadar cahil bırakıldığının çok mizahî bir örneğiydi. Hakkı Bey’in Konya’daki bir tanıdığı, bir arkadaşını namaza başlatmış. Arkadaşına namazı öğretmiş. Bir sabah namazına birlikte gitmişler. Namaz kılarken, arkadaşının sünneti 4 rekât kıldığını fark etmiş. Namazdan sonra arkadaşını “Sünneti dört rekât kıldın” diye uyardığında, arkadaşı ne cevap verse beğenirsiniz: “Allah’a helâli hoş olsun!”
Büyük bir çoğunluk ibadetlerimizi kendimiz için değil Allah için eda ettiğimizi zannediyor! Hâlbuki ibadetler ruh terbiyemiz, insanlaşmamız, güzel ahlâkı kuşanmamız, İslâm’ın mesajını idrak etmemiz ve her daim yaşamamız için değil mi? Eğer her namazdan sonra dosdoğru olamıyorsak, eğer orucun kendimizi tutma ve bir nefis terbiyesi olduğunu anlayamamışsak, eğer bu ritüelleri eda ettikten sonra merhamet, iyilik, yardımlaşma gibi insanî ve ilâhî duygularımız hiç gelişmiyorsa, insanlara ve çevremizde olanlara karşı olan duyarsızlığımız devam ediyorsa, Ali Şeriat’nin söylediği gibi, namazın ‘bir sportif faaliyetten ve orucun beslenme rejiminden’ ne farkı kalır?
Dev bir Diyanet kadrosu; resmî, gayriresmî bu kadar İlâhiyatçıya rağmen hâlâ daha bir ‘Sahur Saati’ meselesinde bile anlaşabilmiş değiliz! Bakara suresinin 187. ayetinde Oruç konusundaki buyruk açık ve nettir. Diyanet’in 2012 yılında yayınlanan Meal ve tefsiri şudur:“…Fecirden, siyah ip beyaz ipten sizin için ayırt edilir hâle gelinceye kadar yiyin ve için, sonra orucu geceye kadar tamamlayın.” Yani tan yerinin beyazlığı gecenin siyahlığından ayrılıncaya kadar. Diyanet Tefsirinde (Cilt I, s. 287) orucun gece bittiğinde başlayacağı ve ertesi gecenin başlamasına kadar süreceği belirtilmiş. Orucun bozulduğu saatte günün tamamen kararmadığı dikkate alınırsa, günün ışımasından hemen önceye kadar yenilebilir demek yanlış mı olur? Prof. Abdülaziz Bayındır da bu görüştedir ve orucun en az bir saat fazla tutturulduğu görüşünde ısrar etmektedir!
Türkçe ibadet konusundaki bazı uygulamaları sebebiyle Atatürk’ü eleştirirler fakat Kâzım Karabekir Pa-şa’nın da bu arzuda olduğunu biliyor muydunuz? “Haya-tım” adlı eserinde Arapça Hutbe okunurken, uyuklayan, esneyen Müslümanları görünce “Esas Hutbe niçin Türkçe olmasın. Fakat madem Hutbe okunurken halk uyuyor. İdare için bundan güzel ne olur” diyor.
Aynı durum günümüzde de geçerlidir. Okunması, anlaşılması ve yaşanması buyrulan kutsal kitabımızın, anlamını bilmeden ezberlenmesinin sonuçlarını yaşıyoruz. Türkçe ibadete karşı çıkanların bizi getirdiği durum işte budur! Mehmet Akif de bunu şu dizelerle ne güzel anlatmış: “Ya açar bakarız Nazm-ı Celil’in yaprağına, Ya üfler geçeriz bir ölünün toprağına!” Hâlbuki, Kur’an yaşayanlar için; onları uyandırmak için! Bunu bizzat Kur’an söylüyor: “Yaşamakta olanı uyandırsın ve kâfirlerin karşısına sözü, gerçeğin ta kendisi olarak diksin diye…” (Yasin Suresi, ayet 70)! İşte bunun için Kur’an’ı kendi dilimizde okumak gerekir. Bu konuda çok kesin ayetler var. Bazılarını verelim: “Bilinçlenmek isteyen bir halk için Arapça okunan bir kitaptır”(Fusilet, 3). “Eğer biz Kur’an’ı Arapça dışında bir dille indirseydik bu sefer; ‘Hiçbir şey anlamıyoruz neden Arapça değil?’ diyeceklerdi.” (Fusilet,, 44.) “Biz her peygamberi iyice açıklasın diye kendi halkının diliyle gönderdik. Artık kim sapıklığı tercih ederse Allah onu yüzüstü bırakır” (İbrahim Suresi, 4. ayet). “Biz onu Arapça Kur’an olarak indirdik. Şu aklınızı kullanın artık” (Yusuf Suresi, 2. ayet).
Demek ki, Arapça inmesinin sebebi Araplar iyi anlasın diye imiş! Peki, Arapça ibadette bu ısrar niye? İşte Atatürk’ün büyüklüğü de buradadır. Ahmet Cevdet Paşa’nın cesaret edemediği bir büyük işe kalkışmış ve Elmalılı Hamdi Yazır’a, o muazzam Türkçe Kur’an tefsirini yazdırmıştır. Ne için? Millet, aracıların sömürüsünden ve hurafelerden kurtulsun; gerçek Müslümanlığı öğrensin diye ki, zaten Kur’an’ın emri de budur! Bazı çevrelerin Atatürk’e düşmanlığının en büyük sebebi önyargılarıdır. Sultan Abdülhamid’in hal’ fetvasının gerekçesi neydi biliyor musunuz? ‘Kütübü diniyeyi’, (yani din kitaplarını) yaktırmak! Abdülhamid Han, içi hurafelerle dolu kitapları piyasadan toplatıp yaktırmıştı. Onun da amacı milleti hurafelerin esaretinden kurtarmaktı. Atatürk’ün amacı da buydu.
Büyük İslâm âlimlerinden Ali Şeriati, Müslümanların sorumluluğunu ne güzel ifade etmiş: “İslâm toplumunda bütün Müslümanlar Allah ile doğrudan temas hâlindedir. Dinî ilimleri tahsil etmek herhangi bir kesimin tekelinde değildir. Lüzumu kadar ilim tahsil etmek erkek kadın her Müslüman’a farzdır. Herkes hem Hâlık’la irtibatlıdır, hem kendi çapında bir düşünürdür, hem de amellerinden, inançlarından ve dininden sorumludur” (Ali Şeriati, “Din Dine Karşı”).
İyi bir Müslüman olmak için Kur’an’ın kendi dilimizde okunması ve anlaşılması zorunludur fakat ne yazık ki, Kur’an’ın bu emri, şuûrlu bir şekilde engellenmektedir. Din bir afyon gibi kullanılıyor ve bu ülkedeki sömürüye, eşitsizliklere, adaletsizliklere, ahlâksızlıklara, kamu malının yağmalanmasına isyan etmeyen, bunları ‘KADER’ diye tevekkülle kabullenen bir toplum oluşturuluyor. Bu dünyada cehennem hayatı yaşayan ezilen ve sömürülen halk kitleleri öte dünyadaki cennet vaadleriyle uyutuluyor. Evet, Cehenneme çevirdikleri bu dünyayı ‘Kader’, ‘Alın Yazısı’ diyerek meşrûlaştırıyorlar! Hâlbuki, YASİN suresi 19. âyet “Bahtınız kendi elinizdedir” diyor!
Camide vaaz dinliyoruz. Hoca Efendiler Ramazanda genellikle, namaz kılmayan ve oruç tutmayanların başlarına neler geleceğini anlatıyorlar. Bir kere bunlar Allah ile kul arasındaki bir mesele! Bunların hesabını öte dünyada yüce Allah sorar. Maun suresinde niçin “O namaz kılanların vay hâline” deniliyor? Bunun üzerinde durmak gerekmez mi? Evet, Kamu Malını Çalanlar, adaleti katledenler, topluma nifak tohumları ekenler, Mezhep Çatışmasını Körükleyenler dinimizin ilgi alanı dışında mıdır? Dinimiz sadece bu kötülükleri yapanları değil, seyredenleri de mahkûm etmiyor mu?
Diğer önemli bir meselemiz de, sözde, ‘halkın mutluluğu, refahı, eşitsizlikler ve adaletsizliklerle mücadele ettikleri inancında olan’ aydınların durumudur! Ne yazık ki, aydınların ışığı bu millete ‘bir mum ışığı kadar’ bile yansımıyor. Çünkü onlar başka dünyada yaşıyor millet başka dünyada! Ve bu yüzden, millete demokrasi diye yutturulan bu ‘Çadır Tiyatrosu’, bu sömürü düzeni, bu adaletsiz düzen varlığını sürdürüyor. Aydınlar bu kafada oldukça daha yıllarca da süreceğe benziyor.

 

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678