Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

HES’LER DOĞAYI TAHRİP EDİYORMUŞ!

Antalya l. İdare Mahkemesi, Korkuteli ilçesine bağlı Sülekler Köyünde yapılmak istenen HES projesini iptal etmiş. Köylüler bunun için 4 yıldır mücadele ediyorlarmış.
Köylülerin avukatı, bu kararın 2008’de çıkarılan ÇED yönetmeliğinden önce verilmiş muafiyetler için örnek bir karar olduğunun altını çizerek, “Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın yaptığı, HES’lerin doğayı tahrip ettiği yönündeki açıklamasını da göz önünde bulundurursak, HES projelerinin en baştan değerlendirilmesi gerekir” diye konuşmuş.

Şu işe bakın! ‘Ülkemizin büyük bir enerji açığı var. HES’lere karşı çıkmak vatana ihanettir’ söylemleri ile savunulan HES’lerin doğayı tahrip ettiğini bizzat Çevre Bakanı itiraf ediyor! Bu açıklama, nasıl bir plânsızlık içinde olduğumuzun da itirafıdır.

İstanbul Teknik Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Sayın Eren Omay’ı, Barajların ve HES’lerin tartışıldığı bir programda dinlemiştik. Üniversitenin Hidrolik Laboratuarının çalıştırılmadığını belirten Prof. Omay, bu laboratuar çalıştırılmış olsa, barajların ve HES’lerin kapasite ölçümlerinin tam olarak yapılabileceği ve ülkenin bundan büyük kazançlar elde edeceği’ açıklamasını yapmıştı. Bu çok vahim bir açıklama değil midir? Demek ki, bu ülkede bilim insanlarına danışılmıyor! Demek ki, kararlar keyfî olarak veriliyor. ‘Büyük Devlet’ iddialarıyla yönetilen bir devletin, milyarlarca dolarlık projelerin uygulanmasında, konunun uzmanı bilim adamlarının tecrübelerinden yararlanmaması ‘Büyük Devlet’ anlayışı ile bağdaşır mı? Prof. Eren Omay, enerji açığımızı gidereceği iddiasıyla yapılmakta olan HES’lerin, toplam enerji tüketimimizin sadece yüzde beşini karşılayabileceğini; buna karşılık çok büyük bedellere mal olacağını ve ayrıca büyük çevre tahribatına sebep olduklarını, hâlbuki, bugün, elektrik dağıtımında kayıp kaçağın yüzde 15’ler civarında olduğunu, bunun önlenmesi için yapılacak yatırımların çok daha ucuza mâl olacağını ısrarla vurguluyor! Dinleyen kim? Hangi iktidar geçmiş iktidarın yaptığı kanunsuzlukların, yolsuzlukların hesabını sordu ki, iktidar olanlar bunun korkusu içinde hareket etsinler? Fakat, çok şükür Allah’a ki, bu ‘mutlak iktidar’ anlayışının karşısında Antalya l. İdare Mahkemesi gibi,  hâlâ daha bağımsızlığını koruyabilen; vatanın ve milletin yüce menfaatleri doğrultusunda kararlar verebilmek cesaretini gösteren mahkemelerimiz var. Ancak, ne yazık ki, denetlenmeyi hiç sevmediği anlaşılan AKP iktidarı, bu eleştirilerden ders alacağı yerde,  Sayıştay’ın yetkilerini budadıktan sonra şimdi de, Meclis’e sevk ettiği bir kanunla, Danıştay’ın yürütmeyi durdurma yetkisini sınırlandırmak için uğraş veriyor!

Bu yaşadıklarımız karşısında, umuyoruz ki, ‘Seçilmişler atanmışlardan üstündür, halkın seçtiği iktidar istediğini yapabilmelidir’ gibi çarpık bir anlayışı demokrasi zannedenler artık gerçekleri görürler ve bağımsız yargının iktidarların üzerinde ‘Demokles’in Kılıcı’ gibi durmasının önemini idrak ederler.

HES’ler ülkemiz için olduğu gibi, Giresun’umuz için de bir yara. Ne yazık ki, bu doğa tahribatını ve kamu kaynaklarının heder edilmesini başta siyasetçiler olmak üzere herkes seyrediyor. Mücadele edenler sadece canı yanan köylüler. Ve ne yazık ki, bıçak kemiğe dayanmadan da kimse harekete geçmiyor. Espiye ilçemizin Erecek köylüleri de HES mağduru olmuş. Aydınlık gazetesinde bu konuda geniş bir haber yayınlandı.  Erecek, Espiye’nin iç kısımlarında yer alan ve geçimini  hayvancılıkla, arıcılıkla sağlayan bir orman köyümüz. Orman onlar için hayat demek. Fakat şimdi, inşasına başlanan HES yüzünden orman yok ediliyor. Erecek köyüne 2 adet HES yapılması kararlaştırılmış. Birinin çalışmaları hemen başlamış. Yol ve kanal yapılması gerekçesiyle binlerce ağaç kesilmiş. Köylüler, ‘bu ormanlar olmasa biz nasıl arıcılık yapacağız, hayvanlarımızı nasıl besleyeceğiz?’  diye soruyorlar fakat dinleyen kim? Köylüler “Kadastro, ormanları daha iyi korumak için bizim elimizden aldı fakat şimdi HES yapılacak diye ormanlar tahrip ediliyor” diye yakınıyor. Bir köylü bacımız, ‘üç yıl önce ormandan yakacak odun topladığı için Ormancılar ve Jandarma tarafından evinin basıldığını’ söylüyor ve “Şimdi burada binlerce ağaç katledilirken devlet nerede?” diye soruyor.  Evet! Üç yük odunun hesabını soranlar bu  katliama nasıl izin veriyorlar? Tabiî ki, elektrik üretimine karşı değiliz fakat bu işin halkımıza ve çevreye karşı bir politikaya dönüşmemesi gerekir. Asıl mesele, iktidarların plân anlayışını çoktandır terk etmiş olmalarıdır. Yaşadığımız çevre felâketlerinin, millî kaynak israfının temel sebebi plânsızlık, keyfilik, işlerin ehline verilmemesi; kamu görevlilerinin, ‘kanunların koruması altında oldukları inancını kaybetmeleri sebebiyle’ kanun dışı emirlere direnme güçlerini yitirmeleridir.

Eylül ayında, bir televizyon kanalında, yılların belgeselcisi Çoşkun Aral’ın çok çarpıcı bir programını seyrettik. Çoşkun Aral bu programı Almanya’nın, Karpat dağlarının eteklerinde, 200 bin nüfuslu  Freiburg şehrinde çekmiş. Şehir halkı, 1975 yılında bölgede açılmak istenen Nükleer Santrala direnerek, Avrupa’nın ilk başarılı çevre hareketini gerçekleştirmiş. Freiburg’lular; Güneş Enerjisi ile elektrik üretimini merkeze alarak Nükleere karşı bir alternatifi savunmuşlar ve bu konuda başarılı da pendik cilingir olmuşlar. Şehir stadyumunun üstü güneş enerjisi panelleri ile kaplanmış. Stadyum güneş enerjisi ile aydınlatılıyor! Freiburg Hidroelektrik santralden de yararlanıyor. Bir derenin kıyısına küçük bir HES kurmuşlar.  Bu HES çevreyle uyumlu. Çevrede en küçük bir tahribat yok ve dere eskiden olduğu gibi gürül gürül akıyor. Biz ise kuru dere yataklarını seyrediyoruz!

Freiburg’da bir de Güneş Enerjisi Enstitüsü kurmuşlar. Bu Enstitüdeki bilim insanları Güneş Enerjisinden en verimli şekilde elektrik üretilmesi konusunda araştırmalar yapıyor. Devlet vatandaşlarına, Güneş Enerjisi üretimi için düşük faizli kredi veriyor.  Vatandaş güneş panellerinden ürettiği enerjinin  ihtiyaç  fazlasını devlete satıyor.

Şu  işe bakın ki, kuzeyde, Karpatların eteğinde, güneşten yana  fakir bir Alman şehri güneş enerjisinden elektrik üretiyor; biz  ise âdeta güneşten kavruluyoruz fakat  güneşten enerji üretmek için belirlenmiş bir millî politikamız yok! Zaten hangi konuda var ki?

2012’deki elektrik üretimimizin yüzde 43.6’sı doğalgaz, yüzde 12’si ithal kömürden! Yani yüzde 55 dış kaynağa bağımlıyız! Bunun için ödenen miktar ise 60 milyar dolar! Enerjide bu kadar dışa bağımlı olmamıza rağmen, bizi bu bağımlılıktan kurtaracak ciddî bir enerji programımız yok!  Kurulmak istenilen Nükleer Santraller de dışa bağımlı!

Kasım ayı başlarında televizyonda,  ‘Binaların Yalıtımı’ konusunda bir program izledik. Bilindiği gibi, binalarımızın 2007 yılına kadar dış yalıtımlarının yapılması gerekiyor. Programın konuğu olan İSODER Başkanı, dış yalıtım olmadığı için apartmanların sokakları ısıttığını söyleyerek, Bina Yalıtımı’nın millî ekonomi ve vatandaşın bütçesi üzerindeki önemini somut örneklerle anlattı ve vatandaşlara, bir tüketim kredisi olan Taşıt Kredisi verildiği hâlde niçin bina yalıtımı için düşük faizli kredi verilmediğini sordu. Evet, Taşıt kredisi bir Tüketim Kredisi fakat Bina Yalıtımı için verilecek kredi kendi kendini finanse edecek! Çünkü vatandaş ısınmak için daha az para ödeyecek. Devletin bunu teşvik etmesi gerekmez mi?

Türkiye’nin bilinen kömür rezervlerinin 15 milyar ton olduğu söylenmekte. Yıllık kömür tüketimimiz 100 milyon ton. Fakat yılda sadece 76 milyon ton kömür üretiyoruz! Kömürden üretilen elektrik 11-12 kuruş; Doğalgazdan üretilen ise 22-23 kuruş! Üstelik Doğalgaz ithalâtındaki ‘Al ya da Öde’ anlaşması sebebiyle kömür santrallerini tam kapasite çalıştıramıyoruz!

Keyfî yönetim anlayışı bizi buralara getirdi. OECD’nin 64 ülkede yaptığı eğitim başarı düzeyi raporu açıklandı. Türkiye orta eğitimin kalitesinde ancak 44. sırada yer alabilmiş. Öğrencilerimiz Matematikte ise ancak 42. sırayı alabilmiş!

Niçin böyle olduk? Hemen söyleyelim, l940’larda ülkemizi ‘Küçük Amerika’ yapmaya karar verenler ve bu gayrımillî ideali sürdürenler. ülke insanını millî ideallerimizden ve millî hedeflerden uzaklaştırdılar da onun için. Evet! Bizi Batı’nın vesayetine mahkûm eden Serbest Piyasa mantığı ile ancak bu kadar olabiliyor!

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678