Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

YAŞANANLARDAN DERS ALMALIYIZ (3)

Sivas’ta bir süre devlet kuran, Kadı Burhaneddin’in şu sözlerini tekrar hatırlatırız: “Devlet adamının gözü dağın arkasına görür; devlet adamının aklı, olacak olanı bilir!”
Olacak olanı bilmek için müneccim olmak gerekmez. Sadece Devlet Aklına sahip olmak, bilimsel düşünmek, bürokrat ve danışmanların ehliyetli ve devlete sadakat duygusu yüksek olanlar arasından seçilmesi yeterlidir. Yok böyle yapılmaz da, ‘alnı secdeye değen-değmeyen’ temel kriter olarak alınırsa, bundan, FETÖ olayında yaşadığımız gibi, başta bu yanlışı yapanlar olmak üzere, bütün millet zarar görür. Bu konuda, Kur’an’ı Kerim’in, ‘Allah’la aldatanlara dikkat çeken’ ayetlerini ve yüce Peygamberimizin, “İnsanlarla ilişkilerinizde, onların ibadetlerine değil, dinarla dirhemle ilişkisine bakınız” hadislerini hatırlatmak isteriz!
Bizim dinimiz ilim dinidir. Yüce Peygamberimizin bir hadisinde, “Bu dinin direği ilimdir” dediği bilinir. Daha önce de yazdık; Zümer Suresi 9. ayette, “Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?” diye buyrularak, Müslümanlar ‘ilim yolunda cehde,’ yani ilim öğrenmeye teşvik edilmektedirler. Kur’an’dan habersiz nice zavallı da, ‘Cehdi’ yani Cihadı, kafa kesmek, adam öldürmek, canlı bomba olmak olarak anlıyor! Bu sapkınlığın sebebi, Kur’an’ı, Kur’an’ın buyurduğu gibi, kendi dilimizde okuyup öğrenmemek değil midir?
Kur’an’ı Kerim’deki tam 41 ayette, akıl kelimesi geçmektedir. “Ne zaman akledeceksiniz, şu aklınızı çalıştırın artık” gibi!
Dinimiz ‘ilim, ilim ilim’ diye bize yol gösteriyor! Fakat, Kur’an’ın bu temel buyruğu göz ardı edilerek; Kur’an’a aykırı olarak, Sünnî bağnazlığından beslenen bir anlayışla, millete bir hayat tarzı dayatılmak isteniyor. Bu yüzden, toplumda gereksiz gerginlikler yaşanıyor. Din, özel alanımızdır. Eğer, bunun dışına taşırılırsa, bundan hem din, hem de toplum zarar görür. FETÖ olayı, bu konuda yaşadığımız en ağır bedeldir.
Namık Kemal’in yıllar önce, Sultan Abdülaziz’e yazdığı bir açık mektuptaki şu uyarısına bakar mısınız: “Din ebedî gerçeklerin ifadesi olmaktan çıkarılarak, dünya işlerine karıştırılırsa hem kendini, hem halkını yıkan bir güç durumuna getirilmiş olur!”
Bu sözlere katılmamak mümkün mü?
Osmanlı’nın yıkılış sürecinde, devleti nasıl yaşatabileceğimiz konusunda çok yoğun tartışmalar yaşandı. Osmanlıcılık, İslâmcılık ve Turancılık bu tartışmaların ürünleridir. Bunların hepsi denenmiş, fakat bunların hiçbiri ile, devletin ayakta kalamayacağı anlaşılmıştır! Önce Osmanlıcılık denendi. Sanıldı ki, İmparatorlukta yaşayan bütün milletler, din ayrımı yapılmaksızın, eşit şartlara sahip olurlarsa, devleti yaşatabiliriz. Fakat bunun bir yanılgı olduğu çabucak görüldü. Yunanlar, Bulgarlar, Slavlar, Ermeniler kendi devletlerini kurmanın peşine düştüler!
Sonra, İslâmcılık denendi. Fakat, Arapların ve Osmanlı’nın en sadık tebaası olan Müslüman Arnavutların milliyetçilik davası gütmeleri, Osmanlı’ya karşı ayaklanmaları önlenemedi. Onlar da kendi devletlerini kurmanın peşine düştüler!
İttihatçılar bu defa, Turancılığa sarıldılar. Sandılar ki, bütün Türklerin birliğini savunursak, devleti ayakta tutabiliriz. Bu ütopya yüzünden I. Dünya Harbi’ne sürükledikleri Koca İmparatorluk dağıldı gitti. Bugün kimilerinin, bir türlü önemini kavrayamadıkları Cumhuriyetimiz işte, bütün bu arayışların sonucudur. Millî sentezimizdir. Mimarı da Atatürk’tür.
Geçmişteki bu acı tecrübelere rağmen, günümüzde yeniden canlandırılmak istenilen, ‘Osmanlıcılık ve İslâmcılık’ düşüncelerinin arkasındaki gücün Batı olduğu bilinmelidir. Tarih okumuş olsaydık, Türkiye Cumhuriyeti’ni bir tasfiye projesi olan Ilımlı İslâm ve Yeni Osmanlıcılık düşüncesinin bir Batı tezgâhı olduğunu kolaylıkla anlayabilirdik.
‘Osmanlı’nın bir zamanlar hâkim olduğu Balkan ve Orta Doğu coğrafyasında, İstanbul merkezli bir İmparatorluk kurulacak ve bu devletin hâkimiyeti de Türklere bırakılacak!’
Böyle bir şey mümkün mü? Buna nasıl inanılabilir? Osmanlı’yı tarihe gömen Batı, Osmanlı’yı yeniden kuracak öyle mi? İnanılır gibi değil!
Prof. Bernard Lewis bunu savunuyordu. Barzani ve Talabani de bunu savunuyordu! Hattâ, Ahmet Türk’ün de, bir ara bundan söz ettiğini hatırlıyoruz! Ne yazık ki, Osmanlı hayalleri kuranları, bu masallara inandırmak çok da zor olmadı! CIA Türkiye Masası Şefi Graham Fuller, 2008 yılında, “Yeni Türkiye Cumhuriyeti” adında bir de kitap yazmıştı. Bu kitaptan bile, Batı’lı ‘dostların’ Osmanlıcılık ve İslâmcılık tezgâhı ile bizi yine, sonu felâketle bitecek bir serüvene sürüklemek istedikleri kolaylıkla anlaşılıyordu! Ne var ki, Yeni Osmanlıcılık hayali ile kurulan hülyalara o kadar inanılmıştı ki, Prof. Ahmet Davutoğlu’nun Başbakanlığında, bu yolda epeyi ilerlendi! Dimyat’a pirince giderken, az kalsın evdeki bulgurdan da olacaktık!
Bugünlerde, Kudüs dillerden düşmüyor! Türk Kerkük, Barzani güçleri tarafından ele geçirilirken Kudüs konusunda gösterilen tepkinin binde birini bile göstermemiştik! Bir Türk olarak, bir Müslüman olarak tabiî ki, bin yıl yönettiğimiz bir coğrafyadaki zulümlere gözümüzü kapatamayız. Tabiî ki, Kudüs’le de, Filistinli kardeşlerimizle de ilgilenmeliyiz. Fakat bu ilgiyi, ülkemizin bir temel meselesi düzeyine yükseltmeden.
Kudüs’e, Mescid-i Aksa’nın kutsallığı nedeniyle büyük önem verilmektedir. Rivayetlere göre, yüce Peygamberimiz göklere yükseltildikten sonra, Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya götürülmüştür. Hâlbuki, o zaman Kudüs’te, bugün Mescid-i Aksa’nın yükseldiği yerde, sadece bir harabe vardı! Buraya ilk olarak, 635 yılında Hz. Ömer bir mescid yaptırmış; 695 yılında, vali Mervan tarafından bu mescid yenilenmiştir! Bu ibadethaneye Mescid-i Aksa adını veren; Kudüs’e kutsallık izafe edenler de, Emevîlerdir.
Hile ile, Halifeliği ele geçiren Muaviye ve sonra da oğlu Yezid, İslâm’a en büyük kötülükleri yapan şahsiyetlerdir. Yezid’in askerleri, Medine’ye saldırarak, sahabenin mezarlarını tahrip etmiş, Müslüman kadınlara tecavüz etmiş ve Kâbe’yi mancınık ateşi ile yakmışlardır. Peygamberimizin sevgili torununu şehit eden de Yezid’in askerleridir.
Müslümanlığın evrensel kurallarına uygun bir hayat yaşamak işlerine gelmeyen Emevîler, şeklî ibadetleri öne çıkaran bir din anlayışını topluma dayatmışlar; yaptırdıkları görkemli camileri de halkı kontrol aracı olarak kullanmışlardır. Bunu örtbas etmek için de, Kudüs ve Mescid-i Aksa’nın kutsallığı öne çıkarılmıştır. “İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, o ordu ne güzel ordudur” hadisini uyduran da Emevîlerdir.
Peygamberimizin sevgili torunu Hz. Hüseyin’i katleden bu alçaklar, İstanbul’u kuşatarak, Peygamberimizin yolunda oldukları görüntüsünü vermek istemişlerdir! ./…

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678