Türkiye 1983 yılına kadar üretiminin büyük bir bölümünü devlet eliyle yapıyordu. Sadece üretimini değil, hizmet sektöründe de devletin payı oldukça büyüktü.
Devletin fabrikaları vardı, işçileri vardı. Kısaca KİT denilen Kamu İktisadi Teşebbüsleri vardı.
Karma ekonomi denilen bu ekonomik modelle devlet demir- çelik, çimento, ayakkabı, kumaş, sigara, içki, kâğıt, şeker, çay üretiyor; rafinerilerde ham petrol işliyordu.
Devletim iş makineleri vardı: Bunlarla yollar, barajlar, köprüler, limanlar yapardı. Bu işlerde çalışan binlerce elemanı vardı.
Devletin okulları vardı, devletin hastaneleri vardı. Özel okullar yoktu. Bütün üniversiteler devletindi. Vakıf adıyla kurulmuş özel üniversiteler yoktu. Hastanelerin tamamı devletindi. Özel hastaneler yoktu.
Hava ulaşımı tamamen, deniz ulaşımı kısmen devletin elindeydi. Türk Hava Yolları’ndan başka hava yolu şirketi yoktu. Demir yolları devletindi.
Yerel yönetimler çay bahçesi işletiyordu. Petrol satışı işini devlet yapıyordu. Televizyon yayınlarını tek kanalla devlet yapıyordu.
Tarım da devletin elindeydi. Tarımsal üretimleri çeşitli kooperatifler üzerinden devlet alıp satıyordu. Haberleşme ve enerji kolları da devlete bağlıydı.
Bankacılık, madencilik devletin işiydi.
Çok ayrıntıya girmeden belli satırbaşlarıyla vermeye çalıştığımız bu hizmet ve üretimler devlet sermayesiyle hayata geçiliyordu.
Sonra Türkiye bu ekonomik modeli terk etme kararı aldı. 1983 yılında Karma Ekonomiden Serbest Piyasa Ekonomisine geçti. Devlet özellikle üretime yönelik alanlardan tamamen, hizmete yönelik alanlardan kısmen çıkma kararı aldı. KİT’ lerin zarar eden birer kambur olduğu söylemiyle satılması gündeme geldi.
İşte bu noktada Türkiye zenginin yaratmak zorundaydı. Çünkü satılacak bu tesisleri alacak zengini yoktu Türkiye’nin.
Demir- çelik fabrikalarını, rafineleri, limanları, bankaları, iletişim ve enerji sektörünü alacak zengini yoktu. Özel hastane, vakıf üniversitesi, özel lise açacak, hava yolu işletecek, madencilik ve bankacılık yapacak sermaye sahipleri yoktu.
Televizyon açacak, deniz nakliyesi yapacak zengini yoktu.
Yol, liman, baraj, havaalanı, demiryolu, inşa edecek kadar büyük sermaye sahipleri yoktu. Turizm tesisleri açacak zenginleri yoktu.
Öyleyse yaratmak gerek!
1983 den sonra siyasi iktidarlar bu zenginleri yaratmak için ellerinden gelen ne varsa yaptılar. Bu bir zorunluluktu. Devletin özelleştirme adına bu tesisleri satabileceği zenginler yaratması şarttı. Öyle de oldu. Geçen 30 yılda bu üretimleri gerçekleştirebilecek, bu hizmetleri sunabilecek sermeye sahipleri oluştu.
Bu süreçte maalesef siyasi tercihler de kendini gösterdi. Bazı isimlerin bir sihirli değnek değmiş gibi yıldızları parladı.
Yine bu süreçte her şeyi hukuka uygun yapmak mümkün olmayabilirdi. Her dönemde muhalefet bu alanda yolsuzluklar yapıldığını; siyasetçi, bürokrat, iş adamı üçgeninin kurulduğunu, siyasetin ticarete bulaştığını söylemesine rağmen bu ilişkilerin önü alınmadı.
Yöneticiler, ya “ Anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz” diyorlardı ya da gece yarılarına kadar Meclis’i çalıştırarak hukuksuzlukları meşrulaştıracak yasalar çıkartıyorlardı.
Türkiye zenginlerini yeterince yaratamamış olacak ki bugün bu çabalar aynı yöntemlerle devam ediyor. 2023 ün Türkiye’sini kuracak işadamlarıyla ilgili her türlü kolaylığı sağlıyor hükümet!
Türkiye zenginleri yaratıyor.
YORUMLAR