Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

KUDÜS OLAYI VE KISSADAN HİSSE!

ABD Başkanı Trump’ın, Büyükelçiliklerini Kudüs’e taşıma kararını imzalaması dünya genelinde, çok haklı olarak büyük tepki yarattı. Neden ‘haklı olarak’ diyoruz? Çünkü bir kere, İngiltere’nin 9 Aralık 1917’de Osmanlı’dan gasp ettiği bu toprakları -Yahudileri iyice güçlendirdikten sonra-, 1947 yılında kaos içinde bırakarak çekip gitmesi, günümüze Filistin Sorunu olarak intikal etmiştir. Bu topraklarda bir İsrail Devleti’nin kurulması; Filistin Halkının o günden bugüne çektiği acıların temel sebebidir. İsrail, Birleşmiş Milletler kararlarına rağmen Doğu Kudüs dahil Arap topraklarında işgalci olarak bulunmaktadır.
Filistin sorunu çözülmeden ve İsrail işgal ettiği yerleri terk etmeden, bu bölgeye barış ve istikrar gelmesi mümkün değildir. Fakat, coğrafyamızda kalıcı bir istikrarsızlık olmasını isteyen Amerika bu sorunun çözülmemesi için elinden geleni yapmaktadır. Büyükelçiliklerini Kudüs’e taşıma kararı da bunun bir parçasıdır.
Peki biz, Türkiye olarak ne yapabiliriz? Ya da ne yapmalıyız?
Bir kere, kesinlikle İslâm Dünyasının lideri gibi bir davranış içine girilmemelidir. Şunu hemen belirtelim ki, İslâm Dünyası diye bir şey sadece kağıt üzerindedir.
Suudî Arabistan mı İslâm ülkesi? Ya da Birleşik Arap Emirlikleri mi? Mısır mı? Kuveyt mi? Bunların hepsi Amerika’nın ve İsrail’in yörüngesinde değiller mi? Bunlar Amerika’ya ve İsrail’e rağmen tek bir adım atabilirler mi?
Irak Amerikan işgal güçleri tarafından perişan edilirken, İslâm ülkeleri nerelerdeydi?
Keza, Libya’da Muammer Kaddafi linç edilirken!
Suriye perişan edilirken!
Yani, ‘İslâm Dünyası’ diye bir blok yok!
Kimse, kimseyi kandırmasın!
Ayrıca şunu da hatırlatalım ki, bugün Kudüs için meydanları dolduruyoruz; İsrail’e lânet okuyoruz. Bunu yapalım! Fakat, yıllarca, Filistin’e bütün güçleriyle yardım eden İran’ın, Suriye’nin ve Lübnan Hizbullah’ının karşısında durduğumuzu da unutmayalım ve bu günahlarımız için yüce Allah’tan mağfiret dileyelim.
Başbakan Yardımcısı sayın Bekir Bozdağ’ın, Adalet Bakanı olduğu günlerde, Amerikan Emperyalizmine karşı Suriye Devleti’nin yanında savaşan ve Lübnan’ı işgale kalktığında, İsrail Devleti’ne, tarihinin en büyük yenilgisini yaşatan Hizbullah güçleri için yaptığı ‘Hizbusşeytan’, yani ‘Şeytanın Partisi’ tanımlamasını da hatırlıyoruz!
Amerika için Siyonist İsrail’in güvenliği her şeyden önemlidir. Bir zamanlar İsrail için bir tehdit olan Irak bunun için perişan edilmiştir. Aynı şeyi Suriye’de yapmaya çalışıyor Amerika!
Suriye’de, Amerika’nın ateşlediği iç savaş başladığında, başlangıçta biz de Amerika’yla birlikteydik. Fakat şükür Allah’a ki, artık değiliz. Ancak ne var ki, yaşadığımız onca felâkete rağmen, bugün yine Amerika ile birlikte olmamızı tavsiye edenler var!
Dileğimiz, yüce Allah’ın onları hidayete erdirmesidir. Allah aşkına, biz Amerika ile birlikte olarak bugünlere gelmedik mi?
Artık, Atatürk’ün Bölge Merkezli siyaseti örnek alınarak, Bölge Devletleri ile ilişkilerimizi güçlendirmek ve bir Stratejik Ortaklığa dönüştürmek zamanıdır. Amerika’nın ve İsrail’in saldırganlığına ancak bu suretle bir sed çekebiliriz.
Yakın tarihimiz iyi incelendiğinde, başımıza her ne geldiyse bir emperyalist devletle ittifak yüzünden geldiği görülecektir. Bu ittifakın ilk örneği İttihatçıların 1 Ağustos 1914 yılında Almanlarla yaptığı ve Birinci Dünya Harbi’ne Almanya’nın yanında katılmamızla sonuçlanan Türk-Alman ittifakıdır.
Birinci Dünya Harbi felâketinin ve Osmanlı Devleti’nin yıkılmasının sebebi, İttihat ve Terakki Hükümetinin bir numarası Enver Paşa’nın Almanya ile yaptığı bu ittifaktır.
Günümüzde bile, bu felâketin baş sorumlusu olan Enver Paşa’yı ve İttihatçıları aklamak için, ‘Birinci Dünya Harbi’ne girmek zorunda olduğumuz” yalanlarına başvurulmaktadır!
Şunu kesin olarak ifade edelim ki, biz isteseydik bu harbin dışında kalabilirdik. Bunu Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam ve Enver Paşa isimli üçer ciltlik kitaplarında kanıtlamaktadır. Yine, o devri bizzat yaşayan Falih Rıfkı Atay “Çankaya” isimli kitabında, harbe girmek zorunda olmadığımızı ısrarla vurgulamaktadır.
Bu arada, İngiltere Dışişleri Bakanı Sir Edward Grey’in 1914 yılı Ağustos ayı ortalarında, İngiltere’nin İstanbul Büyükelçisine gönderdiği bir talimatta, “Osmanlı Devleti’nin bu savaşın dışında kalmasını arzu ettiklerini, toprak bütünlüğünü garanti ettiklerini ve Osmanlı Devleti bu harbe katılmadığı takdirde, kapitülâsyonları kaldırma sözü verdiğini de hatırlatalım!
Ne acıdır ki, bugün bu gerçeklerin üstü özenle örtülmektedir!
Durum bu olmasına rağmen, bazı sözde tarihçiler, televizyon kanallarında, İngiltere ve Fransa’nın, Sykes-Picot anlaşmasıyla Osmanlı’nın parçalanmasına karar verdiklerini; zaten bu savaşın Osmanlı’nın paylaşılması nedeniyle çıktığını; bu nedenle Osmanlı’nın bu savaşın dışında kalmasının mümkün olmadığını iddia edebilmektedirler!
Bunların hiçbir doğru değildir. Osmanlı bu savaşın dışında kalabilirdi ve böylece tarihin seyri de değişebilirdi.
Bugün bir İsrail Devleti varsa, bunun temel sebebi bizim I. Dünya Harbi’ne katılmamız ve o büyük yenilgiyi yaşamamızdır. Yani, bugünkü kaosun yaratılmasında bizim de çok büyük katkımız olmuştur. Biz eğer bu harbe katılmamış olsaydık; İttihatçıların Araplarla Federasyon ya da Konfederasyon şeklinde bir devlet yapılanması tasarısı olduğunu hatırlatalım! Hattâ Pakistanlı araştırmacı Feroz Ahmad, Mehmet Ali Paşa’nın torunlarından Sait Halim Paşa’nın Sadrazamlığa getirilmesinin bir nedenin de bu tasarı olduğunu belirtmektedir.
Falih Rıfkı Atay, Çankaya kitabında, Atatürk’ün de bu Federasyon düşüncesine yatkın olduğunu ifade etmektedir.
Bu sütunlarda birkaç kez dile getirdiğimiz, Atatürk’ün 1930’ların başlarında söylediği şu sözlerini hatırlatalım: “(…) İmparatorluğun enkazı üzerinde kurulmuş bulunan bağımsız devletlerin kaderleri her bakımdan aynıdır. (…) bu milletler, düşürüldükleri gaflet çukurundan bir an evvel kurtulmaya çalışmalı, aralarında mevcut olup, bazı emperyalist devletler tarafından mütemadiyen körüklenmekte bulunan arazî kavgaları ile diğer anlaşmazlıkları ortadan kaldırmalı, müsavi şartlarda -az zamanda konfederasyonlara doğru gidecek olan- kuvvetli- bir ‘Birlikler manzumesi’ kurmalı, bu gaye için diğer komşu milletlerle de anlaşmak çarelerini aramalıydılar. Ancak bu yoldan, hep beraber, güvenlik ve huzur içinde yaşamalarını sağlayabilirlerdi” (Hasan Rıza Soyak, “Atatürk’ten Hatıralar”, s. 500).
Atatürk sadece bunu dile getirmekle kalmamış, fiiliyata da geçirmiştir. 8 Temmuz 1937’de, o günün bağımsız Müslüman Devletleri olan İran, Irak ve Afganistan’ın katılımıyla Sadabat Paktı’nı kurmuştur. Ne yazık ki, Atatürk’ün ölümünden sonra Türkiye; İngiltere, Fransa ve Amerika gibi Emperyalist Devletlerle ittifak ilişkisi içine girmiş ve NATO’ya üye olmuştur. Hâlbuki, II. Dünya Harbi’nden sonra bağımsızlıklarına kavuşan Mısır, Suriye, Ürdün, Lübnan gibi Arap Devletleri de Sadabat Paktı’na dahil edilebilirdi!
Eğer, Filistin için, Kudüs için, bu coğrafya için bir ağırlığımız olacaksa, bunun ancak Bölge Merkezli bir ittifak geliştirmek suretiyle olabileceği artık anlaşılmalıdır.
İran ve Irak’la yaptığımız işbirliğinin olumlu sonuçlarını gördük. İçeride ve dışarıda, bu işbirliğini bozmak isteyenler olduğu bilinerek, bu yolda çalışmalarımız sürdürülmelidir.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678