Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

KEYFİYET Mİ KEYFÎLİK Mİ?

Bugün, Rusya konusundaki yazımıza devam edecektik. Fakat bu yazıyı araya koymamız zorunlu oldu.
“Keyfiyet” bizim çocukluğumuzda, hattâ gençliğimizde sıkça kullanılan bir kavramdı. “Kemiyete değil, keyfiyete bakılmalıdır” sözünü hatırlıyoruz. Sayıların değil, kalitenin önemli olduğunu vurgulamak için kullanılırdı.
Dilde özleşme başladıktan sonra yerlerine yeni kelimeler üretildi. Keyfiyet yerine “Nitelik” kavramı önerildi ve tuttu da. Nitelik; “iyi, kötü, güzel çirkin” gibi, bir nesnenin kalitesini belirtmek için kullanılır. Varlığı ancak eşyada gerçekleşen soyut; eski deyişle, “Mücerret” bir kavramdır nitelik. Meselâ “güzel kadın”, “ahlâklı adam” gibi.
Eski dilde, bir de “Kemiyet” kelimesi vardı. Bir nesnenin “sayılabilen, ölçülebilen, tartılabilen, gözle görülebilen ve elle tutulabilen” durumlarını; somut; yani “Müşahhas” durumları anlatmak için kullanılırdı. Bu Osmanlıca kelimeye de, “Nicelik” karşılığı bulundu.
“Benim çok kitabım var”; “Benim üç dairem var” derken yaptığımız bir nicelik tanımlamasıdır. Yani somut, müşahhas bir tespittir.
“Keyfiyet” ve “Keyfîlik” kelimelerinin, hiç umulmadık yerlerde yanlış kullanımına şahit olduğumuz için bu açıklamaları yaptık.
Anlatmaya çalıştığımız gibi, “Keyfiyet” bir durumu ifade etmek için kullanılır.
Bir de Osmanlıca “Keyfîlik” kelimesi vardır ki, günümüzde, bu kelimenin hayatımızın her alanında hâkim olduğunu söyleyebiliriz. Kuralların, kanunların hâkim olduğu yerde keyfîlikten söz edilemez. Kural tanımayan davranışlara “Keyfî” deriz. Yani, kişinin kanun ve kurallara aykırı olarak kendi dilediği gibi davranması.
Bu kavramların yanlış kullanımı ilk defa, Nagehan Alçı’nın, Milliyet gazetesindeki bir makalesinde dikkatimizi çekmişti. Sayın Alçı, yeni Anayasa teklifi ile ilgili bir makalesinde, Anayasa Mahkemesi’nin daha önce vermiş olduğu bir karardan söz ederken, tam iki kez, Mahkemenin bu konudaki kararının ‘bir keyfiyet olmadığını’ ifade etmişti. Hâlbuki, burada, ‘Mahkemenin bu kararı keyfî bir karar değildi’ demesi gerekirdi.
Daha sonra aynı hatayı sayın Başbakanın yaptığını gördük. Sayın Başbakan da, bir uygulamayı savunurken, “Bu bir keyfiyet değildir” mealinde bir söz sarf etmişti. Hâlbuki, “Bu keyfî bir uygulama değildir” denilmeliydi.
CHP Grup Başkanvekili sayın Bülent Tezcan’ın da, Yeni Anayasa tartışmaları sırasında, 11 Ocak tarihinde Meclis kürsüsünde yaptığı bir konuşmada, “keyfîlik” demesi gerekirken; “keyfiyet” ifadesini kullandığına şahit olmuştuk.
Sayın Millî Savunma Bakanı Fikşi Işık, Başika’daki kuvvetlerimizin orada “keyfî” olarak bulunmadığını söylemesi gerekirken; o da “keyfiyet” kelimesini kullandı.
Son olarak, yine 12 Ocak tarihinde, Meclis’teki anayasa görüşmeleri sırasında, kürsüde konuşan CHP milletvekili sayın Barış Yarkadaş’ın da, “Keyfîlik demesi gerekirken, “Keyfiyet” kelimesini kullandığına şahit olduk.
Bu gerçekten çok vahim bir durumdur. Ne yazık ki, dilimizi kullanırken pek özenli davranmıyoruz.
Eğer biz, bu kelimeleri böyle yanlış kullanmış olsaydık; Edebiyat dersinden sınıfta kalırdık.
Siyasetçiler, yazarlar ve aydınlar Türkçeyi çok iyi kullanmaktan başka, kullandıkları kavramlar konusunda da daha özenli olmalıdırlar.
Anayasa Değişikliği Görüşmeleri:
Biraz da, Meclis’te tekme-yumruk devam eden, Anayasa değişikliği görüşmelerinden söz edelim.
Ne yapılmak isteniyor? Sayın Adalet Bakanı, Partili Cumhurbaşkanını savunurken, Atatürk’ün de Partili Cumhurbaşkanı olduğunu hatırlattı! Bu benzetmeye ne denilebilir? Atatürk bu devletin kurucusu! Ayrıca, Atatürk Dönemi Tek Parti devriydi. Yani başka parti yoktu. Bu bakımdan Atatürk’ün aynı zamanda CHP’nin üyesi olması bir sorun teşkil etmiyordu. 1946 yılında, Demokrat Parti’yi kuracak olan Bayar da, Menderes de, Koraltan da CHP’nin milletvekilleriydiler. Bu anayasa değişiklik teklifinde, dün Yüce Atatürk’e bile verilmeyen yetkiler var. Anayasa değişikliğinin şart olduğunu savunanlara sorarız: Sayın Cumhurbaşkanının isteyip de yapamadığı bir şey var mı?
Bu anayasa değişikliği görüşmeleri vatandaşı ortadan ikiye böldü. Ülkemizin Batı’nın asimetrik saldırısı ile karşı karşıya bulunduğu bu kadar kritik bir dönemde, Yenikapı Ruhu’nu tuzla buz eden böyle bir anayasa değişikliği ile, milleti bu kadar germeye ne gerek vardı?
Diğer taraftan, eğer Meclis’ten geçer ve referandumda da halktan kabul görürse yeni anayasa gereğince artık, Büyük Millet Meclis’i Yürütmeyi denetleme görevini yerine getiremeyecek! Böyle bir şey olabilir mi? Bu kabul edilebilir mi?
Meclis’in Yürütmeyi denetleme hakkı kaldırılıyor!
Bu değişikliğin gerekçesinde, şu inanılması zor sözler yazılıymış:
“Kuvvetler ayrılığı prensibine uygun olarak yasamanın yürütmeyi denetlemesi ile Bakanlar Kurulu’na kararname çıkarma yetkisi verilmesi yasamanın görev ve yetkileri arasından çıkarılmıştır.”
Peki yürütme nasıl denetlenecek?
Bu soruya da şu karikatür gibi cevap veriliyor: “Halk denetleyecek!”
Peki, halk nasıl denetleyecek yürütmeyi?
Cevap trajikomik! Efendim halk iktidarın uygulamalarını beğenmezse, oy vermeyecek; başka bir iktidarı seçecek; bu da halkın denetimi olacakmış!
İnanılır gibi değil!
Âdeta aklımızla alay ediliyor.
Anayasa değişikliği bir sistem değişikliği getiriyor. İçeriğini bir kenara bırakalım. Fakat bu değişiklik teklifi konusunda Meclis’te yapılan görüşmelerde, utanç verici tablolar yaşanıyor.
Anayasa değişikliğine ilişkin maddelerin oylamasında, oyların gizli kullanılması bir anayasa hükmü olduğu hâlde, birçok AKP milletvekili oylarını açık ederek kullanıyor. Bu apaçık bir anayasa suçu. Fakat kimin umurunda! İktidarı sürdürmek için her şey mubah!
Zamanında, anayasayı ihlâl ettiği kendisine hatırlatıldığında, rahmetli Turgut Özal, “Anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz” dememiş miydi?
Ne yazık ki, yol oldu ve artık anayasamız delinmekten eleğe döndü.
Bu açık oy konusunda Sağlık Bakanının bir savunması vardı ki gerçekten evlere şenlikti. AKP’li birçok sayın vekilin oylarını göstere göstere kullanmaları, güvenmedikleri milletvekillerinin oyunu denetlemek için, kapalı kabine 3 kişinin birlikte girmesi konusunda CHP’lilerin yönelttikleri eleştirilere karşılık, Sağlık Bakanı sayın Recep Akdağ şu savunmayı yapmış: “Oyumuzu kırk defa açık etmişiz. Gizlenecek bir şey mi var?”
Yazık! Gerçekten çok yazık!
Anayasa değişikliği ile, Milletvekili sayısı 600’e çıkarılmış! Yetkileri bu kadar sınırlı olacaksa; o vekillerin konu mankeninden ne farkı kalır ki?

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678