Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

KABAHAT BATI’DA DEĞİL BİZDEDİR! (3)

Prof. Bernard Lewis’e gazeteci soruyor: “Türkler neden hâlâ Ermeni soykırımını reddediyor? Türkler neden hâlâ dünyanın döndüğünü kabul etmiyor?”
Bernard Lewis: “Yaşanan olayların Ermeni versiyonunu mu soruyorsunuz? 1915’in hem Ermeni, hem Türk versiyonunu mu? Karşılıklı facialar yaşandı ama ‘soykırım’ denilemez. Soykırım, tasarlanmış bir politikayı, Ermeni milletinin sistematik olarak yok edilmesini ifade eder. Türk belgeleri gösteriyor ki, amaç yok etmek değil, tehcir etmekti. Bunun da meşrû nedenleri vardır. Zira, Ermeniler Osmanlı topraklarını işgal eden Rusya ile ittifak hâlinde Türklere karşı çarpışıyorlardı” (Le Monde, 16.11.1993).
Bu açıklama üzerine, Fransız Ermeni Kuruluşları Forumu, Lewis’i mahkemeye veriyor ve Paris I. Sulh Mahkemesi, 21.6.1995 tarihinde şu hukuk skandalı kararı açıklıyor: “Tarihçiler görüşlerinde özgürdür ama…BM Alt Komitesi 29.8.1985 tarihli kararıyla, Osmanlıların l915’te Ermenilere soykırım yaptığını kabul etmiştir. Avrupa Parlamentosu da kabul etmiştir. Davalı, bu kararlara rağmen ‘Soykırım değildir’ demekle, Ermenilere acı verdiği için, l frank manevî tazminata mahkûm edilmiştir!”
Ermenilerin, Fransız mahkemesini yanılttığı anlaşılıyor. Çünkü BM resmî sözcüsünün 5.10.2000 tarihli açıklaması aynen şöyle: “BM, Ermeni olaylarını soykırım olarak niteleyen herhangi bir karar almamıştır; bu nitelikte bir raporu da yoktur!”
Peki, benim devletim nerede? Niçin bu gerçekler, bu davalara müdahil olunarak açıklanmıyor? Bu devlet bu duruma nasıl getirildi? Bir de utanmadan, millet olarak, başımız dik yaşadığımız yegâne dönem olan Atatürk dönemini eleştirirler. Atatürk’e edepsizce hakaretler ederler. Falih Rıfkı, “Çankaya” kitabında, Atatürk dönemini anlatırken, haklı olarak, “En mutlu Türkler O’nun sağlığında yaşayanlardı” tespitini yapar!
Yakup Kadri, Atatürk’ün millî konulardaki hassasiyetini bakınız nasıl anlatmış: “..Türk Milleti’nin haysiyet ve menfaatiyle uzaktan yakından alâkalı milletlerarası hadiseleri, âdeta bir şimşek süratiyle seziyordu. Bilmem hangi gazetede aleyhimize tefsir olunabilecek bir satır yazı mı yayınlanmış? Buna derhâl cevap vermek lâzımdı. Elçilerimizden birisi, bilmem hangi hükümet reisinden istediği günde mülâkat mı alamamış? Bu elçiyi hakarete uğramış bir memur gibi derhâl geriye çağırmalıdır! Avrupa devlet ricalinden biri, Türkiye’den bahsederken kâfi derecede hürmetkâr bir dil mi kullanmamış? Türk devlet ricalinden biri de, onun memleketinden aynı tavır ve ifadeyle bahsetmek fırsatını bulmalıdır. O, Türk Milleti’nin daima tetikte, uyanık şuûru idi (Atatürk, s. 108).
Atatürk’ün ve zamanın devlet adamlarının, Türklüğün haysiyetini nasıl koruduklarına ilişkin şu örnek oldukça anlamlıdır. Amerika’nın meşhur MGM şirketi, 1935 yılında, “Musa Dağ’da Kırk Gün” isimli romandan uyarlanan bir senaryoyu filme çekmek ister. Bir Yahudi yazarın yazdığı bu romanda, Ermenilerin tehcir sırasında yaşadıkları bire bin katılarak anlatılmaktadır. Böyle bir film çevrileceği haberleri alınınca, Türk basını ayağa kalkar. Washington Büyükelçimiz Mehmet Münir Ertegün devreye girer. MGM, filmin senaryosunu Türkiye’ye gönderir. Senaryo incelenir ve tarihî gerçeklere aykırı olduğu görülerek, ‘Bu filmin çekilmesi hâlinde, hiçbir MGM filminin Türkiye’ye sokulmayacağı’ ihtar edilir! Dışişleri Bakanımız Tevfik Rüştü Aras, ABD Büyükelçisine, söz konusu filmin çekiminin yasaklanması arzusunda olduklarını söyler. Atatürk’ün 1934 yılında kurduğu Balkan Paktı’nın üyeleri Romanya, Yugoslavya ve Yunanistan Hükümetleri de, bu filmin çekilmesi hâlinde, MGM’nin filimlerine ambargo uygulayacaklarını bildirirler!
Ve, ABD Dışişleri Bakanı Hull’un imzasını taşıyan bir mektupla, Türkiye’nin Washington Büyükelçisinin onayı olmadan bu filmin çekilmeyeceği Türkiye’ye bildirilir!
Durun daha bitmedi! Atatürk’ün ölümünden sonra, 22 Kasım 1938’de filmin çekilmesi yeniden gündeme gelir. Fakat Büyükelçimiz Mehmet Münir Bey, Amerikan basınına yaptığı açıklamada, Mustafa Kemal’in ölümünden sonra da, Türkiye’nin tavrında hiçbir değişiklik olmadığını tekrarlar!
Evet, bir zamanlar işte böyle bir devletimiz vardı. Bugünkü hâlimiz ise meydandadır.
İşte bu vahim hâlimize bir örnek: Gazete haberlerinden, ’24 Nisan 2008’de, Ermenistan’ın başkenti Erivan’da, sözde Ermeni soykırımı iddialarının 93. yıldönümünde gerçekleştirilen resmî anma töreni kapsamında, tören alanına Türk bayrağı serilerek çiğnendiğini, Erivan’da yapılan gösterilerde, Türk bayrağının yakıldığını’ öğreniyoruz!
Aynı gün İstanbul’da ne oluyor biliyor musunuz? İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi’nin, Bilgi Üniversitesi’nde düzenlediği toplantıda, yurtdışındaki Ermenilerin sözcüleri ile bazı ‘Türk aydınları’, Türkiye’de, ‘Ermenilere soykırımı yapıldığı’ iftiralarını dillendiriyorlar!
Dışişleri Bakanımız, Türkiye’nin bu şekilde tahkir edilmesine rağmen, Ermeni Dışişleri Bakanı’na gönderdiği mesajda, “Türkiye ile Ermenistan ilişkilerinin normalleştirilmesi amacıyla diyaloga hazır olduklarını” belirtiyor!
Bir televizyon programında, Ayşe Hür isimli bir sözde tarihçinin, MGM’nin, “Musa Dağ’da Kırk Gün” filminin, Türkiye’nin baskılarına direnemeyerek, çekilmemesini eleştirdiğine hayretle şahit olmuştuk. Düşünebiliyor musunuz; kendi yağıyla kavrulan Türkiye, kapitalizmin büyük devi Amerika’yı dize getiriyor! Bir Türk için bu iftihar vesilesi değil midir? Fakat bu başarı, Ayşe Hür hanımefendiyi üzüyor!
Biz niçin Soykırım kararı alan devletlere kızıyoruz ki? Asıl düşmanlar içimizde!
Sanki sabıkalı bir geçmişimiz varmış gibi, ‘Tarihimizle yüzleşelim’ diye ciyaklayanlar da işte bunlardır.
ABD Temsilciler Meclisi’nde, soykırım önergesi komisyonda kabul edildi diye üzülüyoruz. Fakat ABD’nin 50’ye yakın eyaletinde, okullardaki tarih derslerinde, Türk çocuklarına, dedelerinin 1.5 milyon Ermeni’yi kestiği okutuluyor! Gıkımız çıkmıyor!
Yunan Komünist Partisi bile, Yunan Parlamentosunun kabul ettiği “Soykırımı inkârı cezalandıran kanun” için, emperyalizmin bir oyunu diyor ve bu yasanın Avrupa Birliği tarafından dayatıldığını iddia ediyor!
Bizim sözde solcularımız ise, Batı ile birlikte, Türk Milletini soykırımı yapmakla suçluyor!
Kissenger’in bir sözü geliyor aklımıza: “Biz içimizdeki hainleri yok ederiz. Diğer ülkelerdekileri ise kullanırız!”
Milletimiz, Amerika’nın ve Avrupa Birliği’nin örtülü bir saldırısı ile karşı karşıyadır. GDO’lu aydınlarımız da onların yanındadır!
Kandilli Ermeni Kilisesi Başkanı Dikran Kevorkyan’ın, Ermeni diasporasının Türkiye karşıtlığı konusundaki şu sözleri, Batı’nın zihin kontrolü altındaki insanlarımızın akıllarını başlarına getirmelidir: “Onlar dışarıda İngilizce ayin yapıyorlar. Biz burada Ermenice ayin yapıyoruz. Ve benim Türkiye’deki kiliselerimin mihrabında Türk bayrağı yok. Amerika’da mihrabın üzerinde Amerikan bayrağı var! Evvelâ bunu kaale alsınlar. Türkiye’de hangi özgürlüğün kısıtlaması var” (Aydınlık, 19.4.2015)?
ABD Temsilciler Meclisi Dış İşleri Komitesi, Ermeni Soykırımı tasarısını kabul ettiği toplantısında, bazı üyeler hakkımızda şu değerlendirmeyi yapmışlar: “Bu kararın alınmasından korkmayın. Türkiye, Amerika ile ilişkilerini bozamaz. Fransa’ya, Kanada’ya ne yapabildiler? Avrupa ülkeleri bile soykırımını kabul ediyorlar ama onlar hâlâ Avrupa Birliği’ne gireceğiz diye yırtınıp duruyorlar. Bize de bir hafta soğuk kalırlar, sonra ilişkiler normale döner!”
Görüldüğü gibi, mesele bizdedir. Batı’nın karşısında dik durmayı bir başarabilsek, neler değişecek! Bu bakımdan, bizim en temel meselemiz, bu ülkenin yönetimine millîci kadroların getirilmesidir.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678