Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

II. ABDÜLHAMİD; EZBERLER VE GERÇEKLER (2)

Abdülhamid’i eleştirenler kervanına katılan tarihçi Sinan Meydan 12 Mart tarihli Sözcü’deki yazısında, II. Abdülhamid’in Namık Kemal ve çok sayıda aydını hapislerde çürüttüğünü; Fizan’a sürgün ettiğini yazıyor. Evet, Abdülhamid’in Fizan’a sürgün ettikleri vardır. Fakat Namık Kemal için bu doğru değil. Namık Kemal, bir makalesi nedeniyle, Padişah Abdülaziz döneminde, 1867 yılında, Erzurum’a vâli muavini olarak sürülür. Fakat buraya gitmek yerine, Ziya Paşa ile birlikte Paris’e kaçar. Dikkat ediniz, siyasî düşünceleri yüzünden, İstanbul’dan uzaklaştırılmakta, fakat kendisine Vâli Muavini görevi verilmektedir!

Namık Kemal, Paris ve Londra maceralarından sonra, 1870 yılında Sadrazam Âli Paşa ile barışıp, yurda döner. 1872 yılında İbret gazetesini çıkararak yeniden muhalefete başlar. Gazete kapatılır ve bu defa, mutasarrıf olarak Gelibolu’ya atanır. Birkaç ay kaldığı Gelibolu’da, Padişah II. Murad’ın oğlu, Gazi Süleyman Paşa’nın kabrini ziyaret eder ve Ebüzziya Tevfik Bey’e buraya gömülmesini vasiyet eder. 1873’de Vatan Yahut Silistre oyununun, halkı coşturarak olaylar çıkmasına sebep olduğu gerekçesiyle Magosa’ya sürülür. Bu sürgün Abdülaziz’in tahtan indirilmesine kadar 38 ay sürer.  Sonra İstanbul’a döner ve Anayasa Komisyonunda görev alır.
Anayasa Komisyonu üyesi olan Namık Kemal, komisyonda, Abdülaziz ve Sultan Murad’dan sonra, Abdülhamid’in de tahttan indirilebileceğini ima eden,  “Bir şey ikilendi mi, muhakkak üçlenir de” anlamında bir şiir okuduğu için,  yargılanır ve beraat eder. Fakat, Padişah tarafından Girit’e sürülür. Burasının sağlığına uygun olmadığını ileri sürerek başka bir yere gönderilmesini istediğinden, bu defa Midilli’ye gönderilir. Namık Kemal daha sonra Midilli’de Mutasarrıf olarak görevlendirilir ve burada 1884 yılına kadar 5 yıl mutasarrıf olarak görev yapar. Kaçakçılıkları önler, hazinenin gelirini arttırır. 20 Türk ilkokulu açar. Adalarda yaşayan Türklerin sorunlarını dile getiren bir rapor hazırlayıp Bâb-ı Âli’ye sunar. 1882’de Nişan-ı Osmanlı madalyası ile ödüllendirilir. Harzemşahlar Devleti’nin son hükümdarı Celâleddin Harzemşah adlı eserini burada yazar. Abdülhamid bu eserinden dolayı onu bâlâ rütbesi ile ödüllendirir. Kaçakçılıkla mücadelesinden etkilenenlerin ayak oyunlarıyla, 1884’de Rodos Mutasarrıfı yapılır. Burada, Rodos’taki Osmanlı tarihi hakkında bir eser yazmaya başlar. İngilizler ve Yunanlar, Namık Kemal’in çalışmalarından rahatsız olurlar. 1887’de, İngiliz ve Yunanların şikâyetleri üzerine, buradan, Sakız’a Mutasarrıf olarak tayin edilir. Sakız Adası’nın kuru havası nedeniyle rahatsızlanan Namık Kemal 2 Aralık 1888’de, 48 yaşında burada vefat eder ve Adada, bir caminin haziresine defnedilir. Ebüzziya Tevfik, şairin Bolayır’da gömülme arzusunu Padişah II. Abdülhamid’e iletince, naaşı Gelibolu’ya nakledilir ve Süleyman Paşa’nın türbesinin yanına gömülür. Birkaç yıl sonra Sultan Abdülhamid Namık Kemal’e bir türbe yaptırır. Bu türbenin plânlarını Tevfik Fikret çizmiştir. Namık Kemal’in ölümünden sonra, Abdülhamid, oğlu Ali Ekrem’i sarayda görevlendirir. Babası Mustafa Asım’ı ise saraya müneccimbaşı olarak tayin eder.  Hâlbuki, tarih kitaplarımızda, Namık Kemal’in, Magosa’da zindanda tutulduğu, sürgünden sürgüne gönderildiği  belirtilir!
1950’lerin başında, Cüneyt Gökçer’in başrolünü oynadığı, Namık Kemal’in hayatının anlatıldığı “Vatan Yahut Silistre” filmini seyretmiştik. Bu filmin afişinde Namık Kemal, ‘tıkıldığı zindanın’ küçücük penceresindeki demir parmaklıkları elleri ile sımsıkı kavramış olarak resmedilmekteydi! Kıbrıs doğumlu olan Prof. Niyazi Berkes, böyle bir şeyin olmadığını, Namık Kemal’in Magosa’da sadece bir sürgün olduğunu, okuması yazması olan çok kişinin onunla görüştüğünü belirtmektedir (Berkes, “Unutulan Yıllar”, s. 33)!
Evet, gerçek budur! Fakat, Namık Kemal’in zindanda, demir parmaklıklar arkasındaki resmi,  ezberlere daha uygun değil mi?
Tarihçi Mehmet Çayırdağ da, Abdülhamid’i en fazla eleştirenlerin başında gelen Aydınlık gazetesinde yayınlanan bir makalesinde, Abdülhamid’in, dürüstlüğü ve devlete bağlılığı sebebi ile Namık Kemal’e değer verdiğini belirtmiş (Aydınlık, 13 Aralık 2017)!
Tarihçi  Sinan Meydan, yine birçokları gibi, Abdülhamid döneminde en büyük toprakların kaybedildiğini söylüyor!
Evet, Sultan Abdülhamid döneminde çok büyük topraklar kaybedilmiştir. Fakat bunu  Abülhamid’e fatura etmek büyük haksızlıktır.  Bu iddia konusunda Şevket Süreyya Aydemir bile çelişkiye düşmüş! Şevket Süreyya, “Enver Paşa” isimli 3 ciltlik araştırmasının I. Cildinin önsözünde, “Abdülhamid her başı sıkıştıkça, ülkeden bir parçayı kurban eder” dedikten hemen sonra, “Gerçi bu toprakların er geç kopması mukadderdi” diyerek, kendisi ile çelişkiye düşmektedir.
Şu tespitler Şevket Süreyya’ya aittir: “1856-1878 arasında, Tuna Romenleri ve nihayet 1878’de Bulgarlar fiilen imparatorluktan koparak, kendi devletlerini kuracaklardı. (…) Parçalanmayı birer suretle körükleyen ve her fırsatı ganimet bilen yabancı devletler, tezgâhlarını işletip duruyorlardı. Her ıslahat isteğinin sonu, imparatorluktan bir parçanın gidişi şeklini alıyor ve arkasından yeni ıslahat talepleri geliyordu. Karadağ da böyle gitmişti. Bosna-Hersek de böyle gitti. Girit de, Kıbrıs da! Daha doğrusu Tunus da, Mısır da vakit saat gelince İmparatorluktan koptular” (“Enver Paşa” , Cilt I, s. 307)!
Görüldüğü gibi, Şevket Süreyya bile bu toprakların er geç elimizden çıkacağı tespitini yapmaktadır!
Fakat burada şu önemli  gerçeği hatırlamak gerekir ki, ene büyük toprak kayıplarının sebebi Rus Harbidir. 31 Ağustos 1876 tarihinde tahta çıkan Sultan Abdülhamid’in şiddetle karşı çıkmasına rağmen, Sultan Abdülaziz’i bir darbe ile tahttan indirenler, başta Mithat Paşa olmak üzere, savaş yanlısıydılar! Sultan Abdülhamid ise, Ruslarla müzakerelerin sürdürülmesinden yanaydı. Fakat devletin asıl hâkimi olan darbeci güçler, onu dinlemediler ve tarihimize 93 Harbi olarak geçen, 1877-1878 Rus Harbi felâketini yaşadık! Balkanlardaki büyük toprak kayıplarının, Kıbrıs’ın, Kars, Ardahan ve Batum’un kaybedilmesinin sebebi budur. 1881’de Fransa’nın işgal ettiği Tunus ve 1882’de İngiltere’nin işgal ettiği Mısır ise zaten, devlete  şeklen bağlıydılar.
Bize göre, toprak kayıplarının Sultan Abdülhamid’e fatura edilmesinin esas sebebi, İttihatçıların korunmak istenmesidir. Günümüzde bile, İttihatçılara ‘Hürriyet Mücadelesi Veren Devrimciler’ olarak bakılmaktadır. Kimse, “Hürriyet ve Demokrasi mücadelesi veren İttihatçılar, iktidara geldikten sonra ülkeyi demokrasi ile mi yönettiler” diye sormuyor!
Bu sorgulama yapılmadığı için de, Abdülhamid, yapmadığı şeylerle bile suçlanıyor; koca imparatorluğu bir felâkete sürükleyen İttihatçılar ise aklanıyor! Çünkü onlar Hürriyet ve Demokrasi savaşçıları!
 Balkanların, 12 Ada’nın ve Trablusgarp’ın kaybının; I. Dünya Harbi faciasının yaşanmasının, bu yüzden Halep ve Musul’un kaybının ve Arap coğrafyasının Emperyalistler tarafından, sınırları cetvelle çizilmiş devletlere bölünmesinin; günümüze de sarkan sorunların tohumlarını atabilmelerinin sebebi İttihatçılar değil de, sanki Abdülhamid! Rusya ile iyi ilişkiler kurmanın peşinde olan Abdülhamid’in, İngiltere yanlısı İttihatçılar tarafından, ‘Çar’ın Adamı’ olarak suçlandığını da hatırlatalım!
Abdülhamid’in iyi kötü yaşatmayı başardığı koca imparatorluk, İttihatçılar eliyle yok edilmiştir. Hâlbuki, I. Dünya Harbi’ne girmeseydik her şey çok farklı olabilirdi.   Bunları sorgulayan yok! ./…

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678