Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

BATI’YLA İTTİFAK BİZE HEP KAYBETTİRDİ (8)

Temmuz 1939’da İngiltere Büyükelçisi, Türkiye’nin durumunu Lord Halifax’a şöyle belirtmektedir: “Cumhurbaşkanı İsmet’in bize ve Fransızlara karşı tutumu sert ve acıdır. Türkiye, iki ay öncesine göre daha zayıftır. İngiltere ile müzakerelere başlamadan önce, Türkiye’nin mal karşılığı Almanya’ya ısmarladığı silâhlar muntazaman gelmekteydi. Şimdi bunlar durdu. General Orbay ve askerî otoriteler durumun farkındalar” (Avcıoğlu, “Millî Kurtuluş Tarihi”, s.1484)!
Bu arada 23.8.1939’da Alman-Sovyet saldırmazlık anlaşması imzalanır ve akabinde Almanya, 1 Eylül l939’da Polonya’yı işgal eder. Bunun üzerine İngiltere ve Fransa 3 Eylül’de Almanya’ya harp ilân ederler. Sovyetler, bu şartlar karşısında, kendi güvenliğini garantiye almak için Türkiye’ye, Boğazları birlikte savunmayı teklif eder. Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu görüşmelerde bulunmak üzere Moskova’ya gider. Ancak yapılan uzun görüşmelerden bir sonuç alınamaz ve 17 Ekim 1939’da Moskova’dan ayrılır. Saraçoğlu Türkiye yolundayken, 19 Ekim’de -yani Avrupa’da savaş kopmuşken-, İngiltere ve Fransa ile ittifak anlaşması imzalanır!
Türkiye’nin Batı’ya yaklaşmasının sebebi olarak hep Sovyet Tehditleri gösterilmiştir. Bu tarihlerde en küçük bir Sovyet tehdidinin söz konusu olmadığını belirtelim! Çünkü, Hitler’den çekinen Sovyetler, kendi güvenliklerini sağlayabilmek telâşı içindeydiler! 1941’den, 1944’e kadar da Alman saldırılarına direndiler. Nerede kaldı ki, Türkiye’yi tehdit etsinler!
Buna rağmen, bugün bile, Türkiye’nin o tarihte tarafsızlık politikasını terk etmesi, Sovyet Tehditlerine bağlanmakta ve dönemin şartları bilinmeden, ‘Dönemin şartları öyle gerektiriyordu’ denilerek savunulabilmektedir!
İngiltere ve Fransa ile 19 Ekim 1939 tarihinde imzalanan ittifak antlaşması sonrasında ortaya çıkan durumun karışıklığı konusunda, Prof. Niyazi Berkes, Amerikalı Profesör Harry N. Howard’ı kaynak göstererek, Churchill’in Roosevelt’e yazdığı 10 Şubat 1943 tarihli mektubundan, dış politikamızın vahametini gösteren şu ilginç alıntıyı yapmış:
“Türkiye’nin durumu nazik olmakta devam ediyor. Türkiye’nin bir yanda Sovyetler Birliği ile tarafsızlık ve dostluk antlaşması ve Büyük Britanya ile saldırıya karşı karşılıklı yardım antlaşması var! Diğer yanda Almanya’nın Sovyetlere saldırışından 4 gün önce imzaladığı (dostluk) antlaşması var! Bugünkü koşullar altında, Türkiye’nin Sovyetler Birliği ve Britanya karşısındaki yükümlülüklerini Almanya’ya karşı olan yükümlülükleriyle nasıl uzlaştıracağı kafamda aydınlanmış değil. Türkiye eğer Sovyetler Birliği ile olan işlerini daha dostça yapmak ister ve bunu açıklarsa, Sovyetler de aynı karşılığı gösterecektir (Churchill, Stalin’in bunu kendisine söylediğini de not etmiş). Stalin’in, Türkiye ile Rusya arasında Mustafa Kemal’in başardığı sıcak dostluğun yenilenmesini istediğini açıklamaktan kendimi alamıyorum. Bunu yapmakla, Türkiye kendi savunmasını güçlendirirken, iki muzaffer dost arasında bulunacaktır. Bütün bunları yalnız savaş süresi için değil, savaş sonrası için de düşünmekteyim” (Niyazi Berkes, “Unutulan Yıllar”, s. 344).
Dikkat ediniz; Çorçil bile, ‘Stalin’in Atatürk dönemindeki gibi bir dostluk arayışında olduğunu’ belirtiyor! O tarihlerde İngiltere ve Amerika’nın Sovyetlerin müttefiki olduklarını hatırlatalım! Ancak, Amerika’nın II. Dünya Harbi’nden sonra Soğuk Harbi başlatmasıyla Sovyetler Birliği ‘En Büyük Düşman’ olacaktır!
ALMANYA TURANCILIĞI TEŞVİK EDİYOR!
Türkiye’nin İngiltere ve Fransa ile imzaladığı ittifak antlaşmasını takiben, ilginç bir şekilde, 1941 yılı Haziran ayında da Almanya ile bir tarafsızlık ve dostluk antlaşması imzalanacaktır. Bundan sonra Türkiye’de, Turancı bir siyaset ağırlık kazanacaktır!
Ne yazık ki, biz, Rusya’nın yenileceğine göre hesap yaptık ve Almanların bize Azerbaycan’ı bağışlayacağı hayalleri kurduk!
Biz Turan hayalleri kuraduralım; Almanya, Türklerin Rusya’da, Nazi-Türk işbirliği hayâline kapılmalarından rahatsız olur ve Ribbentrop 12 Eylül l942’de von Papen’e, “Türklere Turan umudu verme, bu konuyu artık Türklerle konuşma” biçiminde direktif verir. Bunun yerine von Papen’e 5 Aralık 1942’de şöyle yazar: “Mâlî durumlarının yetersizliği dolayısıyla, Türkiye’deki dostlarımızı destekleyebilmemiz için size 5 milyon altın Reicmark gönderilmesi buyruğunu verdim. Bu parayı rahat ve bolca kullanmanızı ve kullanma yeri hakkında bana bilgi vermenizi rica ederim” (Avcıoğlu, “Millî Kurtuluş Tarihi”, s. 1527)!
Millî Şef döneminin Sovyet Düşmanlığına çarpıcı bir örnek: 22 Haziran 1941 tarihinde, Hitler’in Rusya’ya saldırı buyruğunu vermesinden hemen sonra, 23 Haziran sabahında von Papen ile sabah kahvaltısı yapan TBMM Başkanı, “Savaş başlamışken, Bolşevik davasını kökünden çözmek gerekiyor” diyecektir (Avcıoğlu, age. s. 1516)!
‘SOVYETLER BİZDEN TOPRAK TALEP ETTİ’ YALANI!
Günümüzde bile, ülkemizin Batı İttifakı içinde yer almasının temel gerekçesi olarak ‘Sovyet Tehditleri’ ve ‘Sovyetlerin Toprak Talepleri’ gösterilir. Doğan Avcıoğlu bu konuda şu değerli bilgileri veriyor:
“Potsdam Konferansı’nda, Direktuar, Boğazlar konusundaki görüşlerini Üç Büyükler’in Türkiye’ye ayrı ayrı bildirmelerini kararlaştırır. Ayrı ayrı bildirmenin, ayrı ayrı görüşme anlamına mı geldiği pek anlaşılmaz. ABD, 2 Kasım 1945’te kendi görüşünü Türkiye’ye bildirir. Potsdam’da Boğazlar’a milletlerarası bir statü verilmesini, yani Boğazlar’ın silâhsızlandırılmasını ve Türk askerinin 1936’da girdiği Boğazlar’dan çıkmasını isteyen ABD, bundan vazgeçmiştir. Fakat Boğazlar’dan geçişte Sovyet savaş gemilerine en geniş serbestiyi tanımış, Karadeniz’de kıyısı olmayan devletlerin savaş gemilerine de bu olanağı kaldırmıştır (Çünkü o tarihte Amerika’nın Sovyetlerle arası çok iyiydi. Henüz Truman Doktrini benimsenmemişti! İ.Ş.A.)! Feridun Cemal Erkin, bunu kuşkulandırıcı bulur ve Karadeniz’i kapalı deniz ilân ettirmek isteyen Sovyet tezinin benimsenmesi sayar. İngiltere ise, yalnızca Montreux’nün dar çerçevesinde kalma kararına vardığı kanısını uyandırır. Türkiye, 6 Aralık 1945’te ABD notasına verdiği cevapta, ABD görüşünü tartışmaya esas almayı kabul eder. 8 Ağustos 1946’da Rus notası gelince, Feridun Cemal Erkin bir taslak kaleme alır. Bu taslak, Amerikan, İngiliz ve Fransız elçiliklerine verilir. Truman ABD Büyükelçisine, Türkiye’nin ‘makul fakat sert’ cevap vermesini bildirmiştir!
Dikkat ediniz, bizim Rusya’ya vereceğimiz cevabı bize Amerika dikte ediyor! ./…

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678