Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

BATI’YLA İTTİFAK BİZE HEP KAYBETTİRDİ (5)

Başkan Wilson, 13 Mayıs 1919’da, İzmir’in yanı sıra, Aydın ve Manisa’yı kapsayan bölgenin de Yunanlılara verilmesini ister! 24.3.1920’de, ABD’nin resmî görüşü olarak Wilson’un bu düşünceleri müttefiklere bildirilir (Avcıoğlu, “Millî Kurtuluş Tarihi”, s. 34, s. 317)!
Mağlubiyetin yarattığı eziklik ve umutsuzluk içindeki aydınlarımızın can simidi olarak sarıldıkları Wilson Prensiplerini, Lenin ve Bolşevikler ABD Başkanı’na iletilen bir nota ile alaya alırlar. Nota özetle şöyledir: “Ne tuhaftır ki, ilkeleriniz arasında İrlanda, Mısır, Hindistan ve hattâ Filipinlerin özgürlüğüyle ilgili hiçbir şey göremedik” (Avcıoğlu, age. s. 302)!
“Milletlerin kaderlerini tayin hakkı” ilkesini savunma iddiasındaki Wilson, bu ilkenin Türklere ve Müslümanlara uygulanmayacağının çarpıcı bir örneğini Filistin’de “Yahudi Yurdu” kurulması konusunda vermiştir. İngiltere Balfour Bildirisi ile (Kasım 1917) bunu tanımıştı. Siyonistlerin baskısıyla Wilson da, 1918 Ağustosunda, kişisel olarak Balfour Bildirisi’ni imzalamış ve böylece Müslüman Filistinlileri yurtlarından kovup, dışarıdan Yahudi göçmen getirmeye dayanan İsrail Devleti’nin temelleri atılmıştır. O tarihte Filistin’de 600 bin Müslüman, 75 bin Hıristiyan ve sadece 65 bin Yahudi yaşamaktaydı (Avcıoğlu, age. s.304, 308)!
Wilson’un Türkiye ve Türkler hakkındaki bu düşüncelerinden habersiz Halide Edip ise, 10 Ağustos 1919 tarihli uzun mektubunda, “Memleketin siyasî vaziyeti en hâd bir devreye geldi. Kendimize bir istikamet tayini için Türk Milletinin zarını atıp, müspet bir vaziyet almak zamanı ise geçmek üzere bulunuyor. (…) Sergüzeşt ve savaş devri geçmiştir, Anadolu’da olup bitenleri dikkat ve sevgiyle izleyen bir Amerika var” diyerek, Kongre maksadıyla Sivas’ta bulunan Mustafa Kemal Paşa’dan, ülkenin selâmeti için Amerikan Mandasını kabul etmesini istemekteydi (Nutuk, s. 133)!
İstiklâl Harbi sonrasında, Mustafa Kemal Paşa ile görüş ayrılığına düşerek yurt dışına giden Halide Edip Adıvar, 1938 yılında, MANDACILAR için bir af kanunu çıkarılması üzerine, Atatürk’ün ölümünden sonra yurda döner. Yıldız Sertel Halide Hanım’la ilk görüşmelerini şöyle anlatır: “Bir gün, annemle beraber Halide Hanım’ı Cağaloğlu’ndaki evinde ziyarete gittik. Hiç unutmam, kapıyı Halide Hanım açtı ve ilk söylediği söz şu oldu: ‘Sabiha, Mustafa Kemal haklıymış!..’ Annemle ikimiz donakalmıştık!”
Atatürk hep haklı çıktı! Nitekim, TÜSİAD’ın 18 Ocak 2018 tarihli Genel Kurulu’nda okunan Yüksek İstişare Konseyi Raporu da Atatürk’ün haklılığını göstermiyor mu?
Albay İsmet Bey de (İsmet İnönü), Sivas Kongresi’nden hemen önce, Erzurum’daki Kâzım Karabekir Paşa’ya 27.08.l9l9 tarihinde yazdığı uzun bir mektupta, Amerikan Mandasını şu sözlerle savunmaktaydı: “Bütün ülkeyi parçalamadan bir Amerikan denetimine bırakmak, yaşayabilmek için yegâne uygun çare gibidir” (Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimiz”, s. 172)!
Çok sayıda asker ve sivil aydın da İngiliz Mandasından yanadır! “İngiliz Muhipleri Cemiyeti” bu amaçla kurulmuştur. Derneğin ön plândaki kişileri arasında, İngiltere Büyükelçiliği Baş tercümanı Ryan, istihbaratçı General Deedes, Rahip Frew, Sultan Vahdettin, Damat Ferit, Ali Kemal, Adil, Mehmet Ali, Hoca Vasfi ve Sait Molla vardır. İngiltere bu dernekle, Anadolu’daki millî direnişi kırmayı ve ağır barış şartlarının kabul edilmesini sağlayacak ortamı hazırlamayı amaçlamaktadır! Zaten Curzon 28 Kasım 1919’da ‘Türkiye için bir İngiliz mandası söz konusu değildir’ direktifini vermişti (Avcıoğlu, “Millî Kurtuluş Tarih”, s. 221)!
İngiltere’ye güvenen Rauf Bey’e göre ise, “İngiltere, çıkarları gereği, Türkiye’nin tam bağımsızlık içinde yaşamasından ve ilerlemesinden yanadır” (Avcıoğlu, age. s. 16)!
“Ya istiklâl ya ölüm” diyerek yola çıkan Atatürk’ün, Mandacılar hakkındaki değerlendirmesi ise şudur: “Ahmaklar, memleketi Amerikan Mandasına, İngiliz Koruyuculuğuna bırakmakla kurtulacak sanıyorlar. Kendi rahatlarını sağlamak için bütün bir vatanı ve tarih boyunca devam eden Türk bağımsızlığını feda ediyorlar. Bu ne gaflet, ne körlük ve hattâ ne budalalık! İstanbul’un yüce kişileri de bu fikirde. İçlerinden biri çıkıp da, ‘Ya İstiklâl ya ölüm’ diyemiyor” (Doğan Avcıoğlu, age. s. 265)!
İSTİKLÂL HARBİ VE SONRASINDA RUSYA İLE İLİŞKİLER:
Atatürk’ün Batı Cephesi Komutanlığına atadığı yakın arkadaşı General Ali Fuat Cebesoy, Gediz savaşı yenilgisindeki sorumluluğu nedeniyle bu görevden alınır ve 21 Kasım 1920’de Moskova Büyükelçiliğine tayin olunur. Ne gariptir ki, Ali Fuat Paşa burada, İngilizleri Anadolu’daki hükümetle işbirliğine razı etmek için temaslar kurar! Yani Moskova dışlanacak ve bizi yutmakta kararlı İngiltere ile birlikte olacağız! İşte Tanzimatçılık böyle bir şey! Fakat Mustafa Kemal Paşa, Moskova ile birlikte olmanın önemini kavramıştır ve bu birlikteliğin gelişmesinde kararlıdır. Nitekim, kısa bir zaman sonra Sovyetler Birliği de, 19 Şubat 1921 tarihinde Ankara’ya çok önemli bir ismi, Kızılordu Generali Aralov’u Büyükelçi olarak gönderecek; 16 Mart’ta da, Sovyet Rusya ile Moskova Antlaşması imzalanacaktır.
Lenin, Ankara’ya gönderdiği ilk Büyükelçi olan Aralov’a Mustafa Kemal Paşa için şunları söyler: “O, işgalcilere karşı Kurtuluş Savaşı yapıyor. Emperyalistlerin gururunu kıracağına, Padişahı da yardakçılarıyla birlikte silip süpüreceğine inanıyorum” (Aralov, “Bir Sovyet Diplomatı’nın Anıları”, s. 29)!
Aralov Atatürk’ten çok etkilenir ve aralarında bir dostluk gelişir. Aralov’a “Rusların yardımını Türkler unutmaz” diyen Atatürk, Kur’an’daki Tarık suresini okuyarak şöyle açıklar: “Bugün sadece Türkler için değil, Araplar için de sabah yıldızı Moskova olmuştur!”
Türkiye için Sovyet desteği hayatî bir öneme sahiptir. Sovyetlerle ilişkilerin gelişmesi konusunda Falih Rıfkı Atay da şu bilgiyi vermektedir:
“Başlıca ihtilâlcilerden General Frunze bu yıl Ankara’ya geldi. Bu gelişin eski deyimi ile bir keşif olduğuna şüphe yoktu. Mustafa Kemal, Moskova için de bilmece idi. Bu ziyaretin hikâyesini sonradan dinlemiştim. Mustafa Kemal Frunze’yi, kendisine ve davasına ısındırmak için pek sıcak davranmıştır. General Frunze Türkiye’den döndükten sonra Tiflis’teki gazetecilere şunları söylemişti ‘Ankara bizi düşmanca değil, fakat ihtiyatlı kabul etti. Türkiye tarafından bize bir saldırı tehlikesi yok. Daha ileri giderek derim ki, hiçbir Türk Hükümeti Türk Milletini böyle bir saldırıya sürükleyemez. Ankara’da müstebit bir hükümet yoktur. Demokrasiye doğru gitmek istidadında bir hükümet var.’ Frunze, daha sonra, dostlarına hitap ederek diyor ki, ‘Ankara’yı kaybetseniz, istediğiniz kadar çekiliniz, arkanızı Rusya’ya dayayınız ve harbe devam ediniz’” (“Çankaya”, s. 302).
Bunun yanında, Kafkasya’daki Kızılordu kumandanı, 20 Temmuz 1921 tarihinde Kâzım Karabekir’e, “Ordusunun yardımını milliyetçilere sunmaya hazır olduğunu” bildirir. Millet Meclisi gizli oturumunda Mustafa Kemal Paşa, Kâzım Karabekir Paşa’ya bir talimat yollayarak bu yardıma teşekkür edildiğini, şimdilik ihtiyaç olmadığını bildirerek, bu isteği kibarca reddeder (Bilâl Şimşir, “Sakarya’dan İzmir’e”, s. 139). ./…
Rusya’da olmasına rağmen, Meclis’te bir hayli taraftarı olan ve Atatürk’ün yerine geçmek hesapları içindeki Enver Paşa önemli bir sorundu. Sakarya Savaşları öncesinde Enver Paşa, ‘Anadolu’ya girmek için, Rusların ilkbaharda kendisine kuvvet verip vermeyeceğini anlamasını’ Halil Paşa’ya yazar. Rus yetkilisi Karahan “Bu, Anadolu’da ikiliğe sebep olacak ve ancak İngilizleri sevindirecektir” diyerek Enver Paşa’nın emrine kuvvet vermeği reddeder (“Çankaya”, s. 255)!

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678