Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

BATI’YLA İTTİFAK BİZE HEP KAYBETTİRDİ (3)

Sultan Abdülhamid, Veliahdlık döneminde her ne kadar İngiltere’ye yakın durmuşsa da, bu bir politika kurnazlığıydı. Aslında, İngiltere’ye hiçbir zaman güvenmemişti. Nitekim, İngiltere, kendi çıkarlarını garantiye almak için, 1880 yılında Osmanlı’ya çok ağır bir nota vererek, Berlin Antlaşmasında öngörülen Ermeni reformuna derhal başlanmasını isteyince, Sultan Abdülhamid, Rus dostluğunu aramaya yönelecektir.
Bu konuda Doğan Avcıoğlu şu bilgileri veriyor: “İngiltere dostluğu ile işe başlayan Abdülhamid, Kıbrıs ve Mısır’ı yutan İngiltere’nin Rusya’ya karşı, Türkiye’yi korumak şöyle dursun, Ermeni özerkliği, Bulgar genişlemesi ve Arabistan’ı ele geçirme hazırlıklarına başlama olayları dolayısıyla Türkiye’yi parçalama yolunda olduğunu anlamıştı. Bu bakımdan, Şair Eşref’in deyimi ile, ‘Mısır’ın elde koçanının kalışı’ olayının yanı sıra, Bulgaristan olayı çarpıcı bir örnektir. Bulgaristan Rusya’nın çabaları ile özerklik kazanır. Fakat 1884’te, İngiltere yeşil ışık yaktığından, Rusya ve Türkiye’nin karşı çıkmasına rağmen, Doğu Rumeli’yi işgal eder; Osmanlı vâlisini yakalayıp hapseder ve Doğu Rumeli’nin Bulgaristan ile birleştiğini ilân eder. 1887’de, Osmanlı’nın onay alınmadan Avusturya ordusu subaylarından Ferdinand, Bulgar Prensi seçilir. Avusturya, İtalya ve İngiltere, Türkiye ve Rusya’nın bu oldu-bittilere karşı çıkmasından, hattâ Rusya’ya haklarını terk etmesinden kuşkuludurlar. Buna karşı, aralarında ‘Doğu Üç Taraflı İttifakı’ adı verilen bir anlaşma imzalarlar.” Bu anlaşmanın 5. maddesi ilginçtir. Buna göre, “Türkiye, Bulgaristan’daki egemenlik haklarını başka bir devlete ne terk edebilir, ne de ona bu yolla vekâlet verebilir. Anlaşmalarla Boğazların bekçiliğiyle görevlendirilmiş olan Türkiye, Küçük Asya’daki egemenlik haklarından hiçbir kısmını başka bir devlete terk edemez ya da bu yolda ona vekâlet veremez” (Avcıoğlu, “Millî Kurtuluş Tarihi”, s. 1078).
İngiltere’nin Osmanlı’ya karşı olan politikası 19. yüzyılın sonlarına doğru değişmiştir. Doğan Avcıoğlu’nun belirttiğine göre, bunda Rusya’nın izlediği politikanın payı büyüktür. Çarlık Rusya’sı, 1890’lardan itibaren Boğazlar, Balkanlar ve Ermenistan ile uğraşmayı bırakarak Sibirya’ya yönelmiştir. Artık Rusya, ne Ermenileri ve ne de Makedonya’da Sırp, Bulgar ve Rum çetelerini Türkiye’ye karşı kışkırtır. Tam aksine, statükoyu bozucu her eyleme karşı çıkar. Bu sayede Osmanlı İmparatorluğu, Balkan Harbi’ne kadar Rus baskısından kurtulur. O kadar ki, Hikmet Bayur’un yazdığına göre, ‘İttihat ve Terakki, Abdülhamid’i Çar’ın bir çeşit adamı’ saymaktadır (Avcıoğlu, age. s 39)!
Bu Osmanlı-Rus yakınlaşması İngiltere’yi ürkütür. İşte İngiltere, İtalya ve Avusturya arasında imzalanan ‘Doğu Üç Taraflı İttifakı’ bu telâşın eseridir. İngiltere, ‘Türkiye’yi Türkiye’ye rağmen korumak’ amacı güden bu anlaşma için Türkiye’nin işbirliğini ister! Eğer, Türkiye işbirliği yapmaz ve oldu-bittileri düzeltmek isterse, bunu gayrimeşrû sayan antlaşmanın sekizinci maddesinin yaptırımı hazırdır:
“Eğer, Bâbıâli’nin hareketleri, yukarıdaki gayrimeşrû girişimlerle bir ortaklık ve onlara uygunluk niteliğini kazanırsa, Üç devlet, Osmanlı topraklarından uygun görecekleri yerleri geçici olarak işgal edeceklerdir!”
Doğan Avcıoğlu’nun belirttiğine göre, “Daha ilginç olan ise, İngiliz belgelerinde, ‘İngiliz’den daha İngilizci’ diye nitelenen Sadrazam Kâmil Paşa’nın bu antlaşmayı sevinçle karşılaması ve bu üç devletin ‘Türkiye’yi Türkiye’ye rağmen korumak’ kararlılığını kendisinin başarısı saymasıdır”(Avcıoğlu, age. s.1079)!
Bunlar, iyi bilinmesi gereken, tarihimizden ibretlik örneklerdir.
Kâmil Paşa, Saraya gönderdiği bir raporda, “İşbu devletler topluluğunun ittifak dairesine girebilmek için onlara yaklaşmak gerekir” der. Sadrazamının bu girişimini, Rusya’ya karşı kışkırtıcılık sayan ve tehlikeli bulan Abdülhamid, Kâmil Paşa’ya ve aynı zamanda, günümüzün dış politikasını belirleyenlere önemli bir ders niteliğinde olan şu direktifi verir: “Belirtmeye gerek olmadığı üzere, Rusya Devleti, Osmanlı Devleti ile komşu olup, istediği zaman çok sayıda asker göndererek, tâ Musul ve Bağdat’a kadar Anadolu illerini işgal eylemesi kendisince mümkün olduğu ve gerçi Bulgaristan’da Rusya’ya karşıt bir parti var ise de, halkın büyük çoğunluğu Rusya’ya dönük ve eğilimli olduğu gibi, Karadağ halkı dahi büsbütün kendisine bağlı ve tutkun ve Sırbistan ile Romanya halklarının bir kısmı bile Rusya’ya yatkın bulunduğundan, Rusya Devleti aslâ gücendirilmeyip, kendisiyle iyi geçinebilmek önemli ve gereklidir. Sorunun başından beri Osmanlı Devletince izlenen doktrin, bu ilkeye dayanmaktadır” (Doğan Avcıoğlu, “Millî Kurtuluş Tarihi”, s. 1079).
Doğan Avcıoğlu’nun belirttiğine göre, Abdülhamid’in bu tavrı üzerine, İngiliz yöneticileri küplere binerler; Abdülhamid’e ‘Kızıl Sultan’ adını takarlar!
Yine, Avcıoğlu’nun belirttiğine göre, 1896 yılı Ekim ayında, Çar İngiltere’de iken, Başbakan Lord Salisbury, Boğazlar’ı Rusya’ya önerir, Çar ‘hayır’ der. Salisbury Çar’ı, Abdülhamid’in tahttan indirilmesine ikna etmek ister; fakat Çar, otokrat ve dost bir hükümdara karşı yapılacak bir baskıya katılmayacağını bildirir (Avcıoğlu, age. s. 41).
Ne var ki, Atatürk’ten sonra, ‘Rusya’nın sıcak denizlere inmek amacı nedeniyle Boğazlar’da gözü olduğu’ sık sık ‘hatırlatarak’, Rusya düşmanlığı canlı tutulmuştur! Günümüzde bile, Rusya ile yakınlaşmamızdan endişe eden Batı Lobisi, ‘Rusların Akdeniz’e inmek’ amaçlarını hatırlatmaktan geri durmamaktadırlar! Amaçları elbetteki, okları Rusya’ya yönelterek Amerika’nın ülkemizdeki etkinliğinin tartışılmasını önlemektir! Sultan Abdülhamid’e göre, “Büyük devletler arasında en fazla çekinilmesi icap eden İngilizlerdir. Çünkü onlarca, söz vermenin hiçbir kıymeti yoktur” (N. Uğurlu, age. s. 286)!
Kırım Harbi’ne girmemiz de, Batı’nın bir oyunu ile olmuştu. Bu konuda, Prof. Niyazi Berkes şu değerlendirmeyi yapmaktadır: “Osmanlı’yı borç tuzağına düşüren 1854 Kırım Harbi’ne de, İngiltere ve Fransa’nın baskılarıyla girilmişti. Fransa daha III. Selim zamanında, onun hayâlperest Fransız dostluğunu istismar ederek, Osmanlı’yı Rusya’ya karşı savaşa tahrik etmişti” (Niyazi Berkes, “Türkiye’de Çağdaşlaşma”, s. 120, 124).
Kırım Harbi’nin bir diğer önemli sonucu da, Osmanlı’nın bu harbin masraflarını karşılayabilmek için ilk dış borcu almasıdır. Düyûn-i Umumiye’ye giden yol böyle açılmıştır!
Sultan Abdülhamid’in, Rusya ile dostluğu samimiyetle arzuladığı şu sözlerinden de anlaşılıyor: “Çar’ın imparatorluğu ile, bizim imparatorluğumuz arasında, hem bütünü itibariyle, hem de ayrı ayrı bakıldığında pek çok benzerlik vardır. Halkın karakteri de birbirini çok andırır. Bütün bu sebeplerle birbiriyle can düşmanı olacaklarına bu iki devlet pekâlâ dost da olabilirlerdi” (Nurer Uğurlu, age. s. 320).
Abdülhamid’in bu gerçekçi politikasını, kendine güvenen bir millî devlet çerçevesinde, en onurlu ve başarılı biçimde, 1939’da bundan vazgeçilinceye kadar Atatürk uygulayacaktır!
Bugün Rusya’ya ait olan topraklarda. tarih boyunca birçok Türk Devleti kurulmuştur. Günümüzde de yine Rusya Federasyonu’nda milyonlarca soydaşımız yaşamaktadır. Tunuslu gezgin İbni Batuta, Odesa’dan Volga’ya kadar Türkçe konuşulduğunu yazar.
“Rus’un derisini kazı, altından Türk çıkar” sözünü hatırlatırız (Fahri Belen, “Tarih Işığında Devrimlerimiz”, Cilt III. s. 50, 61)! Nitekim, Napolyon’u yenen Rus ordusunun iki komutanı Kuduzov ve Muradov da Türk asıllıydılar! Atatürk’ten sonra, bize bu kadar yakın olan bir milleti düşman belleyerek, postumuzu yüzmekte kararlı olan İngiltere ve Amerika’yla dost olduk! Bunu sorgulamak gerekmez mi?
NOT: Cumhurbaşkanımız Tillerson’la 3 saat 15 dakika görüştü. ‘Stratejik Ortaklığımız’ vurgulandı! Bizi parçalamakta kararlı bir ‘Stratejik Ortak!’
Tillerson’a ‘Soğuk Duş’ yaşatan minicik Lübnan’a imreniyoruz!
Amerika Suriye’yi bölmeye çalışıyor. İktidar, Esat düşmanlığı ile ABD’ye yardımcı olduğumuzun farkında değil mi?
‘Esat PYD ile anlaştı’ iddialarına ateş püskürüyoruz. Peki biz niçin Esat’la anlaşmıyoruz? Bunun, Amerika’yı ve PKK/PYD’yi saf dışı edeceğini nasıl göremiyoruz?
Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov da, ‘Suriye ile doğrudan görüşün’ diyerek bize bu gerçeği hatırlatıyor.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678