Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

AMERİKAN HEGEMONYASI YIKILIYOR!

Başkan Trump’ın İsrail’deki Amerikan Büyükelçiliğini Kudüs’e taşıması kararının açıklanmasından sonra, gerçekten de baş döndürücü gelişmeler yaşadık.
İstanbul’da toplanan İslâm İşbirliği Teşkilâtı’nın (İİT), Türkiye’nin çabaları ile yayınladığı bildirinin, Amerika’ya ve İsrail’e meydan okumaktan bir farkı yoktu. Bu bildiri ile, Doğu Kudüs’ün Filistin’in Başkenti olduğu bir kez daha tüm dünyaya ilân edildi. Bu toplantıya, sayın Cumhurbaşkanın bizzat davet ettiği Venezuela Devlet Başkanı sayın Maduro’nun katılması ve yaptığı sert konuşma, toplantının daha o zaman, Amerikan Emperyalizmine karşı bir duruşa dönüşeceğinin de işaretiydi.
Kudüs hakkındaki kararın görüşüldüğü Güvenlik Konseyi’nde Amerika 1’e karşı 14 oyla kaybetti! BM yasası gereğince, bu karar, bu defa Genel Kurul’da görüşüldü. Amerika bu defa 9’a karşı 128 oyla bir kez daha kaybetti!
Başkan Trump’ın yaptığı çok kaba tehditlere rağmen, 193 devletin 172’si oylamaya katıldılar ve sadece 35 üye çekimser oy kullandı!
Bu arada, Amerika ve İsrail ile çok yakın işbirliği içinde olan Suudî Arabistan, Körfez ülkeleri ve Mısır’ın bile, kendi ülkelerinin halklarının tepkisinden korkarak, tasarı lehinde oy verdiklerini hatırlatalım!
Bu da bize, Arap ülkelerindeki işbirlikçi yönetimlere bakarak, Arap halklarının Türk Düşmanı olduğu düşüncesinin yanlışlığını göstermiş olmalıdır.
Bu oylamanın çok önemli ve çok değerli bir sonucu da, ‘Amerika ‘Kaybetmez’ efsanesinin yıkılmasıdır. Amerika üst üste iki defa kaybetti!
Sadece bu kadar mı? Amerika Irak’ta da kaybetti; Suriye’de de kaybedecek! Irak Devleti yakında eski gücüne kavuşacak; Suriye de PYD belâsından kurtulacak ve Amerika’nın bölgemizdeki bütün kaos senaryoları çökecek! Yeter ki, bölge devletlerinin bu işbirliği sürdürülebilsin!
Bu sütunlarda, ilki 1 Aralık tarihinde olmak üzere, “Amerika Kaybediyor” başlığı altında üç yazı yazmış; bu başlığımızın hiç de abartılı olmadığını söylemiştik! Görüldüğü gibi, Amerika kaybetmeye başlamıştır ve bu devam edecektir.
Kendisini, 1945’ten bu yana dünyaya, ‘Hürriyet Savaşçısı, Hürriyetlerin Koruyucusu’ olarak kabul ettirmeyi ve Sovyetleri ‘Dünya Barışı İçin En Büyük Tehdit’ olarak göstermeyi başaran Amerika’nın bütün makyajı dökülmüş ve ‘Haydut Devlet’ niteliği bütün çıplaklığıyla meydana çıkmış; Dünya için en büyük tehdidin Amerika olduğu artık anlaşılmıştır. Bu nedenle, Amerika’nın Dünya Hâkimiyetini sürdürmek için kullandığı Psikolojik Harp taktikleri, baskı ve tehditler artık etkili olamayacaktır.
Doğrusunu söylemek gerekirse, II. Dünya Harbi’nden sonra başlayan bu hâkimiyetin bu kadar uzun sürmesi aklın alacağı şey değildir. Düşününüz ki, Amerika bu harpte Sovyetler Birliği ile müttefikti! O zamanlar Amerikalıların Ruslara düşmanca bir bakışları yoktu! Türk heyeti 1945 yılında San Fransisco’ya gittiği zaman Sovyet tehdidine dikkat çekmeye çalışmıştı. Ancak onlarda o sıralar, ‘Rusların kahramanca savaşması çocuklarımızın hayatını kurtardı’ anlayışı hâkimdi! Fakat, İkinci Dünya Harbi’nden en kazançlı ülke olarak çıkan Birleşik Devletlerin savaş harcamaları 300 milyar doların üzerindeydi. Bu korkunç bir miktardı ve Amerikan iş çevrelerinde, savaş bitince Amerikan ekonomisinin bir durgunluğa girebileceği endişesi hâkimdi. Savaşa yönelik üretimin ekonomideki ağırlığı oldukça yüksekti. Silâh üretimi sürmeliydi! Bunun için de yeni gerginlikler gerekliydi; Amerikan iş çevrelerinin bir düşmana ihtiyaçları vardı!
Harry Solomon Truman Başkanlığa seçilince, ‘Rus Tehlikesi Var’ sloganıyla 12 Mart 1947’de, ünlü Truman Doktrinini Kongre’ye kabul ettirmeyi başardı. ABD, bir yandan kendine gerekli olan bir düşmana sahip olmuştu, diğer yandan da bu ‘düşmandan’, tüm ‘Hür Dünya’yı korumak maskesiyle, müthiş bir hegemonya kurmuştu!
Ülkemiz dahil, bütün dünyada öyle bir propaganda makinesi çalıştırılmıştı ki, bu ‘Hür Dünya’ masalına şuûru açık pek az insan dışında herkes inandı!
Gerçekten de tuhaf bir durum! Düşününüz ki, daha iki sene önce ABD’nin müttefiki olan Rusya, bir anda ABD’nin düşmanı hâline geliyor! Hâlbuki, Rusya harp yorgunu! 20 milyonun üzerinde vatandaşını kaybetmiş! Elinde nükleer silâh yok! Nerde kaldı ki, Batı için tehdit olsun!
Her şey bir senaryo!
Prof. Mehmet Gönlübol, ‘Hür Dünya’ konusunda şu çok çarpıcı değerlendirmeyi yapmış: “Genellikle Batı devletlerinin, özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nin ‘Batı Dünyası’, ‘Hür Dünya’, ‘Demokratik Dünya’ gibi propaganda klişeleriyle savunmak istedikleri statükonun gerçek niteliği nedir? Bu devletlerin İran’da (İran Devrimi öncesindeki İran), Suudî Arabistan’da, Yemen’de, Güney Vietnam’da (ABD vesayetindeki eski Güney Vietnam) ve dünyanın daha birçok yerlerinde savundukları tahakküm yönetimlerinin, aslında Komünist ülkelerdeki yönetimlerden daha özgür oldukları söylenebilir mi” (Doğan Avcıoğlu, “Millî Kurtuluş Tarihi”, s. 1700)?
Truman’a göre ise, bu milletler özgür değildi ve onları mutlaka özgürleştirmek gerekiyordu! Bu milletleri Tanrı emrine uygun olarak özgürlüğe kavuşturmanın yegâne yolu, onlara refah sağlamaktı. Refah ise ancak özgür liberal ekonomi ile olabilirdi!!!
Amerikalı yazar William Blum, Amerika’nın kurduğu bu tezgâhı şu sözlerle tanımlıyor: “Herhangi bir yabancı ülkenin insanları, kurtarılmaya ihtiyaçları olduğunu fark edemeyecek kadar cehaletin karanlığına batar, ya da kurtarma isteğinin altında yatan Amerikan güdülerinin asaletini takdir etmeyi başaramazlarsa, onlara komünizmin cehenneminde yanacakları uyarısı yapılır. Ya da CIA her zaman yaptığı işi yapar. Her şeye rağmen, her durumda kurtarılırlar” (Haydut Devlet, s.14)!
ABD’nin yarattığı bu ‘Kızıl Tehlike’ umacısı hakkında, ünlü ABD’li General McArthur’un, 1957 yılında yaptığı bir değerlendirme de oldukça aydınlatıcı: “Hükümetimiz, çok ciddî ulusal âcil durum çığlıklarıyla bizi hiç bitmeyen bir korku durumunda tuttu; bizi sürekli bir yurtseverlik aşkıyla heyecan içinde bıraktı. Daima korkunç bir kötülük vardı. Eğer talep edilen büyük fonları temin ederek ve gözümüzü kapatıp arkalarından yürümezsek bizi yutacak olan bir kötülük. Ancak geçmişe baktığımızda, bu felâketlerin hiç gerçekleşmediği görülüyor; bunların pek gerçek olmadığı anlaşılıyor (Haydut Devlet, s. 36)!
Fakat bunun ne önemi vardı ki, Amerika; Marshall Plânı, NATO ve NATO’nun derin yapılanması Gladyo ile kurduğu hâkimiyetle, bizim de aralarında bulunduğumuz Hür Dünya’yı kontrol altına almıştı bir kere! Rahmetli Menderes, ülkemizdeki bu kontrolü Rusya ile dengelemeye kalktığında, bunu hayatı ile ödeyecektir.
Evet, 27 Mayıs Darbesi olmasaydı, Menderes Temmuz 1960’da Moskova’ya giderek büyük bir Ticaret Antlaşması imzalayacaktı!
Amerika ülkemizde, 1945’ten 2010’lu yıllara kadar etkili olmuş; zaman zaman iktidarları bile belirleyebilmiştir.
Bugün de, Amerika’ya yaklaşarak iktidar olabileceklerini zannedenler var! Fakat artık o devirler geride kalmıştır.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678