Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, gözaltına alının emniyet mensupları için, ‘nadim olduklarını bile söylemiyorlar’ ifadesini kullandı! Yani, sahur vaktinde evleri basılıp, ellerine kelepçe takılan ve günlerce sorgulanan emniyet mensupları, nadim olduklarını söylemiş olsalardı bu operasyon yapılmayacak mıydı? Eğer böyle ise, biz de, “Bu nasıl Hukuk Devleti; bu nasıl bir Demokrasi anlayışı?” diye sormak durumundayız. Demek ki, bu ülkede demokrasinin, hukuk devletinin sadece ismi var! Demek ki, Hukuk Devleti, Demokrasi nutukları, birileri için sadece iktidara gelmek ve iktidarı sürdürmek için bir araçtan başka bir şey değilmiş! Hukuk Devletine bağlılık konusunda İktidar da, Cemaat de sınıfta kalmıştır! Başbakanın, Cemaatle yollar ayrıldıktan sonra, ‘ORDUYA KUMPAS KURMUŞLAR’ diye suçladığı, Türk Ordusunu çökertme operasyonunun, ‘iyi günlerinde’ birlikte tezgâhlandığı da meydana çıkmıştır!
Emniyet Güçlerimiz Ergenekon, BALYOZ ve diğer siyasî davalarda, komutanları ve bu ülkenin aydınlarını, Hukuk Devleti’ne yakışmayan bir tarzda gözaltına almışlardı. Şimdi, kendi meslekdaşları tarafından onlar da aynı muameleye tâbi tutulmaktalar! Bu ülkenin vatansever aydınları o zaman, Hukuk Devleti ayaklar altına alınarak, Komutanlarımızın ve aydınlarımızın bir takım hayalî iddialarla, sahte delililerle gözaltına alınmalarına isyan etmişlerdi; şimdi de ediyorlar. Çünkü, Hukuk Devleti’ne ve İnsan Haklarına inananlar başka türlü davranamazlar! Hele, ‘Dindar’ olduklarını söyleyenlerin, bu bakımdan örnek olmaları beklenirdi. Çünkü İslâmiyet’in özü adalettir! Hâlbuki, bu operasyonların ve yargılamaların her aşamasında adaletin katledildiğine şahit olmuştuk! Ayrıca dün, komutanlar ve aydınlar en kaba yöntemlerle evlerinden alındıklarında, o polisleri, âdeta kahraman olarak yücelten yandaş basının, şimdi aynı polisleri yerden yere vurmaları da acı bir ibret tablosudur.
Emniyet Güçlerine karşı yürütülen bu operasyonların asıl sebebi, 17 ve 25 Aralık operasyonlarıdır. 4 Bakanın istifa etmelerinin sebebi de, bu operasyonlar sayesinde kamuoyunun haberdar olabildiği, son derece ciddî ve yüz kızartıcı yolsuzluk iddialarıdır. 17 ve 25 Aralık operasyonlarını yapan polisler ve savcılar görevden alındılar fakat yolsuzluk iddiaları hâlâ açıklığa kavuşmuş değil! Sözde, bu iddiaların araştırılması için bir Meclis Araştırma Komisyonu kuruldu ancak, bu komisyonunun muhalefete mensup üyelerine, 4 Bakana ait savcılık fezlekeleri incelettirilmiyor! Yani, demek oluyor ki, komisyonun muhalefete mensup üyeleri, Bakanlar hakkındaki iddiaları ve delilleri bilmeden görüş bildirmek durumunda kalacaklar ki, bu da bir başka garabettir.
İçinde bulunduğumuz vahim durumu değerlendiren sayın Saadettin Tantan, “Devlet yeniden yapılandırılmalı” demiş ki, yerden göğe haklıdır. Sayın Tantan, açıklamasında şu önemli tespitleri yapmış: “AKP iktidarı döneminde devletin temel altyapıları yok edilmiştir. Bir taraftan ‘Okyanus Ötesi’nden yönetilen Cemaatin nasıl güçlendirildiği, bir taraftan terör örgütü PKK’nın nasıl siyasallaştırıldığı, gözlerimizin önünde bir filim gibi akmıştır. Devletimizin temel alt yapılarının Türk Milleti’ne ait olmadığı artık nettir. Eğer bu altyapılar gerçekten olsaydı, bugün ne Tayyip Erdoğan Başbakan olabilirdi, ne de Cemaat denilen yapı ABD’den böyle yönetilebilirdi. Cemaatin bu şekilde güçlenmesinin sebebi bu iktidar! Bugün irili ufaklı vakıf, dernek, sivil toplum örgütünün kimler tarafından kullanıldığını artık görmemiz gerekiyor. Toplum ayrıştırılarak, millet olmak vasfı ortadan kaldırılmaya çalışılıyor!”
Sayın Tantan, ülkedeki en büyük 500 şirketin bilânçosuna bakıldığında, bunların borç içinde olduklarına da dikkat çekiyor! Evet, Malî ve Ekonomik alt yapımız yok edilmiş bir durumdadır! Cumhuriyetin onca fedakârlıkla yarattığı işletmeler, özelleştirme tezgâhı ile yabancılara satılmıştır. Bugün, ülkemizdeki bankaların yüzde 60’dan fazlası yabancıların kontrolündedir. Hiçbir bağımsız ülke böyle bir şeye izin vermez; veremez. Nitekim, Almanya’da bu oran sadece yüzde 11, Fransa’da ise yüzde 19 dolaylarındadır! KOBİ’ler söz konusu olduğunda, kredi vermekte nazlanan yabancı bankaların, vatandaşa bireysel kredi vermekte bu kadar cömert davranması üzerinde düşünmek gerekmez mi? Yabancı bankalar vatandaşın borçlanmasını teşvik ediyor; hükümet ise seyrediyor!
Milletimiz bu son on yılda yaşananları çok iyi değerlendirilmelidir. Bu operasyonlar sebebiyle, Ordumuz büyük bir güç ve itibar kaybına uğratılmıştır. Yargı Mekanizması ve Emniyet Güçlerimiz büyük yara almıştır. Bu kurumlara ve hattâ Devlet Kurumuna vatandaşın güveni kaybolmuştur. Bu şartlarda Cumhurbaşkanlığı seçimlerine gidiyoruz. Son derece antidemokratik, adaletsiz bir seçim süreci yaşanıyor. 29 Mart Yerel Yönetim Seçimlerinde Belediye Başkanlıklarına aday olan Bakanlar görevlerinden istifa ettikleri hâlde, Cumhurbaşkanlığına aday olan Başbakan görevinden istifa etmiyor ve Cumhurbaşkanı adayı olarak devletin bütün imkânlarını kullanıyor! Gelin görün ki, diğer adaylar ancak vatandaşların verecek oldukları 9.000 TL tutarındaki bağışlara mahkûmdur ki, o bağışlar da, kanun gereği ancak seçimlere bir ay kala yapılmaya başlanmıştır!
Başbakan açıkça, Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde, önceki Cumhurbaşkanlarından farklı bir yönetim anlayışı içinde olacağını söylüyor. Yani, aslında ‘Tek Adam’ yönetimini tarif ediyor. I. Cihan Harbi’nde müttefikimiz olan Almanlar, Türkiye’ye, ‘ENVERLAND’, yani ‘Enver’in Ülkesi’ derlerdi. Sebebi, Enver Paşa’nın kurduğu Tek Adam yönetimiydi. Enver Paşa’nın hataları, koca bir İmparatorluğu kaybetmemize sebep oldu! Eğer Başbakan Cumhurbaşkanı seçilirse, tarihin tekerrür etmesinden korkarız.
Bir de, şu’ ‘Kimlik Meselesi’ var! Başbakanın, “30 yaşında bu ülkeye geldi, biz burada doğduk, buranın evlâdıyız” diyerek suçladığı sayın Ekmelettin İhsanoğlu, “Benim anam da Türk, babam da Türk; ben Türk oğlu Türküm” diyor! Sayın Selahattin Demirtaş Kürt olduğunu söylüyor. Kamuoyu şimdi merakla, sayın Başbakanı bekliyor!
Muhalefet partileri ilk defa, ülkenin içinde bulunduğu vahim şartları iyi değerlendirerek, ortak bir aday çıkarmak konusunda anlaşmayı başardılar. Bu uzlaşma iktidar partisini korkutsa da, ülkemiz için büyük bir kazançtır. Çünkü, siyasî tarihimizde bu kadar kapsamlı bir uzlaşmanın başka bir örneği yoktur. Fakat öyle anlaşılıyor ki, bir kısım CHP seçmeni ve bazı sol kesimler, seçildiği takdirde, Çankaya Köşkü’nde önemli bir denge unsuru ve rejimin güvencesi olabilecek bir isim olan sayın Ekmelettin İhsanoğlu’na, her nedense bir türlü ısınamadılar. Bunlardan bir kesimin, sandığa bile gitmeyeceği iddia ediliyor! Hele, eğer Başbakanın iğvasına kapılarak, Milliyetçi Camia’dan da bu kervana katılanlar olursa, gerçekten çok yazık olur. Özellikle Milliyetçi Camia’ya hatırlatmak isteriz ki, bu iktidarın, Türk Milleti’ne mensubiyetle iftihar etmeyi bırakın bir kenara; asıl meselesi Türklüktür! Büyük Millet Meclis’nde, Kerkük ve Telafer’de, Türkmenlere yapılan IŞİD zulmünü dile getirmek isteyen MHP milletvekili sayın Sinan Ogan’a, AKP Grup Başkanvekili’nin, “IRKÇILIK YAPMA!’ diye nasıl saldırdığını hatırlatmak isteriz! Dünyanın başka hiçbir ülkesinde, o devletin esas kurucu unsurunun bu şekilde aşağılandığının başka bir örneği yoktur.
Bu seçimlerde sadece Cumhurbaşkanı seçmeyeceğiz; aynı zamanda bugüne kadarki AYRIMCI, BÖLÜCÜ, HUKUK DEVLETİ’ni ve TÜRK MİLLETİ KİMLİĞİNİ tahrip eden politikalara ‘Evet’ ya da ‘Hayır’ diyeceğiz!
Ülkemiz için gerçekten son derece hayatî önem taşıyan bu seçimde, bir tercih yapmadan önce, ‘Öcalán ve Kandil acaba kimi Cumhurbaşkanı olarak görmek ister’ diye düşünmek gerekir. Biz, Barzani’nin açıkça ‘Erdoğan’ dediğini hatırlatalım!
Kur’an’ı Kerim, Fatır Suresi 19’da, “Hiç Körle Gören Bir Olur mu?”diyor!
Yüce Allah bizi körlerden yapmasın! İnşallah gözlerimizdeki perde kalkar da gerçekleri görürüz.
YORUMLAR