Suriye’de 60 ülkeden 40 binin üzerinde İslâmcı militanın savaştığı sanılıyormuş!
Peki, Suriye Müslüman bir ülke değil mi? Suriye’nin çökertilmesinin Batı emperyalizminin menfûr bir plânı olduğu ap açık meydanda iken, Suriye Devleti’ne karşı cihat etmenin anlamı nedir? Şu işe bakın ki, Orta Doğu’nun, emperyalist devletler karşısında en dik duruş sergileyen ülkesi olan, Filistin’i yıllardır kararlı bir şekilde desteklediği bilinen, İsrail’in baş düşmanı Suriye İslâmcıların hedefi! Bu nasıl Müslümanlık? Bu insanları nasıl kandırıyorlar da ‘Cihat’ görüntüsü altında emperyalizmin işbirlikçiliğine soyunduruyorlar? Geçen hafta sayın Saadettin Tantan’ı Uğur Dündar’ın Halk TV’deki programında dinledik. O da, bu sözde İslâmî örgütlerin arkasında Batı’nın olduğunu vurgulamıştı. Beyinleri yıkanarak İslâmcı örgütlere katılan Müslüman gençler, Batı emperyalizminin ve İsrail’in çıkarlarına hizmet ettiklerinin farkında bile değiller!
Bu çarpıklığı İstiklâl Harbi sırasında biz de yaşamıştık. İngiliz emperyalizmi ile işbirliği içinde bulunan İstanbul Hükümeti, Anadolu’da Millî Mücadele veren Kuvayı Milliyecileri ezmek için üzerlerine, Anzavur komutasındaki Halife Ordusu’nu sürmüş; Anadolu’da isyanlar çıkartmış bunun için yüce dinimizi de kullanmaktan çekinmemişti. 5 Nisan 1920 tarihli, Şeyhülislâm Dürrizade Abdullah Efendi’nin imzasını taşıyan, “Kuvayı Milliyecilerin eşkıya ve din düşmanı oldukları yalanları ile, bunların kitle hâlinde öldürülmelerinin farz olduğuna” cevaz veren ve Padişah Vahdettin’in bir Hattı Hümayun ile onayladığı bir fetva bunun hazin bir örneğidir. Bu fetvanın Anadolu’da dağıtılmasında, İngiliz ve Yunan uçakları, İngiliz torpidoları, İngiliz Muhipleri Derneği, Hürriyet ve İtilâf Partisi üyeleri görev almışlardı! Ülke içindeki sözde bazı İslâmcı örgütler bu ihanete ortak olurken, günümüzdekinin aksine, İngiltere ve Fransa’nın Mısır, Hindistan ve Cezayir gibi sömürgelerinde yaşayan Müslüman halklar Anadolu’daki millî harekete çok büyük destekler vermişlerdi. 17 Ekim 1919’da bütün Hindistan’da Türkiye için oruç tutulup, dua edilmiş; Sevr Antlaşması imzalanınca, bu antlaşmaya karşı Hindistan’da bir pasif direniş kampanyası başlatılmış (Sevr imzalanmadı ki, diyen gafillerin kulakları çınlasın); milliyetçi adayların hepsi seçimlerden çekilmiş; seçmenlerin yüzde 80’i oy kullanmamış ve İngiliz malları boykot edilmişti. Bunun üzerine Hindistan Kral Naibi Lord Reading Londra’ya başvurarak, ‘İstanbul’un boşaltılmasını, kutsal yerler üzerinde Halife’nin egemenliğinin tanınmasını, Trakya ve İzmir’in geri verilmesini’ istemişti (Avcıoğlu, “Millî Kurtuluş Tarihi”, s. 89)!
Dün, emperyalist ülkelerin sömürgeleri olan Müslüman ülkeler İstiklâl Harbi’mizi işte böyle desteklemişlerdi. Bugün birçok Müslüman ülkenin ve sözde İslâmcı örgütün emperyalist devletlerin işbirlikçisi durumunda olmaları gerçekten hazindir.
Geçen hafta bir camimizde, Cuma vaazında, Hoca Efendi’nin şu vahim sözlerine şahit olduk: “Suriye’de bir katliam yaşanıyor. Bir Devlet Başkanı halkını katleder mi? Suriye’de Sünnî kardeşlerimiz katledilmektedir!”
Suriye’de Sünnî kardeşlerimiz katlediliyormuş! Peki, El Kaide militanlarının kafalarını kestiği Şiîler de bizim kardeşlerimiz değil mi? Suriye’de yaşayan tuzla cilingir Osmanlı bakiyesi Türkmen soydaşlarımız bizim kardeşlerimiz değil mi? Bu kadar katı bir Sünnîcilik nasıl olabilir? Bu anlayış Müslümanlığa değil ancak emperyalizmin ‘Böl, Parçala, Yönet’ siyasetine hizmet eder. Aklımızı başımıza alalım ve bölgemizde yaşanan hadiseleri bölgemizin tarihini araştırmadan anlayamayacağımızı artık idrak edelim. Yoksa, Müslümanlığa ve ülkemize hizmet ettiğimizi zannederken, Allah esirgesin emperyalizmin işbirlikçisi durumuna düşebiliriz.
İktidar çevreleri, içinde bulunduğumuz durumu ‘Değerli Yalnızlık’ olarak başarılı göstermeye çalışsalar da, ‘Sıfır Sorun’ sloganı ile sürdürülen, Türkiye’nin geleneksel dış siyasetine aykırı uygulamalar sebebiyle bölgede yapayalnız kaldığımız meydandadır. Suriye’den sonra Mısır’da da iflâs eden bir siyasetle karşı karşıyayız. Mısır, Büyükelçimizi istenmeyen adam ilân etti. Sayın Başbakan’ın ‘kardeşim’ diyerek kucakladığı, gözü ülkemizin topraklarında olduğu bilinen Barzanî’nin Türk Milletinin dostu olması mümkün değildir. Türkiye’nin İran, Irak ve Suriye ile dostluk ilişkilerini güçlendirmesi bu ülkelerin karşılıklı olarak menfaatinedir. Türkiye Atatürk döneminde bunu başarmıştı. Batı’nın yörüngesinde olduğumuz sürece bunun mümkün olamayacağı da meydandadır.
Yalnızlıktan şikâyet eden bir başka ülke de Fransa’dır. Fransa Cumhurbaşkanı Hollande 7 bakanı ve 200 kişilik bir heyetle yaptığı İsrail ziyaretinde bir kahraman gibi karşılanmış. Hollande, burada yaptığı konuşmada Suriye’yi işaret ederek özetle şunları söylemiş: “Nükleer silâhlar gibi kimyasal silâhlar da tehlikelidir. Fransa bu konuda sorumluluk almış ve üzerine düşeni yapmıştır. Suriye konusunda yalnız kalmıştır ama bazen yanlış yolda olup çok kalabalık olmaktansa yalnız kalıp doğru yolda olmak daha iyidir!” Evet! Biz de işte Fransa gibi ‘Değerli bir Yalnızlık’ içindeyiz. Ne var ki, Fransa kendi emperyalist emelleri ve İsrail’in güvenliği için bu yalnızlığı göze alıyor. Peki, bizim Suriye siyasetimiz kime hizmet ediyor?
Suriye’nin bizi, Suriye devlet güçlerine karşı savaşanlara destek vermekle suçlayarak Birleşmiş Milletler’e şikâyet ettiğini de hatırlatalım! Suriye’de takip edilen siyasetin ileride başımızı oldukça ağrıtacağı muhakkaktır.
Her vesile ile Atatürk’e hakaret edenler zahmet edip Atatürk’ün takip ettiği, bağımsız ve millî dış siyaseti incelemelidirler. O’nun ölümünden sonra rotayı Batı’ya kırdığımız için başımıza gelmedik belâ kalmadı. Suriye ise bizim nazarımızda, bağımsızlığını özenle korumayı başardığı gıpta ile baktığımız bir ülkedir. ABD ve İngiliz emperyalizminin bölgemizdeki çıkarlarını korumak amacıyla, 1955 yılında kurulan Bağdat Paktı’na girmesi için Suriye’ye baskı yaptığımızda, Suriye Devlet Başkanı bize ‘Fransız mandası altında çok çektiklerini, bu yüzden bir emperyalist devletle ittifaka girmelerinin mümkün olmadığını’ bildirmişti.
ABD Dışişleri Bakanı Dulles, Mısır Devlet Başkanı Nâsır’ı, İngiltere’nin de üyesi olduğu bu anti komünist Pakt’a katılmaya dâvet ettiğinde Nâsır Dulles’e, “İngilizler 70 yıldır topraklarımızda” cevabını verecektir! Biz ise, hiçbir beis görmeden, bize Sevr’i dayatan, Türk Milleti’ni bu coğrafyadan silmekte kararlı olan bu ülkeleri dost belledik ve onlarla askerî ittifaklara girmekte tereddüt etmedik! New York valisi Rockefeller’in,1956 yılında Başkan Eisenhower’a yazdığı bir mektupta kullandığı “Türkiye oltaya yakalanmış balıktır, oltaya yakalanmış balığın yeme ihtiyacı yoktur” ifadesi içinde bulunduğumuz durumu açıklıkla ortaya koymaktadır.
Bugün en temel meselemiz, Atatürk’ten sonra bu ülkenin başına gelenlerin basiretsiz siyasetleri yüzünden takıldığımız bu oltadan kendimizi kurtarmaktır.
YORUMLAR