Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

EN BÜYÜK DÜŞMAN!

Bize neleri unutturmadılar! Uzun yıllar süren harplerde tükenmiş, madden ve manen çökmüş yoksul Anadolu insanı, yeniden nasıl ayağa kalkabildi? Viraneye dönmüş Anadolu’yu mamureye çevirmek için, Cumhuriyeti kuran, ‘bugün kimi gafillerin utanmadan hesaba çektiği’ o fedakâr insanlar, millet için neler yaptılar? Cumhuriyetin o müthiş kalkınma hamlesi sayesinde, kimseye muhtaç olmadan ayakta durmayı başardıktan sonra, yeniden, bizi mahvetmekte kararlı olan emperyalistleri ‘VELÎ’ edinerek, bizi bu durumlara düşürenler kimler?
Bunları araştırmadıkça, bugün içinde bulunduğumuz meselelere bir çözüm yolu bulmamız mümkün değildir. “Yüce Kitabımız ‘OKU’ Diyor” başlıklı yazımızda, Atatürk’ün 1937 yılı Şubat ayında, Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı bir konuşmada, “Buraların Avrupa emperyalizminin oyun sahası olmasına müsaade etmeyeceğiz” ihtarından söz etmiştik. Atatürk, günümüzdekiler gibi, sadece nutuk atmamış; bu doğrultuda çok önemli adımlar da atmıştı. 1934 yılında Balkan Devletleri ile kurduğu Balkan Paktı ve 7 Temmuz 1937’de, o günün bağımsız Müslüman Devletleri Irak, İran ve Afganistan ile kurduğu Sadabat Paktı bunun somut örnekleridir. Atatürk, Rusya ile dostluğa da büyük önem vermişti. Ne var ki, O’ndan sonra gelenler önce, Rusya ile dostluğu bitirdiler; sonra Balkan ve Sadabat Paktları işlevini kaybetti! Neden? Çünkü, Türkiye’nin yeni yönetimi, Batı ile hareket etmeye karar vermişti! 4 Nisan 1939’da, Amerika ile imzalanan Ticaret Anlaşması ile, bu ülkeye ‘En Ziyade Müsaadeye Mazhar Ülke’ statüsü tanındı! Aynı yılın Ekim ayında, İngiltere ve Fransa ile Üçlü İttifak imzalandı. Daha sonra, Amerika ile, ilki, 1945 yılında imzalanan ‘İkili Antlaşmalar’ zinciri başladı! 1951’de NATO’ya girdik ve Batı ile haysiyetsiz ‘KENETLENME’ tamamlandı! ‘Avrupa Birliği Üyeliği’ tuzağı ile, ‘Zehirli Sarmaşık’ bütün bedenimizi kaplamış oldu! Yani biz, Atatürk’ten sonra, Batı’ya ram olduk! Sovyet tehdidi kocaman bir yalandır. Milleti yıllarca bu yalanla kandırdılar!
Hâlbuki, Atatürk bizi, sürekli olarak uyarmıştı. “Gençliğe Hitabe”si bu uyarının en çarpıcı olanıdır. Hâkimiyeti Milliye gazetesinde, 20.7.1920’de yayınlanan, “EN BÜYÜK DÜŞMAN” başlıklı bir makaledeki şu muhteşem tespite bakar mısınız? “En büyük düşman, düşmanların düşmanı; ne filân ne de falan milletler, bilâkis, bu âdeta, her tarafı kaplamış bir saltanat hâlinde, bütün dünyaya hâkim olan, ‘Kapitalizm’ âfeti ve onun çocuğu ‘Emperyalizm’dir”(Attilâ İlhan, “Gâzi Paşa”, s. 11)!
Atatürk’ün, Büyük Zafer’den sonra yaptığı şu uyarıyı, ‘Devlet Adamı’ olanlar ezberlemeliydiler: “Şurasını hatırdan çıkarmamalıdır ki, bu kadar fedakârlıkların semeresini elimizden kaçırmamak ve geçen musibet ve felâketlerin bir daha avdetini gayri mümkün kılacak tedbirleri almak, bizim için her günün düşüncesi olmalıdır. (..) Efendiler! Bugün vâsıl olduğumuz sulhun, sulhu ebedî olacağına inanmak, elbette safdillik olur. Bu o kadar mühim bir hakikattir ki, ondan bir an bile gaflet, milletin bütün hayatını tehlikeye düşürür” (Kâzım Öztürk, “Atatürk’ün TBMM Açık ve Gizli Oturumlardaki Konuşmaları”, s. 998).
Evet, Atatürk’ün onca uyarısına rağmen, Batı aşkı galip geldi ve O’ndan sonra gelenler, kendilerini Batı’nın kollarına atarak, milletin hayatını da tehlikeye düşürdüler. Atatürk’ten sonra, bir Karşı Devrim yaşamaktayız ve bunu yıllarca, ‘Dünyaya mı kapanacaktık? Doğu Bloku ülkeleri gibi mi olacaktık’ yalanları ile örtmeyi de başardılar!
Batı bizi, iktisadî ve siyasî vesayeti altına aldığı yetmezmiş gibi, bir de Etnik olarak, Mezhep olarak bölüyor! Bu iktidarın güttüğü, Türk Millî Kimliğini hedef alan, Etnikçi ve Mezhepçi siyaset de Batı’nın emellerine hizmet etmektedir. İşte, IŞİD’e gösterilen müsamaha ve sonuçları meydandadır! İktidar, IŞİD’in Türkmenlere uyguladığı zulmü seyrediyor! Diğer taraftan, IŞİD gibi, sözde ‘Müslüman’ cinayet örgütlerinin bu coğrafyada; hele hele şu güzelim Anadolu’muzda, nasıl hayat bulabildiği sorgulanmalıdır. Evet, bu kadar Kur’an Kursuna, bu kadar İmam Hatip Okulu’na rağmen, nasıl oluyor da, İslâmiyet’ten habersiz birtakım insanlar, ‘İslâm adına meydanlara çıkıp’, Müslümanların kafalarını kesiyor, en hunhar cinayetleri işleyebiliyorlar? Sebebi gayet basit; çünkü, insanlar inanıyor fakat dinlerini bilmiyorlar! Hafızlar bile, Kur’an’ı ezberliyor; o kadar! Hâlbuki, Zuhruf Suresi 44: “Bu Kur’an, hem senin için, hem halkın için bir hatırlatmadır ve ileride bundan hesaba çekileceksiniz” diye buyuruyor! Peki, bilmediğimiz bir şeyden nasıl imtihan olacağız?
SAD Suresi, ayet 87: “Şu Kur’an insanlığa kendi özünü hatırlatmaktan başka bir şey değildir!” buyuruyor. Yani, ‘Kur’an’ı Kerim insanlığa, hiç duyulmamış, yepyeni şeyler getirmiyor; her insanda fıtraten var olan, insanlık vicdanını uyandırmak istiyor. “Yaşayan Kur’an” meâl tefsirinin yazarı Recep İhsan Eliaçık, ‘İnsanlığın fıtratındaki iyilik, güzellik, doğruluk, sevgi, saygı, namus, adalet, erdem, vefa, dostluk, kardeşlik, cömertlik, mertlik gibi kavramların temel insanlık değerleri, yani (hablu’n-nâs) olduğunu vurguluyor ve bunların aynı zamanda, Allah’ın ipi/yolu/değerleri (hablullah) olarak vazedildiğini’ söylüyor. Ne yazık ki, birçoğumuz, “Allah’ın İpi” deriz de, ne anlama geldiğini bilmeyiz!
Eliaçık, Kur’an’ın, “OKU” diyerek başlayan ilk ayeti, “Düşün! Sorumluluk yüklen; harekete geç; zulme meydan oku olarak anlaşılmalıdır” diyor. Yani, bu ayet Müslümanları, çevrelerindeki adaletsizliklere ve zulme karşı kıyam etmeye çağırıyor! Müslüman, bırakınız zulme ortak olmayı, zulmü seyredemez; adaletsizlik karşısında susamaz! Hz. Peygamberin hayatını incelediğinizde de göreceğiniz budur. Fakat gelin görün ki, günümüzde Müslümanlık, Namaz ve Oruç gibi ritüelleri yerine getirmek olarak anlaşılmakta; topluma hâkim olan güçler, saltanatlarının sürmesi için, bunu teşvik etmektedirler. Bu, Emevîlerden beri hep böyledir. Hâlbuki, Namaz ve Oruç gibi ritüeller bizi, yukarıda özetlediğimiz değerlere yöneltmiyorsa; yani, sadece ritüellere takılıp kalıyor fakat bunların bize neleri işaret etiğini anlayamıyorsak; yani, sadece parmağa bakıyor ve parmağın işaret ettiği şeylere bakmıyorsak, bu, kendi kendimizi kandırıyoruz demektir. İşte, kafa kesen, kadınlara kızlara tecavüz eden IŞİD mensubu sapıkların ‘CİHAT’ adına taraftar toplayabilmelerinin temel sebebi de, inananların din konusundaki bilgisizliğidir. Hâlbuki, Müslümanlıkta böyle bir CİHAT yok! Nitekim, CİHAD ayeti olarak değerlendirilen Furkan Suresi 52. ayet şöyle buyuruyor: “Kafirlere uyma, ayetlerimizle onların karşısına çıkarak var gücünle çalış!” ‘Bizimkiler’, ‘Var Gücünle Çalış’ı, ‘Var Gücünle CİHAD ET’, yani ‘insanları öldür, kafalarını kopar’ anlıyorlar! Kaldı ki, Müslüman Müslüman’a karşı Cihat edemez!
Tabiî, IŞİD gibi sözde dinci örgütlerin bu vahşeti, İslâmiyet’e itibar kaybettirmek isteyen, bölgemizdeki kaynakları dilediği gibi sömürmek isteyen emperyalist güçlerin de işine geliyor. İşine gelmek ne kelime; bunu teşvik ediyorlar!
Yaşadığımız coğrafyanın, emperyalist devletlerin oyun alanı olmaktan kurtarılmasının yegâne yolu, ‘Etnikçilik ve Mezhepçilik tuzağına düşmeden’, Atatürk’ün yaptığı gibi, Bölge Devletleri ile işbirliğini geliştirmektir. Sadabat Paktı’nın imzalanmasından sonra, İran Şahı Atatürk’e bir telgraf çekerek, “İmzacı devletlerin, Atatürk’ün emperyalistlere karşı açtığı mücadele sayesinde var olduklarını ve bu sonucu ona ve Türk Milletine borçlu olduklarını” bildirmişti (Doğan Avcıoğlu, “Millî Kurtuluş Tarihi”, s. 1469)! Bugün biz, o devletlerle sözde, müttefikiz! İran ise, bizim Atatürk dönemindeki dik duruşumuza sahip! Nereden nereye geldiğimizi görüyor musunuz?
Bu coğrafyayı emperyalistlerin oyun alanı olmaktan çıkarmak mümkündür. Fakat önce bu coğrafyada yaşanan tarihi çok iyi öğrenmeliyiz.
Geçen hafta Meclis’te çok çirkin, çok vahim bir olay yaşandı. Türkmenlerin haklarını bıkmadan usanmadan dile getiren MHP milletvekili sayın Sinan Oğan’a, gözü dönmüş onlarca AKP milletvekilinin toplu saldırısını televizyon ekranlarında hüzünle ve endişe ile seyrettik. Bu tavır ne Türk’ün töresine, ne de İslâm ahlâkına sığar. Eğer bu zihniyet Köşk’ü de ele geçirirse Allah yardımcımız olsun!

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678