Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

BATI’NIN VESAYETİNE NASIL GİRDİK? (IV)

Atatürk, İstiklâl Harbimizin mazlûm milletler için taşıdığı anlam ve önemi şu sözlerle ifade etmiştir: “…Türkiye’nin bugünkü mücadelesi yalnız kendi nam ve hesabına olsaydı belki daha kısa, daha az kanlı olur ve daha çabuk bitebilirdi. Türkiye azîm ve mühim bir gayret sarf ediyor. Çünkü müdafaa ettiği bütün mazlûm milletlerin, bütün şarkın davasıdır ve bunu nihayete getirinceye kadar Türkiye, kendisiyle beraber olan şark milletlerinin beraber yürüyeceğinden emindir” (Mehmet Gönlübol, “Atatürk ve Türkiye’nin Dış Politikası”, s. 138).
Evet, İstiklâl Harbimizin millî boyutu yanında, bir de evrensel boyutu vardı; sömürgecilerin kanlı pençelerinde inim inim inleyen mazlûm milletler de, emperyalizme ve sömürgeciliğe karşı, Anadolu’da başlatılan bu hareketi heyecanla takip etmekteydiler.
Atatürk’ün, Sovyet Rusya Büyükelçisi Aralov’un, evliliğini kutlayan telgrafına verdiği şu muhteşem cevabına bakar mısınız: “Gösterdiğiniz hissiyat ve tebrikattan dolayı bilhassa teşekkür ederim. Ben, en büyük ve hakikî saadeti, mazlûmlar âleminin kurtuluş gününde idrak edeceğime kaniim. Hak ve adaletin âşığı ve savunucusu olan milletlerin müşterek mesaisiyle bu kurtuluş günlerini mutlaka idrak edeceğimize kati emniyetim vardır” (Turgut Özakman”, “Cumhuriyet” s. 397).
1933 yılında, Büyük Zafer’in yıldönümünde, zafer meydanında yaptığı konuşmada da aynı anlayışın sürdüğünü görüyoruz: “Bugün, günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bütün Doğu milletlerinin uyanışını da öyle görüyorum. Bağımsızlığına ve özgürlüğüne kavuşacak olan pek çok kardeş millet vardır. Onların yeniden doğuşu, kuşkusuz ki, ilerlemeye ve refaha yakın olacaktır. Bu milletler bütün güçlüklere karşın muzaffer olacaklar ve kendilerini bekleyen geleceğe ulaşacaklardır. Sömürgecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerine milletlerarasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir uyum ve işbirliği çağı hâkim olacaktır (Tek Adam, Cilt III, s. 424).
Ey Batıcı aydınlar, ey sözde Atatürkçüler! Ve ey altlarındaki Amerikan atının üzerinde ‘İslâm kılıcı’ sallayanlar! Var mı sizin böyle bir derdiniz? Ne acıdır ki, Amerika’nın dümen suyuna girdikten sonra, Türkiye, bütün mazlûm milletlerle arasına bir set çekmiştir.
Atatürk’e ve Millî mücadele’ye ihanet anlamına gelen bu siyaset, “Ne yani, ‘Medenî’ Batı dururken, bu geri ülkelerle mi birlikte olacağız” diyerek savunulmaktadır. “Araplar bizi I. Dünya Harbi’nde arkadan vurdu” teranesinin ikide bir temcit pilâvı gibi önümüze konulması da, bu ihanet siyasetinin aklanması gayretinden başka bir şey değildir.
Peki, bunlar nasıl oldu?
Geçen haftaki yazımızda, Millî Mücadele’yi yapan eski İttihatçı kadronun, Atatürk’ün dışında, büyük ölçüde Tanzimatçı bir ruhun şekillendirdiği, İngiltere’yi demokrasinin beşiği olarak gören, İngiltere olmadan ayakta kalamayacaklarına inanan bir zihniyete sahip olduklarını ifade etmiştik. Bu anlayış için onları kınamıyoruz. Biz sadece bir tarihî ve sosyolojik gerçeği belirtiyoruz. Bu zihniyet aydınlarımız arasında bugün de aynen geçerlidir. Yalnız bir farkla ki, İngiltere’nin yerini II. Dünya Harbi’nden sonra Amerika almıştır. Bu tarihten sonra Türkiye’yi yönetenler Atatürk’ün “Büyük Türkiye” hedefinin yerine ‘Küçük Amerika Olmak’ cüceliğini benimsemişlerdir.
Atatürk’ün ölümü ile birlikte, İnönü yönetimi, Atatürk’ün vasiyeti olan ‘Tarafsızlık’ siyasetini terk ederek ülkenin rotasını Batı’ya çevirmiştir.
1 Nisan 1939’da imzalanan bir anlaşma ile ABD’ye ‘ithâlât ve ihracatta en ziyade müsaadeye mazhar ülke’ statüsü tanınır. Ayrıca, Amerikan sanayi mallarına yüzde 12 ile yüzde 88 arasında değişen oranlarda gümrük indirimleri sağlanır (Hikmet Bilâ, “CHP Tarihi”, s. 119)! Prof. Niyazi Berkes, ABD ile, 1939’da imzalanan bu ticaret antlaşmasının, Türkiye ekonomisini savaş sonunda IMF’nin kucağına düşürdüğünü savunmaktadır.
Atatürk’ün varlığı ile küllenen Batı aşkı, O’nun ölümünden sonra yeniden alevlenecektir. İngiltere ve Fransa ile 1939’da yapılacak olan ittifak da işte bu zihniyetin ürünüdür. Bu ittifaka karşı çıkarak, ‘Türkiye’nin tarafsızlığını sürdürmesini isteyen’ Almanya Dışişleri Bakanı, Dışişleri Bakanımız Şükrü Saraçoğlu’nu uyarır. Büyükelçi von Papen 27 Nisan 1939’da Saraçoğlu’na şunu söyler: “Türkiye’nin tarafsız kalmasını kabul edebiliriz. Bu yüzden Türkiye’ye askerî bakımdan yardım etmeye hazırız. Ancak Türkiye, tarafsızlıktan ayrılma politikası güderse, bu, fena sonuçlar doğurabilir” (Doğan Avcıoğlu, “Millî Kurtuluş Tarihi”, s.1482).
Türkiye, Almanya’nın bu uyarısına aldırış etmez! 12 Mayıs’ta, Türkiyeİngiltere deklârasyonu ilân edilir! 23 Haziran’da Fransa ile de bir deklârasyon yayınlanır. Almanya, buna tepki gösterir ve Türkiye’ye açtığı krediyi keser, ağır top ve denizaltı gibi Türk siparişlerini durdurur. Alman Büyükelçisi von Papen, 20 Mayıs 1939 tarihli raporunda şu değerlendirmeyi yapar: “Türkiye, daha önceki tam tarafsızlık biçimindeki politik çizgisinden ayrılmış, İngiltere grubu devletlerin müttefiki olmuştur. Bu adım, Doğu Akdeniz’deki kuvvet dengesinin tamamen değişmesi anlamına gelmektedir”(Avcıoğlu, age. s. 1484)!
Türkiye, İngiltere’ye güvenerek tarafsızlıktan ayrılmış, İngiltere’nin safına geçmiş, Almanya’yı karşısına almıştır fakat İngiltere, Türkiye’ye yardım yapabilecek durumda değildir!
Bu arada 23.8.1939’da AlmanSovyet saldırmazlık antlaşması imzalanır ve akabinde Almanya 1 Eylül l939’da Polonya’yı işgal eder. Bunun üzerine İngiltere ve Fransa 3 Eylül’de Almanya’ya harp ilân ederler.
İlginç olan, bu kadar kritik bir konjonktürde, Türkiye’nin, Atatürk’ün tarafsızlık siyasetini terk ederek, 19 Ekim 1939 tarihinde İngiltere ve Fransa ile ittifak anlaşmasını imzalamasıdır. Bu antlaşma bizi Rusya’dan da uzaklaştıracaktır.
Prof. Mehmet Gönlübol’un belirttiğine göre, İngiltere, Atatürk döneminde Türkiye’yi Moskova’dan uzaklaştırmak için, iktisadî boykot mahiyetini taşıyan malî tedbirler almış ve bu tedbirleri bir baskı aracı olarak kullanmıştır. Fakat İngiltere’nin bu baskısı TürkSovyet münasebetlerini bozamamış, aksine bu iki devletin daha fazla yakınlaşmasına sebep olmuştur (Gönlübol, “Atatürk ve Türkiye’nin Dış Politikası”, s. 72).
Ne yazık ki, İngiltere’nin yapamadığını biz kendi ellerimizle yapmışız!
İngiltere Dışişleri Bakanı Eden’in ittifak hakkındaki şu tespiti de ilginçtir: “Bir buçuk yıl sonra bile, müttefiklerine yardım edecek durumda bulunmayan bir İngiltere için, Türkiye neden tarafsızlıktan ayrılmıştır? Sorunun cevabı belli değildir” (Avcıoğlu, age. s.1485)!
Evet! Bu sorunun cevabı mutlaka araştırılmalıdır. “Türkiye Tarafsızlık siyasetini niçin terk etmiştir?” Bu sorunun bugün bile araştırılmaması enteresan değil midir?
Bu konuya devam edeceğiz. Çünkü, bunlar bilinmedikçe içinde bulunduğumuz vahim durumun sebeplerinin anlaşılması ve Çıkış Yolu’nun bulunabilmesi mümkün değildir.

 

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678