Bir toplumdaki yasal olamayan işler, dünyanın her yerinde geçerli olduğu üzere ekonomik sıkıntıların toplumda yarattığı bozulmanın sonucudur. Evine ekmek götüremeyen anne babalar, işsizler, evlenemeyen gençler, okullarını bırakmak zorunda kalan öğrenciler, hayatta kalabilme uğruna ellerine geçebilecek her türlü fırsattan, yasal olup olmadığına bakmaksızın yararlanmak isterler. Çevresine baktığında çalışmadan köşeyi dönenlerin artması da onlar için birer ilham kaynağına döner!.. Dişiyle tırnağıyla çalışarak insanca yaşama koşullarına ulaşılamayacağını gören bu insanlar, gayri meşru işleri, bütün dini ve insani değerlerini çiğneyerek yapar hale gelirler. Yani aç ve açık kaldığında dini inancını düşünmez olur insanoğlu. Ne demiş atalarımız: “Aç bırakma, hırsız edersin; çok söyleme, arsız edersin.” Yani toplumdaki hırsızlığın ve arsızlığın kaynağının yoksulluk olduğunu unutmayalım.
Toplumda son yıllarda artan suç oranları bunun en önemli göstergelerindendir. Sahte rakı ölümleri, kaçak mazot, paketsiz ve bandrolsüz sigaralar, yeni doğan çeteleri, ruhsatsız ve denetimsiz çalışan lüks oteller, uyuşturucu baronlarının ellerine düşen masum çocuklar, toplumdaki yoksulluğun kurbanlarıdır. Bunun gibi örnekleri çoğaltmak mümkün. Bu ve benzeri türdeki olayların neden olduğu ölümler de toplumsal vicdanları yaralıyor.
Vatandaşı en çok rahatsız eden, gençleri suça iten nedenlerin arasında bir de toplumsal adaletsizlikler var. Asgari ücrete, emekli ve memura bütçe imkanlarının yetersizliği ve enflasyonu artırır endişesi gibi nedenlerle yapılmayan artışın yanında, toplumca bilinen şirketlere gerek vergi affı gerekse de çeşitli muafiyet veya teşvikler yöntemleriyle sağlanan imkanları görünce toplumdaki isyan katlanarak artıyor. Kur korumalı mevduat dedikleri sistemle zenginlere aktarılan paralar hazineden, yani çalışana ve emekliye verilmeyen paradan karşılanıyor. 2025 yılı bütçesinden faiz ödemeleri için ayrılan paranın miktarını görünce “nas” nerede diye soruyor emekliler ve çalışanlar. Kısacası emekliler ve çalışanlar, yaratmadıkları enflasyonun bedelini açlık ve yoksulluklarıyla ödüyorlar.
Dostoyevski şöyle diyor: “Aslında insanı en çok acıtan şey, hayal kırıklıkları değil, yaşanması mümkünken yaşayamadığı mutluluklardır.”
Başta çalışanlar ve emeklilerimiz olmak üzere iş bulamayan gençler, atanmayan öğretmenler, evine atık sebze ve meyve götürmek zorunda kalan anneler hayal ettiklerini yaşayamaz hale geldiler bu ülkede. Buna neden olanları da biliyor ve görüyorlar artık.
Toplumun asıl meselesinin ekonomi olduğunu gören iktidar sahipleri, suni gündemler yaratarak sürekli ülkenin gündemini değiştirip toplumsal huzursuzlukların yarattığı sorundan uzaklaşmamızı, onu konuşmamamızı istiyorlar ve bunun için de televizyonları ve gazetecileri susturmak istiyorlar.
Ülkenin içine düşürüldüğü bu ekonomik durum karşısında ne evlerimizde ne de sokaklarımızda huzur ve güven ortamı beklememiz pek de mümkün gibi görünmüyor maalesef…
Ahvalimiz bu olsa da umudumuzu yitirmeden ülkemizin aydınlık ve adil günlere kavuşması için elimizden geleni yapmaya devam etmeliyiz.
YORUMLAR