2025 yılı yaklaşırken gündemi en çok meşgul eden konu, asgari ücretin ne olacağı, ne olması gerektiği. Televizyonlara çıkan ekonomistler toto oynar gibi tahminlerde bulunurken ülkenin içinde bulunduğu ekonomik koşulları da referans almaya gayret ediyorlar. Bir de sokak tahminleri var ki asıl dikkate alınması gereken de bu olmalıdır. Asgari ücretin bu denli konuşuluyor olmasının asıl nedeni, çalışanların yarısından fazlasının asgari ücretli olması. İşte çarpıklık da tam burada başlıyor. Oysa Avrupa ülkelerinde bu oran % 6-10 aralığında. On senedir asgari ücretle çalıştığını söyleyenler var. Artık işinde usta olmuş bir işçiyle işe yeni başlayanın aynı ücreti alıyor olması akla ve mantığa sığmıyor. Asgari ücret tespit komisyonunda bu konu mutlaka gündeme gelmeli ve çarpıklık giderilmeli.
Eşit işe eşit ücret çalışma hayatının olmazsa olmazıdır. Kamudaki işçi en düşük 33.000 lira alırken özel sektördekinin 17.002 lira alması çalışma barışını bozuyor.
Asgari ücret tespit edilirken elbette işveren tarafı da mağdur edilmemeli ama çalışan da açlığa terk edilmemeli. TUİK’in açıkladığı enflasyon rakamlarına toplumun güven duymadığını biliyoruz.
Belirlenecek rakamın yüksek olması durumunda enflasyonun da yükseleceğini söyleyenlerin kimden taraf olduğunu biliyor çalışanlarımız. Çıkan her ekonomik krizde sanki neden emeğiyle çalışanlarmış gibi faturayı ödemeleri onlardan isteniyor.
Sayın Cumhurbaşkanı: “Bu görevde olduğum sürece faiz ve enflasyonla mücadelemi sonuna kadar sürdüreceğim. Bu konuda nas ortada. Nas ortadayken sana, bana ne oluyor?” açıklamasını yaptıktan sonra ekonominin geldiği noktayı görüyoruz. Şimdi ise gemiyi yanaştırmaya güvenli liman arıyoruz.
Hepimizin bildiği gibi enflasyonla mücadelenin en önemli koşullarından biri üretimi artırmak, diğeri de kamunun tasarruf etmesidir. Maliye bakanı enflasyonla mücadelede vatandaştan fedakarlık isterken dönüp kabinedekilere bir çift laf etmiyor. İki yüz araçlık konvoylara, bana bir AUDİ’yi çok mu görüyorsunuz? diyen başkanlara söz söyleyemiyor. Ardından da halkın hissettiği enflasyon oranında yapılacak artışın enflasyonu daha da artırmasından bahsediliyor.
Bir yandan kamu kaynakları hoyratça savrulmaya devam edilirken işçi, memur ve emekliye insanca yaşayabilmesi için yapılacak artışı minimum seviyede tutmaya çalışan zihniyetin ülkeyi getirdiği durum ortada.
Ülkenin ekonomik olarak düzlüğe çıkabilmesi için yükün altına çalışanları ve emeklileri sürmek kolaycılığa kaçmaktır.
Toplumun büyük bir kesimi sosyal yardıma muhtaç hale geldi bu ülkede. “Çıkma” sebze ve meyve yemeye başladı insanlarımız. İkinci el kıyafet pazarları kurulmaya başlandı. 2002’de 2,5 milyon kişi sosyal yardım alırken bu rakam günümüzde 5 milyonu aşmış.
Açlık sınırının 20.000 liraya, yokluk sınırının da 66.000 liraya ulaştığı koşullarda asgari ücrete yapılacak artış, çalışanların insanca yaşamasına imkan vermelidir.
Buna kaynak yok diyenlere hemen şu soruyu soralım: Kamu görevi gören belediyelerden borçlarını ödemeleri istenirken diğer yandan kocaman holdinglerin vergi borçları neden siliniyor? Oysa belediyelerin devlete borcu, devletin toplam alacaklarının %10’u kadardır. Bunan yarısı da AKP’li belediyelerin borcu.
Sıra çalışan ve emekliye gelince kesenin ağzı neden sıkılıyor? Böyle giderse çıkıp “Muhalefet belediyeleri devlete borçlarını ödemedikleri için sizlere gereği kadar artış sağlayamıyoruz” derlerse şaşırmak. Çünkü yıllardır topu taca atmayı iyi beceriyorlar.
Ülkenin içine düştüğü ekonomik krizin nedeni çalışanlar ve emekliler değildir. Borcu da onlar ödememelidir. Abalının sırtı sopa kaldırmıyor artık…
YORUMLAR