ZAFER BAYRAMI’NDA ATATÜRK YİNE YOKTU!

Geçen Cumartesi günü, 30 Ağustos Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nin 92. yıl dönümünü kutladık. Ne acıdır ki, 29 Ağustos Cuma günü camilerimizde okunan hutbelerde, ertesi gün kutlayacak olduğumuz Büyük Zafer’in, Pakistan’ın millî şairi Muhammed İkbal’in, “Kaidi Âzam” yani “Büyük Kumandan” diyerek yücelttiği, Komutanı, Atatürk’ün; o yüce Başbuğ’un isminden söz edilmedi! Geçen yıl da yine böyle olmuştu! Zavallılar! […]

Geçen Cumartesi günü, 30 Ağustos Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nin 92. yıl dönümünü kutladık. Ne acıdır ki, 29 Ağustos Cuma günü camilerimizde okunan hutbelerde, ertesi gün kutlayacak olduğumuz Büyük Zafer’in, Pakistan’ın millî şairi Muhammed İkbal’in, “Kaidi Âzam” yani “Büyük Kumandan” diyerek yücelttiği, Komutanı, Atatürk’ün; o yüce Başbuğ’un isminden söz edilmedi! Geçen yıl da yine böyle olmuştu!
Zavallılar! İsminden söz etmeyerek O’nu yok edebileceklerini zannediyorlar. Yüce Allah’tan bu gafillere izan niyaz ediyoruz.
Büyük Zafer’in, Türk Milleti ve bütün Mazlûm Milletler için önemini, Atatürk’ün bu zaferin baş yapıcısı olduğunu idrak edememek, gerçekten de bir zavallılıktır. Büyük Zafer’le, küstah sömürgecilere, büyük bir darbe indirilmiştir. Millî Mücadele, sömürge ülkelerde yaşayan halkların uyanmasında ve İstiklâl Mücadelesine girişmelerinde cesaret verici bir örnek teşkil etmiştir. Mustafa Kemal Paşa bu gerçeği, daha Millî Mücadele sırasında görmüş ve l922 yılında, Zafer’den önce yaptığı bir konuşmada, şu çok önemli tespiti yapmıştır: “Türkiye azîm ve mühim bir gayret sarf ediyor. Çünkü, müdafaa ettiği bütün Mazlûm Milletlerin, bütün şarkın davasıdır ve bunu nihayete getirinceye kadar Türkiye, kendisiyle beraber olan şark milletlerinin beraber yürüyeceğinden emindir” (Mehmet Gönlübol, “Atatürk ve Türkiye’nin Dış Politikası”, s. 138).
Bugün, büyük bir utanmazlıkla, Atatürk’e ‘İngilizlerin Adamı’ diyenler, şunu düşünmelidirler: İngilizler o kadar aptal mıydılar ki, İstiklâl Harbi’ni Mustafa Kemal Paşa’nın kazanmasına göz yumarak, sömürgelerinde yaşayan milletlerin, kendilerine karşı kalkışmalarının da fitilini ateşlemiş olsunlar!
Emperyalist devletlerin işgali altında olan İslâm Âlemi, İstiklâl Harbimizi âdeta nefesini tutarak takip etmişti. Ne yazık ki, bunlar milletimize unutturulmuştur. ‘Müslüman’ım’ diyen herkes, İslâm Âleminin en saygın isimlerinden biri olan, Pakistan’ın Mehmet Akif’i olarak kabul edilen Muhammed İkbal’in, Lahor’daki Padişahî Camii’nde yaptığı şu muhteşem konuşmayı dikkatle okumalı ve “Biz ne yapıyoruz, kime hizmet ediyoruz?” diye kendilerini sorgulamalıdır:
“Kardeşlerim! Kurban Bayramı için toplandığımız şu anlarda çok bedbahtız. İçimiz kan ağlıyor. Sahrayı Kebir Serhatlerinden Tuna yalılarına kadar bütün İslâm dünyasının içi kan ağlıyor. On asırdan beridir İslâm’ın Alemdarı olan Türkler savaşı kaybettiler. İslâm’ın Güneşi kararmak üzeredir. Reuter ve Havass Ajanslarının bütün dünyaya yayınlarından, Türklerin beş gündür devam eden Eskişehir savaşlarını da kaybettiklerini öğrenmiş bulunuyoruz. Eskişehir düştü. Şu anda Türk kuvvetleri her yarasından kan sızarak, vatanlarının son sınır taşına doğru çekiliyorlar. Durumları perişan ve ümitsizdir. Yunanlılara bütün dünyadan yardım yağıyor, bunun karşısında Türkler, kadınları, çocukları ve ihtiyarları ile birlikte müttefiksiz ve yalnız ümitsizce savaşıyorlar. Eğer Türkler son savunma hatlarında da düşman sürülerini durduramaz, hattâ mağlup edemezlerse, eğer son istinatgâhları da düşerse, eğer Ankara’yı da kaybederlerse her şeylerini kaybediyorlar, tarih sahnesinden çekiliyorlar demektir. Kardeşlerim! Türkler, on asır müddetle İslâm’ın şerefini yüceltmek için savaşan ve on asır müddetle İslâm’ın Avrupa’ya üstünlüğünü temsil etmiş olan büyük milletin çocuklarıdır. Bir zamanlar dünyanın üçte ikisini kudretle idare etmiş olan bu büyük milletin, sırf bu tarihî misyonundan dolayı, vücudlarını yeryüzünden büsbütün kaldırmak için, Avrupalı emperyalist güçler, her taraftan vatanlarına istilâ orduları çıkardılar. Türkler bu kuvvetleri her tarafta karşılıyorlar. Fakat bütün dünyanın kuvvet yığdığı bir savaşta bir avuç yorgun millet ne yapabilir ki? Dua edelim kardeşlerim, Allah Ehli İslâm’ı Ehli Salib’e karşı asırlarca müdafaa eden Türk askerini muzaffer kılsın ve onların Başkumandanı Kaidi Azam Mustafa Kemal Paşa’ya zafer nasip etsin. İslâm’ın Güneşi kararmasın. Yeniden doğarak arzımızın üstünde yükselsin (Muhittin Nalbantoğlu, Yeniçağ, 17.10.2005).
Muhammed İkbal, bırakınız Türk Milliyetçisi olmayı, Türk bile değil! Fakat Atatürk’ü ve İstiklâl Harbimizi gerçek bir Müslüman olarak böyle okuyor. Ey Mustafa Kemal Paşa’nın önderlik ettiği İstiklâl Mücadelesinin anlamını idrak edemeyen Müslümanlar! Nasıl bir günahın içinde olduğunuzun farkında mısınız?
1922 yılındaki Paris Konferansı sırasında, ünlü Fransız mareşali Foch, Mustafa Kemal’in milliyetçilik ve bağımsızlık hareketinin, Fas’tan Bengal’e kadar bütün İslâm dünyasını uyandıracağı konusunda İngilizleri uyarmıştı ve gerçekten de öyle olmuştur. Büyük Zafer tüm İslâm Âlemini sevince boğmuş; Mısır’dan, Hindistan’dan ve başka sömürge ülkelerden Ankara’ya kutlama telgrafları yağmıştı.
Anadolu’da kazanılan Zaferden sonra, çarşafa bürünerek İngiliz elçiliğine sığınan ve oradan da, Yunanistan üzerinden Mısır’a kaçan eski Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi’nin Mustafa Kemal karşıtı olmasına, Mısır aydınları tepki gösterirler. 22 Eylül 1922 tarihli el-Ahram gazetesi, Mustafa Sabri’nin Mekke’ye giderken halk tarafından yuhalandığı haberini verir. Liva’ül Mısrî yazarı bu haberi köşesinde şöyle yorumlar: “Eski Şeyhülislâm ülkemize geldiği gibi gitseydi diyeceğimiz olmazdı.Çaresizliklerini, ülkesinin başına gelen bunca belâ ve musibetlere sebep olmalarından dolayı, kalplerindeki acı ve pişmanlığa yorardık. Ama onlar böyle yapmadılar. Halkın tepkisi de onları sükunete sevk etmedi. Bilâkis pisliklerini bize bulaştırmaya çalışıyorlar.”
Mustafa Sabri, Mısır milliyetçilerinin Mustafa Kemal Paşa’yı, İslâm tarihinin en büyük kahramanı saymalarına çok öfkelenir. Mısırlı aydınlar Vahdettin’i de, ‘Şeytanların Emiri’ olarak nitelendirirler! (O.Selim Kocahanoğlu, “Kâzım Karabekir”, s. 398)!
Evet, bugün bu ülkede, neredeyse göklere çıkarılan son Osmanlı Padişahı Vahdettin ve Mustafa Sabri, Mısır’da işte böyle lânetleniyordu!
Mısır’da 11 yıl kaldıktan sonra Türkiye’ye dönen Mehmet Akif’in, bir mülâkatında, Mısırlıların Türk İnkılâbına bakışı hakkında yaptığı şu tespit de çok anlamlıdır: “(…) İstiklâl mevhumunu anlayan bir münevver Mısırlı, Türk İnkılâbının âşığıdır. (…) Mısırlılar, dünkü Türkiye’yi değil, bugünkü inkılâp Türkiye’sini takdir etmekten asla kendilerini alamıyorlar” (Yarım Ay dergisi, Temmuz 1936, Sayı: 35, aktaran Ercan Dolapçı, Aydınlık, 29.7.2013).
Son olarak. Atatürk’ün ölümünden sonra, O’nun büyük muhaliflerinden olan Rauf Orbay’ın yaptığı şu tarihî tespit ile bitirelim: “Hiç birimiz olmasaydık Kurtuluş Savaşını Atatürk gene başarırdı. Ama o olmasaydı hiç birimiz onun yaptığını yapamazdık’ demek dürüstlüğünü göstermiştir” (Falih Rıfkı, “Çankaya”, s. 64).
‘Atatürk’ü yok saymak’ gafletine düşenler; Türk Milleti’ni yok etmeyi amaçlayan bir Küresel Komplonun aleti durumuna geldiklerini umarız idrak ederler. Bizi bugün Irak’ın, Suriye’nin, Libya’nın durumuna düşüremiyorlarsa Atatürk’ün sayesindedir. Eğer, Atatürk’ün yaptıklarını örnek almak yerine, Haçlı Emperyalistlerini ‘VELÎ’ olarak benimsemeyi sürdürürsek başımıza nelerin geleceğini ancak Allah bilir.

Exit mobile version