Elim klavyeye bir türlü gitmiyor. Yazmaya çalışıyorum ama olmuyor. Ne yazacağımı ne diyeceğimi bilmiyorum. Zor da olsa yazmalı!..
“Sessiz kalmak onaylamaktır. “diyorum.
Tepki göstermemek, sessiz kalmak, isyan etmemek, haykırmamak, karşı gelmemek onaylamaktır; bunları biliyorum.
Moğollar grubu, şarkılarında ;“Bir şey yapmalı!” diyordu.
“Bir şey yapmalı!” diyerek, klavyenin tuşlarına zor da olsa basıyorum.
Uzun yıllar önce bir şehirde, kuaförde çalışan bir kız çocuğu şehrin tam ortasından hem de güpegündüz, zorla arabaya bindirilip şehrin tenha bir yerine götürülüp tecavüz edilmiş.
Bıçakla boynu kesilip sonra da öldü diyerek, kanala atılmış; kız çocuğu kan kaybından ölmemiş, sürünerek yola çıkmış, yardım istemiş ve birileri tesadüfen kız çocuğunu görmüş, sonrası malum…
Kuaförde çalışan kız çocuğunun, güpegündüz şehrin ortasından kaçırılıp tecavüz edilmesine, “O şehirde yaşayan insanlar güvende değil, o şehir güvenli bir şehir değil.” demiştim.
Köylerde, şehirlerde, ülkeler ve de anakaralarda(kıtalarda) yaşanan olaylar ve olayların niteliği, şekli ve de nedeni; o yerlerin aynasıdır.
Yaşanan olaylarla özdeşleşir toplumlar.
Olaylar neyse toplumlar da odur.
Müslüme, sözün bittiği yerdir.
Ne denilebilir ki!
Kolay değil mi? “Avrupa da ahlak yok! Onlar hepten ahlaksız!” ya da ne bileyim Japonlara, Çinlilere, “Tanrı tanımaz, bunlar hepten ateist”, Afrikalılara, “medeniyetten bihaber bunlar!” demek.
Dönüp kendimize bakmalıyız…
Biz neyiz…
Neyiz biz…
Suçluyuz her birimiz…
Başkaları kötü, biz çok iyiyiz yalanına yıllarca inanıp bu yalanlarla barışık bir şekilde yaşadığımız için suçluyuz.
Hiç özeleştiri yapmayıp; “bizim de yanlışlarımız var” demeyip kendimizde suç aramadığımız için suçluyuz.
Değişmediğimiz, dönüşmediğimiz için suçluyuz.
İnsan gibi insan olmadığımız için suçluyuz…