KISA MESAFEDE ÖMÜRLÜK DERS

Değerli Dostlarım, Geçenlerde Bostancı tren istasyonunun önünden taksiye bindim ve acil bir yere yetişmem gerekiyordu. Taksiyi kullanan 75 yaşlarında, çakır gözlü belli ki gençliğinde Yeşilçam’ın Tarık Akan’ını, Göksel Ersoy’unu aratmayacak bir amcaydı. ‘Altıntepe’ye gidebilir miyiz?’ dedim amca bir bıyık altı gülümsediğini hissettim ama gideceğim yere yetişebilmek için o kadar telaşlıydım ki, ‘amca niye güldün?’ demek aklıma bile […]

Değerli Dostlarım,

Geçenlerde Bostancı tren istasyonunun önünden taksiye bindim ve acil bir yere yetişmem gerekiyordu. Taksiyi kullanan 75 yaşlarında, çakır gözlü belli ki gençliğinde Yeşilçam’ın Tarık Akan’ını, Göksel Ersoy’unu aratmayacak bir amcaydı. ‘Altıntepe’ye gidebilir miyiz?’ dedim amca bir bıyık altı gülümsediğini hissettim ama gideceğim yere yetişebilmek için o kadar telaşlıydım ki, ‘amca niye güldün?’ demek aklıma bile gelmedi ama, kendisi konuya direk girdi. Keşke gideceğim mesafe kısa olmasa, keşke yetişeceğim yer acil olmasaydı da uzun uzun konuşabilseydim amcayla. Kısa mesafelik bir taksi yolculuğunda edindiğim en büyük hayat dersi, en güzel aşk hikayesiydi ve bu hikayeyi sizlerle paylaşmak istedim.

‘Kızım’ dedi amca; ‘Altıntepe dedin ya, ne zaman arabama Altıntepe’ye gitmek isteyen bir hanım binse, sen ufaksın ama hele de benim yaşlarıma yakın ise korkarım’ dedi gülerek. ‘Ne geldiyse başıma Altıntepe’li den geldi’ diye devam etti. Bu sefer ben de merak uyandı, mesaj yazarken elimde ki telefonu bıraktım kenara, amcaya yöneldim. ‘Tam 50 yıl önce Amasya’dan asker arkadaşımı görmek üzere ilk defa İstanbul’a geldim. Trenden indim ve ilk adımımı seni aldığım yer olan Bostancı’ya attım. Beni o zamanlar bir görsen, şimdiki gibi değilim; esmer, uzun boy, mavi gözler. İndiğim yerde kalakaldım, Bostancı’nın yabacısıyım, ne yöne doğru gideceğimi bilemeden sağıma soluma bakınıyorum, tam o sırada, yanıma genç bir hanım yanaştı. ‘Pardon, merhaba’ dedi. Ben de tabi geri selam verdim. Sonra hanım yanıma daha da yanaşarak ‘Efendim, bu gözler için bütün bir ömrümü feda ederdim’ demesin mi? Zaten ben de o yaşlarda 2 gram akıl var, o aklıda başımdan aldı. Hemen dedim ki ”Evleneceğim kız seninle! Var mısın?’ ve biz ertesi gün kendimizi nikah memurunun önünde bulduk, soy isimlerimizi nikah masasında öğrendik, ailelerimize bile haber etmedik, yıldırım nikahı ile evlendik. Neyse nikahı kıydıktan sonra 2 günlüğüne balayına Yalova’ya gidelim dedik. Ben hemen yer ayarladım, vardık Yalova’da bir restorana, oturduk masaya, baktım gelin hanım garsondan önce bana servis yapıyor, çatalımı, bıçağımı düzenliyor, suyumu ikram ediyor, anladım diyecek bir şeyi var. ‘Sizin söyleyecek bir şeyiniz varsa lütfen buyurun’ dedim. Gelin hanım, ‘efendim ben banka memuruyum’ dedi, aman dedim içimden bana piyango vurdu. Sonra devam etti: ‘Ben bankada müdürüm.’ Oğlum ikramiyenin en büyüğü vurdu dedim bu sefer kendi kendime. ‘Çalışmama devam etmemi mi istersiniz, evde oturmamı mı? Size bir danışmak istedim’ dedi. Ben de ‘Çocuklar doğana kadar çalışın efendim, evde oturup ne yapacaksınız?’ dedim ve bu konuda anlaştık. ‘Ama, bir şartım olacak’ dedim ben bu sefer. ‘Ben cumartesi, pazar çalışmam, 2 gün evde dinlenirim, diğer 5 günde kazandığım kadar yaşantımız olur ve cumartesi günleri siz ayaklarınızı uzatırsınız ben size hizmet ederim. Sabah kahvaltınız, kahveniz, öğle yemeğiniz, çayınız, akşam yemeğinizi ben hazırlar, ayağınıza getiririm’ dedim. Hanım çocuklar olana kadar çalıştı, bakıcı sorun olunca işten çıktı ama tam 50 yıldır hala her cumartesi, musakkasından, katmerine, köftesinden, sarmasına ne isterse yaparım, o ayaklarını uzatır, ben hizmetimi ederim.

Amca bunları bir nefeste anlatırken; benim gözlerim ışıl ışıl, yüzümde bir gülümseme sanki Türk filmi izler gibi hayranlıkla dinledim ne yol ne de hikaye bitsin istedim. Trafik varmış, toplantıya gecikmişim, artık önemli değildi, her şeyi bir kenara ittim, zamanı durdurdum ve o anlatılan kareleri gözümde canlandırmaya başladım. Taksiye bindiğimde neden ‘Altıntepe’deyince güldünüz diye sordum amcaya. ‘Kızım, çünkü hanım Altıntepe’li’ dedi gülümseyerek. ‘Eskiden eşler birbirine siz diye hitap ediyorlardı, hatırlıyorum benim büyükannem de siz diye konuşurdu, biz de gülerdik o zamanlar’ dedim. ‘Kızım biz 50 senelik evliyiz birbirimize hala siz diye hitap ediyoruz’ dedi amca. ‘Neden peki?’ dedim. ‘Çünkü eşime sen diye hitap etmek basit kaçar, ona en yüksek mertebede hitap etmek isterim her zaman’ deyince, orada var olan nezaketi, saygıyı göremediğim için sorduğum sorudan utandım.

Bulmuşum ayaklı kütüphaneyi, yılların tecrübesini, işin sırrını çözenini bırakır mıyım hiç? Hemen bir soru daha sordum amcaya ‘Neden şimdi ki evlilikler kısa sürüyor sizce?’ ‘Kızım, şimdiki gençler evin içinde yaşanacakları sokakta yaşıyorlar. Eve sadece kavgası, gürültüsü kalıyor sonra şimdiki gençler birbirlerinin geleneklerine, kültürlerine, işlerine, eğitimlerine,ailesine, arkadaşlarına saygı ve hoşgörü göstermiyor. Şimdilerde gençler sadece iyi gün görmek istiyorlar, halbuki evliliğin kötü günü de var, sıkıntısı da var, parasızlığı da var. Evlilik demek; el ele verip zorluklara göğüs germektir. İyi günlerde herkes iyidir, her şey güzeldir zaten’ dedi. Amcanın cümlesi bittiğinde, gitmem gereken yere gelmiştim.

Dolayısıyla söz bitti, yol da bitti ama bu hikayeden alınacak dersler bitmedi.

Sevgiyle.

Exit mobile version