Gezi Parkı olayları sırasında, Zehra Develioğlu adındaki türbanlı bir bayan ortaya çıkarak, ‘tacize uğradığını, kendisine, çoğunun üstleri çıplak, elleri deri eldivenli 70-80 kişilik bir grubun saldırdığını, 4-5 kişinin üzerine idrarlarını yaptığını, bebek arabasındaki çocuğunu kaldırıp yere attıklarını, bazılarının ise cinsel tacizde bulunduğunu’ iddia etmişti.
Gezi Parkı eylemcilerini nerede ise ‘vatan haini’ olarak nitelendiren iktidar ve yandaş basın, türbanlı bir kadına yapılan bu taciz iddiasını ‘doğru mu değil mi’ diye araştırmaya gerek görmeden, Gezi Parkı eylemcilerine itibar kaybettirmek amacıyla kullanmakta tereddüt etmediler. Sayın Başbakan meydanlarda ‘Benim başörtülü kızlarıma saldırdılar’ diye konuşurken yandaş basında birçok kalem, kamuoyunu tahrik eden makaleler yazdılar. İsmet Berkan, Haziran ayında, ‘taciz’ görüntülerini görmüş gibi yorum yaptı! Hâlbuki, o tarihte ortada bir görüntü yoktu! Nitekim İstanbul valisi yaptığı açıklamada, ‘hiçbir mobese kamerasında böyle bir olay tespit edemediklerini’ söylemişti! Ancak, sayın Başbakan, “görüntülerin mevcut olduğunu ve kamuoyu ile paylaşacaklarını” açıklamıştı! Fakat nedense görüntüler kamuoyu ile paylaşılmadı. Sadece yandaş basında bazı kalemler, “bu görüntüleri kamuoyu görse infial olur” mealinde açıklamalar yaptılar!
Star gazetesinde Elif Çakır, taciz iddiasında bulunan ‘mağdure’ ile mülâkat yaptı. Abdülkadir Selvi: “Genç anneyi kurtarmaya çalışan bir adamın da dövüldüğünü, bebek arabasını parçaladıklarını, genç anneyi tekmelediklerini” yazdı! ‘Mağdure’ ile mülâkat yapan Balçiçek İlter de, şu ‘edebî’ tasvirle ‘Tahrik Kervanı’na katılmıştı: “Ben cesur bir kadın tanıdım o gün; kalabalık bir grup tarafından darp edilen, tacize uğrayan, bebeği ve kendisi için ölümüne korkan bir kadın! Morluklarını gördüm. Ama benim tanıklığıma ihtiyacı yok ki; raporu var zaten. Yaşadığı travmaya tanık oldum. Ruhunda telâfisi imkânsız darbeler yaratmış bir şey yaşadı Zehra!”
Derken efendim; Kanal D televizyonu, olayın meydana geldiği iddia edilen Kabataş iskelesindeki mobese kamerası görüntülerini ele geçirdi ve yayınladı. Ve görüldü ki, ortada iddia edildiği gibi bir taciz yok! MOBESE KAMERASI görüntülerine göre, Zehra Develioğlu saat 19.42’de, içinde bebeğinin bulunduğu bir bebek arabası ile durağa doğru gidiyor; burada bekliyor. Kendisine bir saldırı söz konusu değil. Sadece 30 saniye kadar süren bir tartışma var. Zehra Develioğlu durakta bekliyor; 15 dakika kadar sonra yanına eşi geliyor ve oradan ayrılıyorlar!
Olayın olduğu tarih 1 Haziran akşam saatleri. Hava henüz kararmamış. Enteresan olan bir şey de, bu Hanım 5 Haziran tarihinde Adlî Tıp’ba başvurarak rapor alıyor! Hâlbuki, olaydan hemen sonra bir sağlık merkezine başvursa, üzerine gerçekten idrar boşaltılıp boşaltılmadığı anlaşılabilir ve ‘darp’ izleri kolaylıkla tespit edilebilirdi. Nedense bunu yapmıyor! Adlî Tıp raporunda da dişe dokunur bir şey yok. Baldırın iç kısmında 1.5 cm. kadar bir iki morluktan söz ediliyor. Hâlbuki, uzmanların belirttiğine göre, bu boyutta bir morluk en küçük bir çarpmada bile meydana gelebilir ve olaydan 5 gün sonra morlukların sararması gerekirdi! Ayrıca yola fırlatıldığı iddia edilen bebekte de bir yaralanma emaresi yok! Dahası, saldırı hadisesi sebebiyle ‘travma yaşadığını’ iddia eden bu Hanım’ın, olay günü ve sonraki günlerdeki Twitter mesajlarında saldırıdan tek kelime söz edilmiyor; sadece Gezi Parkı eylemcileri karalanıyor o kadar!
Gezi Parkı eylemcilerini kamuoyunun gözünde küçük düşürmek için birçok gayri ahlâkî yol denendi. Bunlardan biri de polisten kaçan gençlerin sığındığı bir camide bira içildiği iddiasıydı ki, o caminin müezzini, böyle bir şeyin söz konusu olmadığını söylemiş ve nedense hemen akabinde İstanbul’un bir köyüne tayin edilmişti! Fakat yine de, bu iddia en yetkili ağızlar tarafından defalarca dile getirilmişti!
Balçiçek İlter Hanım, Kanal D’deki Kabataş İskelesi görüntülerini seyredince, hemen telefona sarılıp, ‘mağdure’ ile görüşmesini sağlayan gazeteci Elif Çakır’ı arayarak, ondan telefonunu almış ve ‘mutlaka bir açıklaması vardır diye düşünüp’ Zehra Develioğlu’nu defalarca aramış. Ne var ki, ‘mağdure’ bir türlü telefonlarına çıkmamış! Balçiçek Hanım “Eğer bu görüntüler doğruysa ve gerçekten hiçbir darp, taciz olmadıysa… Ben kendi adıma, bir genç kadının hezeyanlarını sizlerle paylaştığım için özür dilerim. Yanıltıldım. Evet, yanıltıldım!” diyerek okurlarından özür diliyor!
Balçiçek İlter ‘hezeyan’ diyor fakat biz öyle olduğuna inanmıyoruz. Tıpkı ERGENEKON ve BALYOZ davalarında olduğu gibi bir Kumpasla karşı karşıya olduğumuz meydandadır.
Taciz iddiası gerçekmiş gibi yazan İsmet Berkan da şu sözlerle özür diliyor: “Bundan yedi ay önce kendimden o kadar emin konuşmamalıydım. Daha da önemlisi herhangi bir tarafında yer almadığım bir siyasî propaganda savaşının istemeden ortasında kalmamalıydım!” İddia gerçekmiş gibi değerlendirmeler yapan Rasim Ozan Kütahyalı da kullanıldığı için üzgünmüş!
Peki, arkadaş, siz hep böyle kullanılacak mısınız? Hiç mi gazeteci sorumluluğunuz yok? Bir kadının hezeyanlarını; üstelik ülkenin gerildikçe gerildiği olağanüstü bir ortamda hiç araştırmadan, nasıl yayınlarsınız? Sorumsuz yetkililerin ve sizin gibi gazetecilerin tahrikleri sebebiyle millet düşman kamplara bölündü. Gezi Parkı olayları sırasında gençler öldürüldü; birçok insanımız yaralandı. Polisin orantısız şiddet kullanmasında bu tahriklerin de muhakkak ki büyük payı vardı.
Ne var ki, her şey açık seçik meydana çıktığı hâlde, bazı yandaş kalemler taciz iddialarını hâlâ daha sürdürüyorlar! Ne demişler ‘en büyük savunma saldırıdır’! Vatandaşlar nasıl olsa kendi fikirlerine aykırı gazeteleri okumuyor ve televizyonları da seyretmiyor ya; o zaman yalanı sürdürmek gerek. Hep böyle yapmadılar mı? Ergenekon ve Balyoz davalarında yıllardır demir parmaklıklar arkasında tutulan komutanlar sahte cd’lerle, yalancı tanık ifadeleriyle tutuklanmadılar mı? Yandaş kalemlerce yargısız infaz edilmediler mi? Nasıl olsa, hipnoz durumunda olan vatandaşlar ne söylenirse inanıyorlar.
Peki, nerede kaldı bunların savundukları muhafazakâr ahlâk anlayışı? Bunların bir şeyi muhafaza ettikleri yok; bütün değerlerimizi tahrip ediyorlar. Tuzun kokmasında katkıları büyük.
Pazar gecesi Fenerbahçe Şükrü Saraçoğlu stadında, Eskişehir’de, acımasızca dövülerek katledilen Gezi Parkı eylemcisi Ali İsmail Korkmaz’ın ismini on binlerce Fenerbahçe seyircisi haykırdı; Özgürlüğün, Zulme Karşı Direnişin, Temiz Toplum mücadelesinin simgesi hâline gelen o güzel isim, dalga dalga ülke semalarında yankılandı. Ali İsmail’in annesinin ellerini öpmek için insanlar birbiriyle yarıştılar! O annenin gözlerinden süzülen yaşlar muhakkak ki, mutluluk göz yaşlarıydı. Bu muhteşem tablo bizim de gözlerimizi yaşarttı. İnanıyoruz ki, Ali İsmail Korkmaz boşuna ölmedi.
Bütün bu yaşadıklarımız doğumu yakın olan, hepimizin özlemini çektiğimiz Adaletli Bir Düzenin; Temiz Toplum’un sancılarıdır.