Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

YAŞANANLARDAN DERS ALMALIYIZ (4)

Fethullah hareketinin, bir ‘Dinî Cemaat’ ya da bir ‘Hizmet Hareketi’ olmadığını, yabancı istihbarat örgütlerinin denetimindeki bu melun örgütün asıl amacının, devletimizi ele geçirmek olduğunu umarız anlamayan kalmamıştır. Fakat, bu, bedeli çok ağır olan bir tecrübe olmuştur.
“Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer” diye bir atasözümüz vardır. Fethullah Cemaati’nin yaşattığı ve toplumumuzu derinden etkileyen bu vahim tecrübeden sonra, cemaatler konusunda çok daha dikkatli olunması gerekmez mi? Ne var ki, şimdi de, iktidarın başka cemaatlerle işbirliği yaptığı iddia ediliyor! Peki, Fethullah Cemaatinin, diğer cemaatlere sızmadığı nereden malum? Fethullah’ın sızmadığı kurum var mı? Sadece bir örnek verelim: ‘Atatürkçü’ Gökçe Fırat, Türk Solu dergisinin sahibiydi. FETÖ’ye bağlı Kaynak Holding’in maaşlı elemanı çıktı!
Sayın Cumhurbaşkanımız, Diyanet’in, Doğu ve Güneydoğu Öğrencileri Yaz Etkinliği kapanış programında, “Üstünlük Kürtlük ile Türklük ile değil, kim Allah’a daha yakın ise o üstündür” diye konuştu.
Kutsal Kitabımız da, “üstünlük takvadadır” der. Peki, ‘TAKVA’ nedir? Takva, Allah bilinci-şuûru ile yaşamaktır. Hac Suresi, 37. ayet şöyle buyurmaktadır: “Onların ne etleri Allah’a ulaşır ne de kanları; O’na ulaşacak olan sadece sizin takvanızdır” (Diyanet meal Tefsiri; Cilt: III. s. 725).
İlâhiyatçı Süleyman Yıldırım Takvayı, Al-i İmran Sûresi 92. ayetin mealinde şöyle açıklamış: “Sevdiğiniz mallardan Allah yolunda harcamadıkça, fazilet mertebesine ulaşamazsınız!”
Süleyman Yıldırım, “dinimizin bazı şeklî ibadetlerini yerine getirmekle TAKVA sahibi olunamayacağını” da söylüyor! Fakat, gelin görün ki, Müslümanlara, ‘dinin direği namazdır’ diye öğretiliyor!
Emevîlerden itibaren, yüce dinimizin yaşanmasında, şeklî ibadetler öne çıkarılmıştır! Nakilcilik ve ezbercilik doğru dinin yaşanmasının önündeki en büyük engeldir. Müslümanlığın şeklî ibadetlerinin öne çıkarılmasının bedelini bütün Müslüman ülkeler çok ağır bir şekilde ödüyorlar. Bu bakımdan, Mehmet Akif’in şu mısraları, Müslüman Dünyası için önemli bir uyarı değil midir:
“Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı, Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâm’ı!”
Zaten, dinimiz de aslında bunu öngörüyor. Yüce Allah’ın, hayatı 7. yüz yılda dondurması mümkün müdür? Fakat gelin de bunu Selefîlere anlatın! Yüz yıllardır aynı yanlışlar tekrarlanıyor! İslâm’ın şartlarının arasına, kaderciliğin ve tevekkülün sokuşturulması da bu vahim yanlışlardan birisidir. Hâlbuki, Kur’an’da birçok ayet, cüz’i iradeden ve insanın yaptıklarından dolayı sorumluluğundan söz ediyor. Bakınız: Şûra 30, İsra 13,Fatır 8, Nisa 79, 85, Nur 46.
ŞÛRA Suresi 30. ayette şöyle buyruluyor: “Başınıza her ne musibet geliyorsa bu kendi ellerinizle kazandıklarınızın sonucudur.” Fakat Amentü duasında, Kur’an’a aykırı olarak, ‘Hayrın ve Şerrin Allah’tan geldiği’ öğretiliyor!
Mehmet Akif, yukarıda verdiğimiz mısralarında, haklı olarak ‘Tevekkül’ anlayışımızı eleştiriyor. Çünkü bu anlayış, bizi “Bir lokma bir hırka” acizliğine götürüyor. Bu da, zulüm ve sömürü düzenine boyun eğmekten başka bir şeye yaramıyor.
Ali Şeriatı, “Dine Karşı Din” kitabında, Kur’an’a göre sabrı şöyle açıklıyor: “Bugün ‘tahammül, sükût, teslimiyet, razı olmak, boyun eğmek, başa gelen hiçbir şeye ses çıkarmamak’ olarak anlaşılan sabır, tam aksine, ‘direnmek, yoluna devam etmek, ağır sorumluluktan ve yükten kaçmamak, ümitsizliğe düşmemek, ye’se kapılmamak, gevşememek, üzülmemek, tembel ve dayanıksız olmamak’ anlamına gelir!”
Bir de, çok yanlış yorumlanan “Allah’ı anmak”, “Allah’ın tespih edilmesi” meselesi var. Münafikun Suresi 9. ayette şöyle buyruluyor: “Ey iman edenler! Mallarınız da çocuklarınız da, sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasın. Bunu yapanlar mutlaka hüsrana uğramışlardır.” Burada geçen, ‘Allah’ı anmak’ yani ‘Allah’ı zikretmek’, ‘Allah’ın tespih edilmesi’ kavramı, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 2012 tefsiri, Cilt 5. s. 366’da, “Allah’ı anmak, yani O’nun kulu olduğunu unutmamak. Sahip olduğu imkanları gönüllü olarak başkalarıyla paylaşmaya çalışmak” olarak açıklanıyor. Bu açıklamanın devamında, bize göre, Kur’an’ın özü anlamına gelen, şu sarsıcı tespit yapılmış:
“İnsanî değerler bakımından düşük düzeyde olan bireyler ve toplumlar, başkalarından ne koparabilecekleri; bu açıdan yüksek düzeyde olanlar ise başkalarına ne verebilecekleri üzerinde yoğunlaşırlar!”
Hâlbuki, Müslümanlar zikirden, ellerindeki tespihi, “Allah, Allah” diyerek çekmek olarak anlamaktadırlar! Çünkü böyle öğretilmiş; diğer birçok yanlış olan şey gibi! Meselâ Cuma toplantısının sıradan bir şeklî ibadete dönüştürülmesi gibi! Peygamberimizin zamanında Cuma toplantısında sadece iki rekât namaz kılınıyor. Çünkü toplanmanın amacı, meşveret; sorunları tartışmak ve kararlar almak! Yoksa topluca namaz kılmak değil!
Şuna kesinlikle inanıyoruz ki, doğru dini öğrenmek, hayatımızı daha kolaylaştıracak; Müslüman ülkelerin gelişmiş ülkelerle aralarındaki mesafe de zamanla kapanacaktır. Çünkü dinimiz bizden, tevhid inancına sahip olmamızı, ahlâklı, çalışkan ve adaletli olmamızı istiyor. Kur’an’da ne Halifelik ne de İslâm Devleti var. Fakat, kendi dilimizde okuyup öğrenmediğimiz Kur’an’ı, aracılar edinerek, sözde öğrendiğimiz için, yüzyıllarca, Kur’an’da olmayan şeylerin kavgası verildi. İşte büyük Atatürk’ün, Elmalılı Hamdi Yazır’a Türkçe Kur’an mealini yazdırmasının asıl sebebi de budur. Kur’an’da ne aracı, ne cemaat, ne de mezhep var. Araf 2, Zümer 3, Bakara 48, Tevbe 31, Âli İmran 64, 79, 80. ayetlerde bunu açıkça görüyoruz. Kur’an’a göre, Müslümanlara Allah’tan başka kimse şefaat edemez. Bakınız: Bakara 48. 255; Zümer 43, 44; Secde 2, 4; Yunus 18; Yusuf 102; Meryem 93. Yüce dinimiz aracıları yasakladığı ve Peygamberimizin bile şefaatte bulanamayacağını açıkça belirttiği hâlde, Müslüman kardeşlerimiz “Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır” diye aldatılarak, cemaatlerin tuzağına düşmekte; hocalardan, şeyhlerden şefaat ummaktadırlar. Bunun yegâne nedeni, Kutsal Kitabımızı kendi dilimizden okuyup öğrenmemektir. Şahsî düşüncemiz, okullarımızda, Lise’den başlayarak, dinimizin evrensel kurallarının öğretilmesidir. “Neden Lise?” denilebilir. Çünkü, Kur’an’ın özümsenebilmesi için lise sıraları daha olgun bir çağdır. Bu bakımdan, okul öncesi çocuklarımıza ve ilk okul öğrencilerine, açılan Kur’an Kurslarında Kur’an öğretilmesinin hiçbir yararı olacağını zannetmediğimizi de belirtmeliyiz.
Bir diğer meselemiz de, eğitimimizin İmam Hatipleştirilmesi meselesidir! Hâlbuki, eğitim konusundaki asıl meselemiz, Meslekî ve Teknik Öğretim kurumlarımızın yetersizliğidir. Ne acıdır ki, eğitimimiz 1949 yılında, Amerika vesayetine sokulduktan sonra, Meslekî ve Teknik Öğretim ağırlığını kaybetmiş; ülkenin her tarafını düz liseler kaplamıştır. Bugün Batı ülkelerinde çobanlığın bile okulu olduğunu hatırlatalım!
Sayın Cumhurbaşkanımızın, “Üstünlük Kürtlükte ve Türklükte değil” sözlerine gelecek olursak; emperyalist odakların büyük çabalarına rağmen, çağımızda henüz, Milliyet ve Devlet anlayışının ortadan kalkmadığını; ayrıca, bizzat Batılıların, bu toprakları yüzyıllardır, “TÜRKİYE” ve üstünde yaşayanları da, “TÜRK” diye adlandırdığını hatırlatırız!
Diğer taraftan, Türk Milleti’ne mensup olmakla iftihar ederiz fakat ırkçılığı da bir sapkınlık olarak gördüğümüzü belirtmek isteriz. ./…

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678