Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

SYKES-PİCOT ANTLAŞMASI YİNE GÜNDEMDE! (2)

Cihan Harbi’ne girmemiz üzerine, Mustafa Kemal, arkadaşı Sofya Büyükelçisi Fethi Bey’e şunları söyleyecektir: “Enver’den ancak bu beklenirdi. Türkiye bu harpten sağ çıkamaz” (“Tek Adam”, Cilt I, s. 232)!
Biz harbe girdiğimizde, Almanlar Fransızların karşısında, İngilizlerin de yardımıyla, 6-10 Eylül tarihle-rindeki muharebelerde Marn’da durdurulmuş; harp bir siper harbine dönmüş; Ruslar Galiçya ve Doğu Prusya’ya girmiş; Avusturya da, Rusya karşısında geri çekilmekteydi! Bu şartlarda harbe girmek delilikten başka bir şey değildi.
Sofya Askerî Ataşesi Yarbay Mustafa Kemal, muharip bir görev almak için İstanbul’a geldiğinde, 19. Tümen Komutanlığına tayin edilir fakat henüz böyle bir tümen kurulmamıştır! Tümeni hakkında araştırma yaparken, Ordu Komutanı Liman Von Sanders’e yönlendirilir. Sanders, Sofya Askerî Ataşesi olduğunu öğrenince, Mustafa Kemal’i nezaketle karşılar ve O’na “Bulgarlar hâlâ harbe girmeyecekler mi?” diye sorar. Mustafa Kemal, “Benim anladığıma göre, Bulgarlar iki ihtimalden biri anlaşılmadan önce harbe girmezler. Bir; Almanya’nın başarı kazanabileceğine inandırıcı deliller görmedikçe. İkincisi; harp kendi topraklarına temas etmedikçe” cevabını verir. Alman Mareşali öfkelenir ve “Bulgarların Alman başarısına güvenleri yok mu?” diye sorar. Mustafa Kemal, “Hayır ekselans” der. Sanders daha da öfkelenir ve “Sizin fikriniz nedir?” deyince, Mustafa Kemal “Cevap vermek mi vermemek mi lâzım geldiğinde bir an irkildim. Fakat, havada bir kumandan durumunda bulunan ben ne duyguda olabilirdim. Bu işlerde kendi görüşümü çoktan gerekenlere yazmıştım. Aksine bir şey söyleyemezdim. Bir an vicdan yoklamasından sonra, ‘Bulgarları düşündük-lerinde haklı görüyorum’” cevabını verir. Bunun üzerine, Sanders hemen ayağa kalkar ve Mustafa Kemal’e gitmesi için izin verir (“Çankaya”, s. 84)!
Daha sonra, Bulgarlar da Almanların yanında harbe girecektir. Fakat, Bulgarları buna ikna etmek için Almanların baskısıyla, Meriç’in 25-30 kilometre kadar batısından geçen sınırımızdaki topraklar, Bulgarlara terk edilecektir (“Tek Adam”, Cilt I, s. 197). Terk edilen topraklar 4 bin kilometrekaredir (“Enver Paşa”, Cilt III, s. 417)!
I. Dünya Harbi’nde Talat Paşa’nın ve Cemal Paşa’nın özel kaleminde bulunan Falih Rıfkı Atay da harbe katılmamız konusunda şu değerlendirmeyi yapmaktadır: “Artık bütün belgeler elimizdedir. Bu belgelerden anlaşılıyor ki, bizim için Birinci Dünya Harbi’ne girmemek, İkinci Dünya Harbi’ne katılmamak kadar kolaydı” (“Çankaya”, S. 117)!
“Osmanlı’nın paylaşılmasına karar verilmişti; başka çaremiz yoktu” spekülâsyonlarına inananlara şunu da hatırlatalım ki, harpte büyük bir yıkıma uğramamıza rağmen bu millet, İstiklâl Harbi verecek gücü kendinde bulabilmiştir. Eğer maceraperest İttihatçılar, bizi harbe sokmasaydı, bize kim ve niçin saldıracaktı? Kaldı ki, savunma savaşı yapmak durumunda olacağımız için, en seçkin askerlerimizi Alman ve Avusturya kuvvetlerine yardım için Galiçya’ya göndermek, Kanal seferi gibi sonucu baştan belli harekâtlara, Sarıkamış gibi bir maceraya kalkışmak durumunda da olmayacaktık. Harbe girmek zorunda olduğumuz iddialarının bize göre asıl sebebi İttihatçıları aklama gayretidir.
Osmanlı İmparatorluğu bu harpte, bütün imkânlarını zorlayarak 2.8 milyon insanı silâh altına almıştır. Bu ordular çok büyük fedakârlıklar ve kahramanlıklar göstermiştir. Eğer kuvvetlerimiz Galiçya’da, Makedon-ya’da, İran içlerinde, Kafkasya’da macera peşinde koşturul-mayarak vatan savunmasında kullanılmış olsalardı, aslâ bu kadar büyük bir felâketi yaşamazdık. İngilizler Kut’ül Ammare’de tarihlerinin en büyük mağlubiyetlerini tatmışlardı. Çok üstün İngiliz kuvvetleri 4 yılda ancak Musul önlerine kadar gelebilmişlerdi. Keza, üstün kuvvetlere sahip İngiliz ordusu Suriye ve Filistin cephesinde de güçlükle ilerleyebilmiş; Kudüs’e ancak 1917 Aralık ayında ulaşabilmişlerdi! Eğer Ordularımız Türk Komutanlarının yönetiminde olsaydı ve buralarda güçlü savunma cepheleri oluşturulsaydı, her şey çok farklı olabilirdi. Fakat ne yazık ki, Enver Paşa Alman Askerî Heyetinin etkisi altındaydı. Enver Paşa’nın yerinde Mustafa Kemal Paşa gibi, gerçekçi bir hesap adamı olsaydı tarih çok farklı yazılırdı. Nitekim, Mustafa Kemal Paşa, yorgun ve bütün ümitlerini kaybetmiş bu millete, direnme gücü aşılayarak, gerçekçi hedefler belirleyerek İstiklâl Harbi’ni kazanmayı başarmıştır.
I.Dünya Harbi’ne, Enver Paşa’nın bir oldubittisiyle girdiğimiz inancında olan Falih Rıfkı Atay, bu harbin dışında kalmamızın mümkün olduğunu, bunun çok da iyi sonuçlar doğuracağını belirttikten sonra, nedense ‘tarih kitaplarımızda yer bulamayan’ şu çok önemli değerlendirmeyi yapıyor: “Daha bir iki ay beklemiş olsaydık, iki taraf da bizi el üstünde tutacaktı. Düyûn-i Umûmiye’yi, demiryollarını idaremize soksak büyük gelir sağlayacaktık. (…) İttihatçıların milliyetçiliği ne Ermenistan ne Kürdistan bağımsızlık veya otonomisini akla bile getirmeğe elverişli değildi. Fakat, Arap memleketlerine tavizlerde bulunmağa başlamışlardı. Arapça konuşan nüfuslu ilçe ve bucaklara Arap kaymakam ve müdür tayin etmek gibi… Öyle görünüyordu ki, Türkçülük hareketi, Osmanlı-İslâmcılık fikir akımını gevşettikçe Hicaz, Suriye ve Irak Araplığı ile, Anadolu ve Trakya Türklüğü arasında, bir federasyon yapmak imkânsız bir şey olmayacaktı. Türkçülerden ileri görüşlüler bu fikirde idiler. Ben Şam’da iken, oraya gelen Mustafa Kemal’in konuşmaları üzerine işittiklerimden, onun da, bu kanaate iyice meyilli olduğunu anlamıştım. (…) Oralara giden Türkler pek çabuk Araplaşmakta idiler. Azimzadeler ki, Suriye eşrafının başındadırlar; Konya’dan göçme “Kemik Hüseyin”in torunları idiler. Halep ailelerinden pek çoğu Türk aslındandı. Hepsini kaybetmiştik. Bunları hatırlatmaktan maksadım, eğer harbe girilmeseydi, Küçük Asya’da İmparatorluğun bir yaşama şekli bulabileceğini göstermek içindir. Harp sürdükçe büyük devletler zayıflayacakları için kapitülâsyonlardan ve her türlü yabancı baskı ve kontrol şartlarından kurtulacaktık. Birinci Dünya Harbi’nde, iki milyon kurban verdikten sonra dahi, Kuvay-ı Milliye ile başa çıkamayan Batılı devletler, bütün ordusu ayakta duran İmparatorluğa karşı elbette herhangi bir harekette bulunamayacaklardı. Biz Birinci Dünya Harbi’ne hırs değil, cahillik yüzünden girmişizdir. Almanlara satılmamışızdır. İttihatçılar vatan satıcısı değillerdi. Liderlerinin hepsi parasız ve yardımsız düşman kurşunlarının altında can vermişlerdir. Fakat bir umumî dünya görüşünden, realiteleri elde tutarak ve karşılaştırarak uzun vadeli hesaplar yapmak ve hükümler çıkarmak gücünden yoksun idiler. Hiç olmazsa kendi partileri içinde serbest bir denetleme olsaydı, gene de kendimizi koruyabilirdik” (“Çankaya”, s. 118,120)!

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678